Emirgan’da, cami avlusunda yatıyordu biri…
23 yaşındaydı daha çocuk, tabut içinde!
Adı Halit Ayar. İTÜ’den yeni mezun.
Tabutunun üzerinde Türk bayrağı, bir de yüzme kulübünden forması.
Oradaydım…
Hamid-i Evvel Camisi’nin avlusu bir kalabalık, bir kalabalık: İTÜ’lü öğrenciler, akademisyenler, mahalleli hep buruk, gözler yaşlı.
Birazdan dualar okunacak, helallik istenecek ve son yolculuğuna uğurlanacak çocuk; herkes vakur durmalı.
Ama o da ne?
Avluda ağır metaneti yırtan bir ses!
O ses acılı bir ananın feryadıydı:
“Niye burada ağlıyorsunuz, niye burada? Niye buradasınız! Görevini yapmıyor herkes, kimse görevini yapmıyor… Yapsalardı bu böyle olmazdı. Orada bekleyeceklerdi. Görevini yapıyormuş, kim yapıyor görevini? Kim yapıyor, kim?! 23 yaşındaki çocuğumu aldılar, kim yapıyor görevini…”
Feryat, İstanbul’un göbeğinde, İstiklal Caddesi üzerinde göz göre göre işlenen cinayeteydi.
Bir genç “Özgürlük” diye bağırsa yahut bir başkası “Yaşasın” diye bir karton döviz açsa polislerin hemen başına üşüşecekleri yerde düşmüştü Halit, kan içinde. Ama o vakit güvenliği sağlayacak polisler ortada yoktu.
Feryat, her biri birer suç makinesine dönüşmüş katillere cezaevinde verilen “izin” kağıtlarınaydı. Bir tweet atmanın yıllara mal olduğu, hapishanelerin gazeteci ve aydınlarla dolduğu bir ülkede hırsıza, gaspçıya sağlanan imtiyazaydı feryat.
Feryat isyandı: İsyan çarpık adalet düzenine…
***
Dört yıl öncesinde kara bir gün: 10 Ekim.
Ankara’da tren garı önündeki meydanda yatıyordu biri…
23 yaşındaydı daha çocuk, kana boyanmış pankartların arasında.
Adı Güney Doğan. O da İTÜ öğrencisiydi.
Ama ölümün koynunda yalnız değildi çocuk: Barış mitinginde katledilen 102 candan biriydi.
Güney’in naaşı daha sonra İstanbul’a getirildi. Kızıl bir bayrağa sarılan tabutu Taşdelen Cemevi’nden uğurlandı.
Kalabalık isyandaydı…
İsyan, IŞİD barbarlığınaydı.
İsyan, katliamda adı geçenlerin daha önce yakalandığı halde serbest bırakılmasınaydı. Devletin elinde istihbarat bilgileri olduğu halde canlı bombaların elini kolunu sallayarak miting kalabalığına dalmasınaydı. İsyan, yerde yatarken ölüler ve yararlılar, polisin gaz sıkmasınaydı.
Ve IŞİD tetikçileri için, devlet katından gelen “öfkeli gençler” açıklamasınaydı elbette isyan.
O isyan bitmek bilmedi.
10 Ekim davası duruşmalarında tekrar etti.
Katliamda sorumluluğu bulunan yöneticiler dava kapsamı dışında bırakılınca acılar tazelendi. Adalete güven daha da sarsıldı.
***
Halit’in hepimizi yasa boğan ölümünden sonra Güney’in babasını aradım. Baba Mustafa Doğan Sakarya’da imiş, şehir dışında çalışıyormuş. Halit’in ölümünü de orada öğrenmiş. Bana, benim üzerimden okurlara/sizlere dedikleri şunlardır:
“Haberi televizyonda gördüm. Halit’in resmini görür görmez aklıma Güney’im geldi. Bizim dediğimiz hep şuydu: Başka Güney’ler ölmesin. Ama maalesef bu sistem o kadar çürümüş ki gençlerin canını almaya doymuyor. Kimi barış istediği için kimi gaspçının, tinercinin, çetelerin elinde can veriyor. Güney’in en büyük hayali araştırmacı olmaktı, yardıma muhtaç çocukları yetiştirmekti. Eminim Halit’in de öyledir. Bu çocuklar kolay yetişmiyor. Artık yeter. Dönüşümde, hanımı da alıp Halit’in ailesini ziyaret etmek istiyorum. Bu zor dönemde yanlarında olmayı çok istiyorum…”
***
Halit yaşıyor olsa…
Elektrik mühendisi olacaktı, belki sonrasında akademisyen.
Güney yaşıyor olsa…
İnşaat mühendisi olacaktı, belki sonrasında bir araştırmacı.
Biri Emirgan, biri Taşdelen mezarlığında yatıyor şimdi: İstanbul’un iki yakasına takılmış iki karanfil sanki.
İTÜ’nün gözyaşlarıdır onlar: biri Halit biri Güney.
Gözyaşına çözüm değil ama…
Hırpalanmış yüreklerin dipte alevlenip duran acısına merhem olur belki; o çok beklenen “Adalet”.
Gençlerin böyle kalleşçe öldürülmedikleri bir gelecek için.
15 Eylül 2019