Türkiye Ekonomi Araştırmaları Vakfı (TEPAV), göç sonrası Türkiye’de kurulan Suriyeli şirketlerin durumunu bir raporla açıkladı. Buna göre sınıra yakın 8 ilde (Antep, Urfa, Kilis, Mardin, Hatay, Maraş, Adana ve Mersin) işyeri açan Suriyeli patronlar 44 bin mülteciyi istihdam etmişler.
Sekiz yıllık göç serüveninin sınıfsal dönüşümünü anlamak için önemli bir veri bu. Çünkü her toplumsal yapı gibi göç etmek zorunda kalan topluluklar da sınıfsız ve zümresiz değiller. Yani Suriye göçünün, bir sermaye (patronlar) bir de emek (işçiler) boyutu var. Ki, biri (Suriyeli patronlar) diğerini (Suriyeli işçileri) sömürerek palazlanıyor ya da sermaye birikimini korumaya, arttırmaya çalışıyor.
TEPAV diyor ki;
- Sözü edilen şirketlerdeki ortalama çalışan sayısı 7.3 kişi.
- Ortalama bir Suriyeli ailenin 6 kişiden oluştuğu düşünüldüğünde yaklaşık 250 bin Suriyeli bu şirketler sayesinde geçimlerini sağlıyor.
- Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin yüzde 7’si Suriyeli şirketlerde (içlerinde Türk ortaklı olanlar da var) istihdam ediliyor…
Raporla amaçlanan şey de aslında Suriyeli patronlara dair ön yargıları kırmak ve onların “Türk ekonomisine” ve istihdamına katkısını anlatmak. Nitekim TEPAV raporunun yazarı Omar Kadkoy şöyle diyor: “Hem Suriyeliler hem de Türkiye vatandaşları için istihdam imkânı yaratan şirketlere ilişkin veriler, Türkiye’deki Suriyelilere yönelik yanlış ekonomik ve sosyal ön yargıların panzehiri.”
Ama gel gör ki, raporda işçilerin çalışma koşullarına yer verilmiyor. Zira sözü edilen Antep, Urfa gibi iller sadece mülteci işçilerin değil Türkiyeli işçilerin de düşük ücretle ve berbat koşullarda çalıştığı iller. Gazetemizin okurları bilirler; Antep’te, kayıt dışı çalışma ve çocuk işçiliğiyle anılan Ünaldı dokuma tezgâhları şimdilerde (yine çoğu çocuk) mülteci işçilerle dolu. Adana’da kurulu saya atölyeleri de aynı şekilde. Kısacası bölgenin genelinde mülteci işçiler uzun çalışma saatleri, düşük ücret, güvencesiz iş, sağlıksız atölyeler, amansız sömürü ve iş cinayetlerinin pençesinde kıvranıyorlar. Ve onların patronunun Türkiyeli ya da Suriyeli olması durumu değiştirmiyor.
TEPAV raporundan son bir veri: Suriyeli girişimcilerin (yani patronların) yüzde 72’si Suriye’deki savaş sona erse bile Türkiye’den ayrılmayı düşünmüyor. Geçici olmadıklarını söylemelerinin en büyük nedeni ise iş hayatında yaşadıkları başarı.
Peki bu başarının arkasında ne yatıyor? “Kılıç artığı” ya da savaş mağduru mültecilerin mağduriyet ve çaresizliğini sermaye birikimine çevirme mahareti! Yerli yabancı ayrımı yapmaksızın kapitalistlerin göçmen emeğine yaklaşımı bu.
Türkiye’deki Suriyeli işletme sahiplerinin, savaş koşullarında yeniden Arap ülkelerine pazar açmaları ise “yerli” sanayi ve “milli” finans sektörümüzün hem neşe kaynağı hem de yeni rekabet odağı.
Hal bu iken…
Toplumdaki ön yargıları kırmak adına; Suriyeli girişimci (patron) portreleri üzerinden “pozitif örnekler” sunma gayretinde olan akademik çevreleri ya da hak savunucularını uyarmakta da fayda var. Zira bu “parlak” portrelerin yükselişindeki esas kaynak göçmen emeği ve onun sömürüsü üzerinden sağlanıyor.
***
Bir sömürü kaynağı olarak mülteci işçiler, elbette sadece Suriye’den gelen sermaye sahiplerinin iştahını kabartmıyor. Burada Türkiye burjuvazisini de atlamamak lazım.
Bahçeşehir Üniversitesinde “Akademisyenler ile Göç Buluşması Programı”nda konuşan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu şunu söyledi: “TÜSİAD’ından bilmem nesine kadar. ‘Söz veriyoruz bunları (Suriyelileri) çalışma izniyle beraber çalıştıracağız’ dediler. Hepsi köle gibi çalıştırılıyor…”
Bakanın bu sözleri aslında malumun ilanıydı. “Suriyeliler meselesinde sabahtan akşama kadar dayağı biz yiyelim, iş adamları parayı kazansınlar” şeklindeki sitem dolu çıkışı ise, bunca yıl devam eden kuralsız sömürü karşısında devletin düştüğü vahametin itirafı.
***
Bitirirken şunu da ekleyelim…
“Göçmen girişimciliği” bizde olduğu kadar G20 zirvelerinde de teşvik edilen bir konu. Çünkü küresel kapitalizm (emperyalizm), küresel göçü ve göçmen emeğini bir sömürü nesnesi olarak görüyor. Haliyle, onun kurduğu sömürü zincirinde, çok uluslu şirketlere bağlanmış göçmen işletmelere de belirli ölçüde yer var.
Bir dönemdir sermaye örgütlerinden şu tür tavsiyelerin gelmesi ise manidar: “Sermaye kuruluşlarımız göçmen girişimcilere Türkçe-Arapça dersler vermeli”, “Suriyeli işletmeler kendi aralarında bir oluşuma gitse de örgütleri yok, bu nedenle Türkiye’deki iş adamları örgütlerine dahil edilmeliler.”
Sermayenin bu yönelimi aslında işçi sınıfı ve sendikalara da tutulacak yolu gösteriyor: Göçmen işçilere ortak örgütlenme için çok dilli eğitim, yanı sıra sermayeye karşı mücadelede göçmen/mülteci işçilerin Türkiye’deki sendikalarda örgütlenmesi.
08 Eylül 2019
https://www.evrensel.net/yazi/84704/gocmen-girisimciligi-nedir-ne-degildir