Murad Karabulut / Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
“Al-avel min ayar yavmu nidal al-ummal
Felnetekaddem mean fı iid al-şüaub ala tarik al – Sevra al-mecida”[1]
Hayatlarımız, büyük bir gürültüyle ve karmaşayla… Onları hiç önemsemeyen gözlerin önünde. Kendilerine güvenli, huzurlu, zengin ve mutlu alanlar yaratan insanların evlerinde mi son bulacaktır? Yoksa siyah bir botun içerisinde, otuz kişilik bir botun içerisinde; ellinci kişi olarak ve kimsenin huzurunu kaçırmadan, kimseyi mutsuz etmeden, kimseye gözükmeden, bütün yardım çığlıklarını geceye ve suyun siyahına bırakarak mı son bulacaktır? Sessizce…
Parazit (Parasite) filmini izleyenler için ilk iki cümle çok tanıdık gelecektir. Ailenin kendisini en mutlu hissettiği anda, kendi ‘yapay’ dertleri ile onlara hizmet edenlerin gerçek dertleri arasındaki gerilimin doruk noktasıdır doğum günü partisi. Zengin bir ailenin güvenli bir alanda çocukları için düzenledikleri büyük, ihtişamlı bir partiden geriye birçok ölüm ve travma kalır. Üzeri kokan ve görmek istemedikleri insanların hayatları büyük bir gürültü ve karmaşa ile hem de kendilerine de etki ederek son bulur. En güvendikleri bölgede, milyonlarca liralık ödüllü bir evde. Kurgu böyle bir şey. Göstermek istediğinizi tam da göstermek istediğiniz yerde ve anda gösterir. Ama gerçekler, doğası itibariyle, her zaman daha farklıdır. Kimi zamanlarda kurgudan daha çarpıcı kimi zamanlarda ise kurgudan daha sönüktür. itiraf edelim, gerçekler çoğu zaman daha sönük gelir bize. Alan Kurdi’nin sahile vuran küçük, cansız bedeni de öyle değil miydi? Sessizce, kimsenin huzurlu ve güvenli alanını bozmadan, karanlık sularda kaybolan binlerce mülteciden biriydi. Nereden gelmişti, neden gelmişti, nereye gidiyordu, neyi bulamamıştı Türkiye’de, ne bulmayı umuyordu gittiği yerde ve en önemlisi de ne bulacaktı?
Mültecilere dair bu soruların cevabını merak ediyor veya duymak istiyor muyuz yoksa kendi yaşantımızı kurma telaşında herkesi ve her şeyi önemsizleştiriyor muyuz? Önemsizleştirenler, bu topraklardaki yaşamların geleceğini birlikte, bir bütün olarak kurmak zorunda olduğunu anlamayanlardır. Merak edenler ve geleceği birlikte kurmak isteyenler ise Ercüment Akdeniz’in 2016 yılında çıkardığı Sığınamayanlar kitabı bize bu soruların cevabını veriyor. Hem de olanca açıklığıyla ve mültecilerin ağzından. Altı bölümden oluşan kitap Türkiye’yi geçiş ülkesi olarak kullanan sığınmacıların yaşantılarına odaklanıyor. Onların yaşantılarından ve beklentilerinden yola çıkarak Türkiye’nin ve uluslararası sistemin politikasını ortaya koyuyor ve birlikte bir çıkış yolu mümkün mü diye soruyor. Kitapta en dikkat çeken konulardan birisi ise sığınmacıların Türkiye’deki yaşam ve çalışma koşulları üzerine değerlendirmeleri. Günlük yaşamda ayrımcılık ve insan onuruna yakışmayan çalışma koşulları o kadar ağır geliyor ki sığınmacılar ölümle bitme ihtimali yüksek olan sonu belirsiz bir yolculuğa bile ikna oluyorlar.
Ercüment Akdeniz, mültecilerin Türkiye’deki çalışma koşullarını ise Mülteci İşçiler kitabında daha ayrıntılı olarak ele alıyor. Mülteci İşçiler kitabı, sığınmacıları sonu belirsiz yolculuğa ikna eden çalışma şartlarını açık bir şekilde ortaya koyuyor. Çocuk işçiliğin en kötü biçimlerinden, insan onuruna yakışmayacak ve hasta edecek ortamlara, hastalıklara karşı güvencesi olmayan işlere kadar işgücü piyasasındaki mültecilerin durumunu ortaya koyan Mülteci İşçiler kitabı 2014 yılında yayınlandı. Yayınlandığı yıldan bugüne kadar mültecilerin çalışma koşullarında ve işgücü piyasasında mültecilere bakış konusunda ise bir şey değişmedi. Daha çok sözlü tarih çalışmasına dayanan ve iki bölümden oluştuğunu söyleyebileceğimiz bu kitap, değişmemiş olanın en büyük tanığı. Kaç yıldır Türkiye’de yaşamak zorunda kalan mültecilere dair bütünlüklü bir politikadan yoksun oluşumuz ve ilgisizliğimiz, onların daha çok sömürülmesine ve ayrımcılığa maruz kalmasına neden olmaktadır. Ercüment Akdeniz ise bu ilgisizliğimizi ve önemsizleştiren hallerimizi her bakımdan kırmak ve geleceğimizin ortak olduğuna işaret etmek için her yolu deniyor. Ortak belleğimiz olan edebiyata da sığınmacıların ve mülteci işçilerin gerçek hikâyelerini taşıyarak 2018 yılında En Güzel Şarkı adlı hikâye kitabını çıkardı. Kitabın ismi ise 1 Mayıs mitingine giden mülteci, sığınmacı işçilerin 1 Mayıs marşına dair duydukları hissin tercümesinden geliyor. Mültecilerin yaşamlarından kesitler barındıran bu hikâyelerde bize tanıdık gelen çok ayrıntı var. Abilerinin öldürülme videosuna denk gelen Hasan’ın böğürerek ağlamasına gündelik hayatta şahit olmamışızdır belki ama o videolardan birine mutlaka denk gelmişizdir. Hatta o videoları defalarca izlemişizdir. Bizim yakınlık kurmadığımız, izlerken hiçbir duygu hissetmediğimiz o videoları mültecilerin görmediğini mi düşünüyoruz? Peki, görüyorlarsa ne hissediyorlar? Onlarla birlikte izleyecek kadar cesaretiniz var mı birbirinize izlettiğiniz videoları? 22 yaşındaki Ali kendisine neden Türkiye’ye geldin diye soranlara Suriye’de yaşadığı mahallenin bombalanma videosunu izleterek cevap veriyor ve ekliyor: biz buraya gelerek sizin işlerinizi elinizden almadık, asıl suçlu olan patronlardır. Ali’ye katılmamak mümkün değil. Bir gün, En Güzel Şarkı’yı hep birlikte, büyük bir mutlulukla söyleyeceksek; Ercüment Akdeniz gibi insanların ve onların emeğini görünür kılan bu kitapların katkısı çok büyük olacaktır. O zamana kadar birbirimizi daha iyi anlamak için daha çok okuyalım ve daha çok dayanışalım.
* Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
[1] “1 Mayıss!.. 1Mayıss1!.. İşçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı”
https://calismaortami.fisek.org.tr/icerik/siginamayanlar-multeci-isciler-ve-en-guzel-sarkilari/