Filistin halkı için “kendi topraklarında mülteci olarak yaşayan halk” dense yeridir.
Dünya üzerinde 14 milyon 630 bin Filistinli yaşıyor. Bu nüfusun yüzde 44,8’i Arap ülkelerinde, yüzde 22,5’i Batı Şeria’da, yüzde 15,4’ü Gazze’de görünüyor. Gazze işgal altında tarumar edilince durum değişti ve mülteci sayısı büyük artış gösterdi. Bir de İsrail’de yaşayan Filistinliler var. Onların toplam Filistinli nüfus içindeki oranı ise yüzde 12. Geriye kalan yüzde 5,30’luk nüfus diğer ülkelere dağılmış durumda.
Bugün 5 milyon 900 bin Filistinli mülteci Birleşmiş Millet (BM) bünyesinde ve UNRWA’nın yardımlarına bağlı yaşıyor. UNRWA’nın 58 kampında 1,5 milyon Filistinli yaşıyor. Yaklaşık 2,2 milyon kişinin yaşadığı Gazze’de 1,7 milyon kişi yerinden edildi ve mülteci durumuna düştü. Gazze’de UNRWA’nın 8 mülteci kampı bulunuyor. İşgalden bu yana İsrail ordusu Gazze’deki mülteci kamplarını defalarca vurdu! BM’nin buna karşı herhangi bir yaptırımı olmadı.
Mülteci kampları neden vuruluyor?
İsrail yönetimi bu fütursuzluğa gerekçe olarak Filistinli silahlı grupları ve mülteci savaşçıları gösteriyor. Nitekim İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir twitter paylaşımında şöyle demişti: “Hamas elindeki rehineleri serbest bırakmadığı sürece Gazze’ye girmesi gereken tek şey, bir gram insani yardım değil, Hava Kuvvetleri’nden yüzlerce ton patlayıcıdır”. Peki, kimin üzerine yağdırıldı bu bombalar? Sivillerin ve mültecilerin üzerine. Resmi verilere göre Gazze’de ölenlerin sayısı 40 bin civarında. Daha fazla ölüm olduğu kesin.
Filistinli siviller ve mülteciler bir de açlıktan, salgından, hastalıktan kırılıyor. Yaşlı, kadın, engelli ve çocuklar için zulüm altında bir yaşam bu. Barbarlığın gerekçesi ise hep aynı nakarat: “Mevcut küresel gerçeklikte bir savaşı yönetemeyiz. Rehinelerimiz geri dönene kadar, haklı ve ahlaki olsa bile, kimse 2 milyon sivilin açlıktan ölmesine izin vermez” (!) Kim yaptı bu açıklamayı? İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich. Onun kastettiği “küresel gerçeklik” BM vd kurumlardan gelen yardımların kesilmesi ve daha çok insanın kırılması. Hedef silahlı gruplar olduğu için, “onların yuvalandığı” sivil toplumun ve hatta mülteci kamplarının açlığa, sürgüne mahkûm edilmesi gerek! Özel savaş konsepti böyle işliyor. Oysa asıl amaç sadece silahlı grupları berhava etmek değil, bölgeyi insansızlaştırmak.
Hem kurban/fail hem politik
Peki, işgal ve zulüm atındaki topraklarda Filistinli mülteciler ile mülteci savaşçıları birbirinden ayırarak tartışmak ne kadar doğru? Tam da burada “Göç ve Mobilizasyon” üzerine çalışmalarıyla bilinen Siyaset Bilimci Aristide Zorlberg’e kulak vermek gerek.
Zolberg, mülteci savaşçılar kavramını “içinde bulunduğumuz çağa özel bir sorun” olarak tanımlar. Ona göre; “silahlı gruplarla birlikte politik bir amaç için yapılan savaşa angaje mülteci savaşçılar, mülteci olmalarına neden olan zulmün hem faili hem kurbanı”dırlar. Kurbanlar ve failler direndikleri ölçüde ise politiktirler. Savaşçı ile sivil mülteci arasında oldukça girift bir ilişki olduğunu da not düşelim.
Zolberg’e yakın bir perspektifi referans alan Arzu Yılmaz, Irak’ta bulunan Kürt mülteci kamplarında saha araştırmaları yaparak çalışmasını kitaplaştırmıştı. İletişim Yayınlarınca basılan kitap “Atruş’tan Maxmur’a Kürt Mülteciler ve Kimliğin Yeniden İnşası” adını taşıyor. Yılmaz, Ortadoğulu, Kürt, Filistinli ve Afrika toplumlarından mülteci deneyimlerine atıf yaparak, “Mülteci, ulus devleti var olanlar için başarısız; uluslararası sistem açısından bir tehdit olarak algılanır” tespitinde bulunur. Zira modern çağın fenomeni olarak mülteciler, insanı sadece “vatandaş” özneden ibaret sayan sistem tarafından yok hükmünde bir pozisyona itilirler. Üstüne üstelik mülteciler var oluş şeklinde değil, sistem içine yeniden dâhil oluncaya kadar sığınılan geçici bir pozisyonda tutulurlar! Dolayısıyla kurulu düzen mültecilere politik hak, itiraz ya da eylem alanı tanımaz. BM de son derece pragmatist olan bu egemen bakış açısından hareket ederek mülteci savaşçılar sorununu hep görmezden gelir. Mülteci savaşçıları gerekçe göstererek sivil mülteciler üzerindeki “koruyucu” şemsiyesini kaldırmaktan da geri durmaz.
Tarihsel arkaplan
Bu yazının konusu Hamas çizgisini tartışmak değil. Zira bugün Filistin halkının ve mültecilerin tamamı Hamas çizgisiyle aynı görüşte değil. Fakat tarihsel bir gerçeği de atlamamak lazım. Çünkü ezilen bir ulus ya da kendi yurdunda mülteci bir halk olarak Filistinliler, mültecilik ile mülteci savaşçılar bağlamında zulüm altında hep inletildiler. Politik var oluş ve direniş geleneği de bu bağlam üzerinde tarihsel bir öyküye sahip. Öyle ki Yaser Arafat liderliğindeki El Fetih günlerinden intifada direnişlerine kadar Filistinli mülteciler 7’sinden 70’ine hep direniş hareketlerinin öznesi oldular. Zulmün kurbanları olan mülteciler ve mülteci kampları intifadanın dışında değil hep içinde yer aldılar.
Var oluş hakkı
İsrail ordusu ve arkasındaki devletler için Filistinli mülteciler ile mülteci savaşçılar aynı şey, aynı hedef. 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesi dahi onlar için yok hükmünde. Oysa mülteciler ile mülteci savaşçılar Filistin topraklarında aynı kamplarda ya da aynı mahallelerde birlikte yaşıyor. Bu nedenle var oluşun ve özgürlüğün gereği olan politik inşa eylemi, sadece politik silahlı aktörler, partiler, gruplar ya da mülteci savaşçıların değil, tüm toplumsal sivil alanın ve onun ağırlıklı bir parçasını oluşturan sivil mültecilerin hakkı olmalı.
Ezilen bir ulusun, toprakları ve geleceği elinden alınmış bir halkın özgürlüğünü tanımak hem mülteci meselesini hem de mülteci savaşçılar sorununu ortadan kaldıracak yegâne çözüm olsa gerek.
***
Bu yazı yazılırken Gazze’den yine bir vahşet haberi geldi.
Yer Gazze’nin Daraj bölgesi. Filistinlilerin sığındığı El Tabin okulu füzelerle vuruldu, 100’den fazla insan (mülteci) hayatını kaybetti. Görüntüler korkunç.
Kimse bu insanlardan sadece kurban ya da fail olmalarını beklemesin.