Suriye’de 2011 yılında barışçıl gösterilerle başlayan, sonrasında uluslararası aktörle- rin devreye girmesiyle silahlı çatışmalara dönüşen iç savaşın üzerinden sekiz yıl geçti. Ekonomik, sosyal, kültürel, mekânsal her bakımdan ağır yaralar alan ülkenin en trajik öykülerinden biri göç olgusu oldu. Öyle ki, 2011 öncesi 23 milyon olan ülke nüfusunun 11 milyondan fazlası göç etmek zorunda kaldı. Ülkeden ayrılmak zorunda kalan 6 milyon insan mülteci durumuna düştü. 1 Politik nedenler bir yana, Suriyeli mülte- cilere başından beri “açık kapı” politikası uygulayan Türkiye, 21. yüzyılın başında en büyük göç dalgasını kucakladı. Suri– ye’den gelen mülteciler 3,6 milyonu aştı. Biyometrik kaydı yapılmayanlarla birlik- te sayı 4 milyona ulaştı denebilir. Fazlası var: İçişleri Bakanlığı’na göre 300 binden fazla mülteci Suriye’ye gönderildi, “güvenli bölgelere” yerleştirildi. Türkiye’de kalmayıp Batı ülkelerine geçenlerle birlikte düşünül- düğünde ülkeye 5 ila 6 milyon mültecinin ayak bastığı söylenebilir. Türkiye’de yaşa- yan mülteciler Suriyelilerle de sınırlı değil. Afganistan’dan İran’a, Sudan’dan Kongo’ya, Gürcistan’dan Özbekistan’a kadar 1 ila 1,5 milyon göçmen/mülteci nüfusu bu sayıya dahil etmek gerekiyor. Türkiye’deki mülteci nüfusun demografik yapısını anlamak için kamplar ile şehir- lerdeki nüfusu da karşılaştırmakta fayda var. Kamplardaki rakam 260 binlerden 140 binlere gerilerken şehirlerdeki rakam tersine artış gösterdi. Mülteciler, öncesine göre daha çok kentlerin içlerine yerleşmiş durumda. Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Hatay gibi Suriye’ye sınır kentlerde yerleşik şehir nüfusuna yakın ya da onu zorlayan oranlar ortaya çıktı. Dünyanın en kalabalık şehir- lerinden biri olan İstanbul’da ise 1 milyon civarında mülteci/göçmen nüfus yaşıyor. Bu rakam, İstanbul’da yaşayan her 20 kişiden birinin göçmen ya da mülteci olduğunu söylüyor. Bütün bu göç hareketleri esnasında göç- menler ve mülteciler kendi içlerinde sosyal, sınıfsal dönüşüm yaşadılar, yerleşik toplu- luklarla karşılıklı etkileşim içinde oldular. Örneğin mülteci/göçmen işçi sayısı 1,5 ila 2 milyon. Kayıtdışı çalıştırıldıkları için tam sayı belli değil. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Ge- nel Müdürlüğü’nün verdiği rakamlara göre sadece 31 bin kişi Yabancılar İçin Çalışma İzni kapsamına alındı. 2 Sekizinci yıl geride kalırken geri dönüş umutlarının azalması, “Geri Kabul Anlaşması” nedeniyle Avrupa’ya geçiş yollarının kapanması ve Türkiye’de kapana kısılmış olma hali proleterleşme sürecini pekiştirdi. Üstelik aradan yıllar geçmesine rağmen mültecilerin kayıtdışı çalıştırılma hali devam etti. Türkiyeli işveren örgütleri ve patronlar bir yandan 31 işçi bulamıyoruz” deseler de sigortasız ve düşük ücretle çalışan yabancı işçi tercihlerini değiştirmediler. Güvencesiz ve korumasız mülteci emeği “milli” ve “yerli” kalkınmanın örtülü dinamiklerinden biri haline geldi. Dolayısıyla tıpkı mültecilerin barınmaya çalıştıkları “ev”ler gibi çalıştıkları işyerleri de insan sağlığına aykırı ve can güvenliği bakımından büyük riskler taşıyan mekânlar haline geldi. İzbe bodrum katlarda, apart- manların kömürlüklerinde, dükkândan devşirilmiş barınaklarda, rutubetli bekâr işçi odalarındaki yaşamın işyerindeki karşılığı; merdivenaltı atölyeler ya da yıkılmaya, her an bir yangının ortasında kalmaya müsait işyerleri oldu. Fabri ka ve İşyeri Yangınları Ocak 2019’da Ankara Siteler’de beş Suriyeli işçi yanarak can verdi. Ankara Mobilyacılar ve Lakeciler Odası Başkanı Hüseyin Taklacı şu açıklamayı yaptı: “1960’lı yıllarda yapılan binalar olduğundan, dikey 3-4 katlı binalar. Yangın yolları yok. Yangın merdiveni hiçbir binamızda bulunmamakta.” Taklacı, site- lerde ayrıca 15 bin atölye olduğunu ve 100 bin işçi çalıştığını söyledi. 3 Yanan işyerlerine ruhsatı kim veriyor? Belediyeler. Öyleyse ilgili bakanlıklar kadar yerel yönetimler de sorumlu. Bir başka yangın, Mart 2018’de İstanbul Çağlayan’da 8 katlı bir binada çıkmış. Binadan 500 işçi çıkarıldı. İşçilerden 200’ü dumandan etkilendi, 20’si hastaneye kaldı- rıldı. Toplu facia kıl payı atlatıldı. Mekânsal vehamet sonradan anlaşıldı: Ancak 70 kişinin yaşayabileceği eski bir apartman “fabrikaya” çevrilmiş! Bir katı da kiralık odalara! “Bekâr odası” ya da “pansiyon” denilen bu yatakhaneler hem güvenli değil hem de insanın yaşayabileceği mekânlar olmaktan uzak (Kalorifer, ranza, dolap vs. yok. Tuvalet bir tane, o da koridorda. Banyo ihtiyacı da tuvalette gideriliyor). Çağla- yan’daki vahim yangından kurtulanların çoğunluğu mülteciydi. Yangın şu gerçeği gösterdi: Önceleri konut olarak kullanı- lan, sonradan atölyelere ya da fabrikalara çevrilen apartmanların her biri, İstanbul’un sokaklarına dağılmış birer “saatli bomba”! Son bir yılda ülkemizde yaşanan yangınlar gösterdi ki Türkiye bu konuda Bangladeş, Pakistan, Filipinler ile yarışır. Mülteci eme- ğinin sömürüsü ve iş güvenliğindeki sefalet bakımından Türkiye artık “Batının yakındaki Bangladeş’i”! 4 Peki, denetimler var mı? Yok. İyileştirmeler? O da yok. Çökmeye yüz tutmuş binalar, bodrum katlarda kolonları kesilmiş atölyeler, merdivensiz siteler “merdivenaltı iş cinayet- leri”ne davetiye çıkarıyor. Yanıcı/patlayıcı malzemeyle iç içe çalışan mülteci çocukların durumu ise bir başka vehamet. 5 Dolayısıy- la emek sömürüsü kadar işçi ölümleri de kayıtdışı kalıyor. Çökmeye Yüz Tutmuş Bi nalar, İzbe Bodrumlar Deprem korkusuyla pazarlanan “kentsel dönüşüm projeleri” son yıllarda hızlı yol aldı. Elbette İstanbul başta olmak üzere yorgun ve çürümüş yapıların yeniden ele alınması gerekiyor. Fakat siyasi erk, bunu meslek örgütleri ve Oda’larla birlikte ele almak yerine tam tersini yaptı: İnşaat baronlarını, demir/çelik/çimento tekellerini dinledi. Yetmedi, yıkılmaya yüz tutmuş bin- lerce apartmanı, konutu “İmar Barışı Affı” kapsamına aldı. Kartal’da çöken sekiz katlı apartman, uyarıların ne denli yaşamsal olduğunu kanıtladı. 6 Kritik soru şu: Çökmeye yüz tutmuş bi– nalarda, izbe bodrumlarda kimler yaşı- yor? Elbette memleketin yoksulları. Fakat biliyoruz ki, kentlerin demografik yapılarıyla birlikte mahalle ve binaların sakinleri de sürekli biçimde yüz değiştiriyor. İstanbul’u ele alalım: Şehir, 90’lı yıllardan itibaren yok- sul Kürtlerin göçüne tanık oldu. İstanbul’da metruk binalar, sağlıksız gecekondular, hatta “kömürlük” diye kullanılan bodrum katları yoksul Kürtlere kiralandı. Şimdilerde tablo değişti. Bu mekânların müdavimleri şimdi daha çok Suriyeli, Afgan ya da diğer halklardan mülteciler. 7 Bugün İstanbul’da 1 milyon mültecinin (ezici çoğunluğu emekçi) barınma sorunu kalıcı ve güvenli bir çözüm bekliyor. Ama bu konuda bırakalım bir stratejiyi, göstermelik bir yapılaşma bile söz konusu değil. “Alt İşler”de Mekân İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre Türkiye’deki iş cinayetlerinde en yüksek oran inşaat ve tarımda. Hükümet ve Bakan- lıklar bu tür işlere “Türk işçisinin çalışmak istemediği ‘alt işler'” diyor. 8 Çünkü burada sosyal güvence yok, “iş kazaları” yoğun, ücretler düşük. Böyle olduğu içindir ki adı geçen işkollarına, daha çok mülteci/göçmen işçiler dolduruluyor. Tarımda ölümler çoğunlukla servis kazala- rından, inşaatta ise yüksekten düşmekten. Oysa üstü kapalı, muayenesi yapılmış ser- visler; baret, kemer gibi basit önlemler bile yüzlerce işçinin canını kurtarabilir. Ama “alt işverenler” kayıtdışı çalıştırmada hükümet ve bakanlıklarca hep hoş görülürken işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerini de hep maliyet olarak görürler. Yabancı işçilerin çalışma iznine dair çıkarılan iş kanunu da mülteci işçileri korumuyor. Örneğin mülteci tarım işçileri “valilikten muafiyet belgesi alınması” şartıyla kayıtdışı çalıştırılabiliyor! Şöyle ki, Geçici Koruma Altındaki Yaban- cı İşçiler İçin Çalışma İzni’ne dair yapılan düzenlemede yetki, tarlada mülteci işçi çalıştıracak toprak ya da işletme sahiplerine bırakıldı. Ek bir maddeyle tarımda çalışacak mülteciler için “muafiyet belgesi” kolaylığı sağlandı. Yani isteyen işveren istediği sayıda işçinin belgesini alıp, ilgili valilikten onaylat- mak şartıyla sigortasız işçi çalıştırabilecek. 9 “Alt işler” diye tarif edilen sektörlerde işçi barınakları da feci durumda. Pis dere yataklarının kenarına kurulmuş naylon çadırlar, mülteci tarım işçilerinin, ailelerinin yaşamak zorunda kaldıkları çilehaneler. Oysa Çukurova’dan İç Anadolu’ya, Ege’den Karadeniz’e gezici işçi toplulukları için pre- fabrik barınaklar yapılabilir. Kadın ve çocuk sağlığını, çocuk eğitimi ve gelişimini düşünen yerleşke projelerine ise acilen ihtiyaç var. Yılın önemli bir dönemini inşaat alanlarını gezerek tamamlayan inşaat işçileri için de insani barınma mekânları elzem ihtiyaç. Üst üste bindirilmiş konteynerler ise hem insani değil hem de işçilere sosyal yaşam alanı sunmuyor.
Atık Kâğıt İşçi si Mülteci ler İstanbul’da 100 bin, Türkiye’de 500 bin atık kâğıt işçisi olduğu tahmin ediliyor. Aileleriyle birlikte 2 milyon insan bu işten ekmek yiyor. Çöp konteyneri karıştıranların arasında çocuklar hayli fazla. Son dönem buna kadın işçiler de eklendi. Göç akınlarıyla birlik- te “çekçek”leri daha çok mülteciler çeker oldu. 10 Geridönüşüm emekçilerinin herhangi bir sigortası, sosyal güvencesi yok. Eğer mültecilerse hak talep edebilecekleri statü- leri ya da kimlikleri de yok! Atık kâğıt ya da plastik toplayıcılarının günlük kazancı -saha gözlemlerinden edindiğime göre- 60 ila 80 lira. Aya vurulsa asgari ücret etmez! Meslek hastalığına bağlı ölümler, ağır hastalıklar da işin cabası (İşçilerin bir bölümü atıkları evde depoluyor). Merkezi iktidar ve ilgili bakanlıklar duruma seyirci. Yerel yönetimler sorumluluk almak- tan kaçıyor. Yapılan sadece, lisansı olmayan depolardan atık madde satın alan firmalara göstermelik ceza kesmek oldu. Tedbirler çözüm üretmekten uzak. İşçilerin çalış– ma ve yaşam koşullarına da faydası yok. Çöplerdeki dram elbette bu ülkenin gerçe- ği. Sınıfsal çelişkinin ağır resmi. O yüzden bütün işçiler insan onuruna yakışır işlerde çalışmalı. Ama acilen 500 bin insan için de sigortalı, düzenli, güvenceli çalışma ortamı sağlanmalı. En alttaki bu emekçi topluluk BM’nin, devletin, yerel yönetimlerin güven- cesi altında olmalı. Belediyeler, TMMOB, TTB, işçi sendikaları ve atık kâğıt işçilerinin temsilcileri ile birlikte çözüm mekanizmaları oluşturulmalı. Çocukların ve mültecilerin sır- tından zenginleşenlere kayıtsız kalınmamalı. Sağlık ve Beslenme Açısından Mekân Türkiye’de sayacılıkta (ayakkabı üretimi) 50 bin civarında işçi çalıştığı ifade ediliyor. Bu işçilerin neredeyse yarısı çocuk. Bu konuda resmi bir veri bulmak mümkün değil, zira çocuk işçiler her daim gözlerden kaçırılıyor. Öte yandan izbe, havasız, basık atölyelerde çocuk işçiler her gün solüsyon, bali, tiner soluyor. Atölyeler ciğer çürütüyor. Makas tutan parmaklar ise kötürüm kalıyor. 11 Meslek hastalıklarının her biri denetim ko- nusu. Ama söz konusu mülteci olunca icraat hak getire. İşçi yemekhaneleri de aynı şe- kilde; beslemiyor, doyurmuyor, çoğu zaman zehirliyor. 12 Yemek yapılan mutfaklar ile servis yapılan masalar, tuvaletler genellikle iç içe. Mülteci işçilere (özellikle de bekâr işçilere) sağlıklı yemeğin yanında toplu ça- maşırhaneler de gerekiyor, temiz ve sağlıklı yaşamak için. Öte yandan işçi bölgelerinde bir önemli yoksunluk da işçi hastaneleri/dis- İzbe, havasız, basık atölyelerde çocuk işçiler her gün solüsyon, bali, tiner soluyor. Atölyeler ciğer çürütüyor. Makas tutan parmaklar ise kötürüm kalıyor.
Sanayi siteleri içinde, her blokta sağlık müdahale birimlerinin olması gereki– yor. Kısacası, işçi sağlığı ve beslenme açısın- dan, üretim mekânları ve işçi yerleşkelerinin yeniden projelendirilmesi gerekiyor. İşçi üretim ve yerleşim birimleri ne kadar kusursuz inşa edilirse edilsinler; çokdil- li yaşam, mekânların ruhuna işlemedikçe sosyal çelişkiler belirli ölçüde devam edecek. Türkiye’de mültecilerin ana gövdesi Suriyeli– lerden oluşuyor. Dolayısıyla Türkçe-Arapça tabelalar, uyarı levhaları, bildiri ve broşür- ler büyük önem taşıyor. Diğer halklardan göçmenleri/mültecileri de düşünerek dil alternatiflerini çoğaltmak gerekiyor. Bu, işçiler arasındaki önyargıların aşılması ve karşılıklı toplumsal entegrasyonun (bir ara- da yaşamın) sağlanması için de şart. Mekân Anlayı şı “Geçi ci ”l i k Üzeri ne Kurulu Türkiye, Suriye savaşı boyunca (daha çok başlarda) “açık kapı” politikası uyguladı. Bunda savaşın çok erken zamanda biteceği, Esad devrildikten sonra Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönecekleri fikri de vardı. Ama gelişmeler öyle olmadı. Sekizinci yılında 4 milyon Suriyeli, uluslararası bir hak olan mülteci statüsünden mahrum kaldı. BM’nin ve AB’nin göçü Türkiye topraklarında dur- durma ve hapsetme politikası, Türkiye ile imzalanan “Geri Kabul” anlaşmasını be- raberinde getirdi. Yeni durum Türkiye’deki mültecilerin defakto bir biçimde “Geçici Koruma” altına alınmasına yol açtı. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, tüm yetkile- rini İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi’ne bırakır- ken, mültecilerin uluslararası koruma altına alınması hakkı hepten hayal oldu. “Geçici Koruma” kanunuyla sığınmacılar Türkiye’de adeta yarı açık cezaevinde sıkışıp kaldı, böylece “geçicilik” durumu tamamen kalıcı hale geldi. Bu gelişmeler, irili ufaklı kentlere dağılmış mültecilere, kalıcı değil geçici gözle bakıl- masına yol açtı. Merkezi iktidarda vücut bu- lan bu sorunlu bakış açısı, yerel yönetimler- de de kendini gösterdi. Kısacası hem küresel güçler hem de siyasi iktidar, söz konusu mülteciler olduğunda soruna hep gösterme- lik projeler ve palyatif tedbirlerle yaklaştı. Bu aşamada, ters duran testiyi ayakları üzerine çevirmek büyük önem taşıyor. Zira mülteciler için mekânlar kalıcı bir çözüme kavuşacaksa, mültecilerin statülerinin de kalıcı bir özelliğe kavuşması gerekiyor. Kent Bütçesi nde Mülteci ler Kri ter Olmalı Merkezi iktidarın mültecilere bakışındaki en problemli yaklaşımlarından biri de bütçe politikası. Öyle ki yerel yönetim ödenekleri o kentte yaşayan insanların bütününe göre değil, il sınırları içinde yaşayan TC vatan- daşlarının sayısına göre belirleniyor. Kentte yaşayan mülteciler dikkate alınmadığı için örneğin Antep, Urfa, Kilis gibi kentlerde neredeyse bir insana ayrılan bütçeyi o ilin belediyesi, iki insana hizmet vermek için bölüyor. 13 Propaganda alanında bolca “ensar-muhacir” ya da “ev sahibi-misafir” söylemine sarılan AKP iktidarı, iş bütçeye geldiğinde insan odaklı düşünmek yerine “ev sahibi” odaklı bir bütçe dağılımını esas alı- yor. Ki bu da hem hizmette hem sosyal yar- dımda eşitlik ilkesini ayaklar altına alıyor. Bu nedenle göçmen ve mülteciler için mekânsal projeler ve ücretsiz barınma hakları için uluslararası/merkezi/yerel bütçe planlama- larının yeniden ele alınması gerekiyor. Bi r Arada Yaşam İçi n Göç olgusu, kapitalizme özgü çarpık kent- leşme ve sosyal çelişkilerden de beslenerek gettolaşmayı derinleştiriyor. Suriye savaşı sonrası yaşanan göç de böyle oldu. BM desteği dahil, sosyal destek, eğitim ve ha- zırlık programları yetersiz kaldı. Milyonlarca mülteci, kentlerin içlerine düzensiz biçimde dağıldı. Bu durum, ister istemez yerleşik nüfus ile sonradan gelen topluluklar arasın- da sosyal problemlere, çatışmalara yol açtı. Çünkü “entegrasyona” hazırlanması gere- ken bir diğer nüfus da yerleşik topluluklardı. Süreç böyle işlemeyince katı bir içe kapan- ma ve herkesin kendi mahallesine kapandığı keskin bir gettolaşma kendini gösterdi. Bu mekânsal kapanma, mültecilere karşı oluşan önyargıları daha da artırdı. Oysa savaş, hastalık ya da kıtlık nedeniyle yaşanan kitlesel göçlerde hem göç eden toplulukların hem de göçmenlerle birlikte yaşayacak yerleşik toplulukların karşılıklı uyumu esas alınmalı. Bu gereklilik, kentle- rin yeniden inşasından toplumsal hayatın yerel yönetimler eliyle yeniden düzenlen- mesine kadar bir dizi tedbir ve altyapıyı da zorunlu kılıyor. Ne var ki neo-Osmanlıcı iktidar birtakım dini ideolojik referanslar ileri sürerek hem bir tebaa olarak gördüğü mültecilere hem de ülke vatandaşlarına “ümmet kardeşliği” ve “dinsel hoşgörü” dı- şında bir çözüm modeli öneremiyor. Örnek vermek gerekirse, Cumhurbaşkanı Erdoğan 2014 yılında seçildikten hemen sonra ilk yurtiçi ziyaretini Gaziantep’e yaptı. İslahiye Çadırkent Konaklama Tesisleri’ne gide- rek buradaki Suriyeli mültecilere seslendi: “Bizler Türkiye olarak yaklaşık dört yıldır sizleri burada misafir etmenin memnuniyeti, sevinci ve haklı gururu içerisindeyiz. Sizler muhacir oldunuz. Mecburiyet içerisinde yurtlarınızı terk ettiniz. Bizler de ensar olduk sizin için tüm imkânlarımızı seferber ettik. Kim ne derse desin sizler bize asla yük değilsiniz.” 14 Ardı sıra bakanlardan ve hü- kümet temsilcilerinden gelen konuşmaların rotası artık çizilmişti. Buna göre mülteciler misafir ve muhacir, Türkiye ise Ensar’dı. Mevzu uluslararası hukuk ve mülteci hakları eksenini çoktan kaybetmişti. Sonuç Olarak Her gün 300 mülteci bebeğin doğduğu, bugüne kadar doğan mülteci bebek sayısı- nın 300 bini bulduğu Türkiye topraklarında insani, vicdani ve rasyonel çözüm, mekânı da geçici değil kalıcı bir statü temeli üze- rinde inşa etmeyi gerekli kılıyor. Böylesi bir çözüm sadece mültecilerin yararına olmakla kalmayacak, yoksul emekçi sınıfların yaşam standartlarını da yukarılara taşıyacaktır. Zira hukuksal hakları güvence altına alın- maya, çalışma hayatları yerleşik işçilerle eşit şartlarda düzenlenmeye ve yaşam alanları/ mekânları insana yakışır şekilde inşa edil- meye başlanan mülteciler, o vakitten sonra yerleşik topluluklarla dibe doğru yarıştı- rılamayacaklar. Tersine, bu kez gündeme gelen şey, çıtası yükselmiş ortak emekçi taleplerinin (eğitim, sağlık, ücret, konut vs.) elde edilmeye başladığı enternasyonal bir mücadele dinamiği olacak.
KAYNAKÇA:
1- Deutche Welle Türkçe (2018, 15 Mart) “Yedi yılda bir ülkenin çöküşü: Suriye”, dw.com/ tr/yedi-y%C4%B1lda-bir-%C3%BClkenin%C3%A7%C3%B6k%C3%BC%C5%9F%C3%BC- suriye/a-42979799
2- Bianet.org (2019, 24 Temmuz) “Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Verilerine Göre Türkiye’deki Suriyeliler”, bianet.org/1/13/210836-goc-idaresi-genel-mudurlugu- verilerine-gore-turkiye-deki-suriyeliler
3- Evrensel.net (2019, 24 Ocak) “5 işçinin yaşamını yitirdiği Mobilyacılar Sitesinde önlem alınmıyor”, evrensel.net/haber/371879/5-iscinin-yasamini-yitirdigi- mobilyacilar-sitesinde-onlem-alinmiyor
4- Akdeniz, E. (2019, 11 Şubat) “Fabrika Yangınları”, Evrensel.net, evrensel.net/yazi/83317/fabrika- yanginlari
5- Ankara İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (2019, 27 Mart), “Ankara’da mülteci/göçmen işçiler – Ankara İSİG Meclisi”, guvenlicalisma.org/19936-ankara-da- multeci-gocmen-isciler-ankara-isig-meclisi; Aslan, M., K. Lordoğlu (2018) “Görünmeyen Göçmen Çocukların İşçiliği: Türkiye’de Suriyeli Çocuklar”, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2: 715-32, calismatoplum.org/sayi57/arslan.pdf 6- Evrensel.net (2019, 10 Şubat) “Kartal’da 3 katı kaçak bina çöktü: 21 kişi öldü”, evrensel.net/haber/372979/ kartalda-3-kati-kacak-bina-coktu-21-kisi-oldu
7- Akdeniz, E. (2014) Suriye Savaşının Gölgesinde Mülteci İşçiler, İstanbul: Evrensel.
8- Bianet.org (2019, 4 Ocak) “2018 Yılında En Az 1923 İşçi Yaşamını Yitirdi”, m.bianet.org/bianet/ emek/204164-2018-yilinda-en-az-1923-isci-yasamini- yitirdi
9- Akdeniz, E. (2018, 14 Ekim) “Suriyeli işçilere çalışma izni: Sendikalar uyuyor, patronlar iştahlı”, Evrensel.net, evrensel.net/haber/363502/suriyeli-iscilere-calisma- izni-sendikalar-uyuyor-patronlar-istahli
10- Akdeniz, E. (2019, 11 Mart) “Yerel yönetimler ve mülteciler – 1”, Evrensel.net, evrensel.net/yazi/83519/ yerel-yonetimler-ve-multeciler-
11- Akdeniz, E. (2017, 29 Eylül) “Saya tezgahlarında düşe yatan çocuklar…”, Evrensel.net, evrensel.net/ haber/333693/saya-tezgahlarinda-duse-yatan- cocuklar; Pekal, V. (2019, 23 Nisan) “13 yaşındaki mülteci Cemal: Bir çalışmak istiyorum bir okumak”, sanalbasin.com, sanalbasin.com/13-yasindaki-multeci- cemal-bir-calismak-istiyorum-bir-okumak-30329100
12- Istanbulgercegi.com (2019, 9 Ocak) “İSİG: Bir yılda 8 binden fazla işçi gıdadan zehirlendi”, istanbulgercegi. com/isig-bir-yilda-8-binden-fazla-isci-gidadan- zehirlendi_187180.html
13- Çamur, A. (2017) “Suriyeli Mülteciler ve Belediyelerin Sorumluluğu: İzmir Örneği*”, Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6(2): 113- 29, dergipark.org.tr/tr/download/article-file/378960.
14- haber7.com (2014, 7 Ekim), “Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bizler Ensar sizler muhacir”, haber7.com/ ic-politika/haber/1208342-cumhurbaskani-erdogan- bizler-ensar-sizler-muhacir.
Temmuz 2019