Ankara’nın Altındağ ilçesinde Suriyelileri hedef alan yağma, talan ve linç olaylarının ardından İçişleri Bakanlığı 5 maddelik bir genelge yayımladı. Daha önceki linç vakalarında da gördüğümüz üzere kabak yine mültecilerin başında patladı! AKP sözcüleri ne derlerse desinler, mülteci düşmanlığıyla ün yapan CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın çizgisine geldiler. Daha doğrusu onun ırkçı hezeyanlarını kendi politik hamlelerine malzeme yaptılar. Şimdi Suriyeli mültecileri yeni bir sürgün yolu bekliyor. Daha vahimi, genelge kapsamındaki tedbirlerin Ankara dışındaki illerde de uygulanabileceği ifade ediliyor.
Peki, Bakanlık koordinasyonunda ve Ankara Valiliği, Göç İdaresi, Jandarma ve Emniyet birimlerinin katılımlarıyla alındığı ifade edilen kararlar ne anlama geliyor? Madde madde gidelim, Bakanlık ne diyor, biz ne diyoruz?
MADDE 1: Ankara ili mülki sınırları geçici koruma kaydına kapatılmıştır.
Sığınmacıların dağılımında, yoğunluk durumuna göre, bir ya da birden fazla kentte kapasite sorunu elbette gündeme gelebilir. Yeni kayıtlar için sınır koyma, daha doğrusu kota kararı da anlaşılabilir. Fakat bu karar bir ilden hareketle değil bütün iller masaya yatırılarak, Birleşmiş Miletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) sürece dahil edilerek ve merkezi bir planlamayla gündeme gelmelidir. “Kenti kayıtlara kapatma” kararı oldukça radikal, iller arası rekabeti kışkırtan, dışsallaştırmayı toplumsal kültüre egemen kılan ve hukuksal tartışmaları beraberinde getiren bir karardır. Ayrıca “Kayıtlara kapatma” kararı, savaş ve zulümden kaçıp ülkenin herhangi bir iline sığınmış mültecilere daha sonra dahil olacak (en azından birinci dereceden) aile bireylerini engellemektedir. Ki böylesi bir karar ne insani olabilir ne de ahlaki.
MADDE 2: Ülkemizin başka illerinde kayıtlı olup fiilen Ankara ilinde ikamet eden geçici koruma statü sahibi Suriyeliler tespit edilerek kayıtlı olduğu illere geri gönderilecek ve kayıtlı oldukları illerde ikamet süreçleri bildirim yükümlülüğü getirilerek takip edilecektir.
İlgili madde baş aşağı duran testi gibidir. Çünkü sözü edilen mültecilerin kayıt altına alındıkları illerden diğer kentlere geçişi devlet gözetiminde ve zımnen teşvikiyle olmuştur. Yani Çankırı, Van, Kilis vb. illerde ilk kaydı yapılan Suriyelilere, amiyane tabirle “Başınızın çaresine bakın da nereye giderseniz gidin” denmiş, adeta yol verilmiştir. Dolayısıyla 10 yıl sonra ortaya çıkan sorunun vebali mültecilerde değil AKP iktidarının çarpık ve çıkarcı göç politikasındadır. Bu vebalin faturası ise tek taraflı olarak ve insafsızca mültecilere kesilemez. Kaldı ki Suriyeli yoksul mülteciler sınırı geçtikten sonra BM desteğinden, korumasından yoksun bırakılmışlardır. Çocukları ve ailesiyle birlikte açlık çekmek istemeyen mülteciler kaçınılmaz olarak büyük sanayi kentlerine göç etmişlerdir. Türkiye’de 10 yıldır mülteci statüsü alamayan, Geri Kabul Antlaşması nedeniyle üçüncü bir ülkeye geçemeyen ve BM tarafından gerekli maddi destek sağlanmayan korunmasız insanlar, eğer taşra kentlere yani kayıt oldukları ilk kentlere zorla sürülürlerse, bu durum aileler için açlık krizi demektir. Böylesi bir hamle mülteci aileleri parçalayan yeni bir travma anlamına da gelir. Özellikle mülteci çocuklar eğitimin dışına düşer, her türlü istismara açık hale gelir.
MADDE 3: Ankara ilindeki göç, uyuşturucu ve asayiş olaylarına kaynaklık eden metruk binalar ve bu binalarda ikamet eden yabancılar tespit edilerek yıkım ve tahliye işlemleri tamamlanacak ve söz konusu yabancılar kayıtlı oldukları illere gönderilecektir.
“Güvenlikçi” akıl burada da çuvallamakta, sosyolojik neden ve çözümleri ıskalamaktadır. Metruk binalar elbette yıkılmalı. İyi de orada oturmaya, yaşamaya mülteciler zaten gönüllü değiller ki! Devlet yıkımları yapmadan önce BM ile birlikte mültecilere yine aynı şehirde olmak üzere insani ve güven ortamında barınma alternatifi sunmalıdır. Yoksa bu genelge “Sürgün ve yerinden etme genelgesi” olur, başka bir şey değil.
MADDE 4: Herhangi bir koruma statüsü ya da ikamet izni bulunmayan düzensiz göçmenlerin kolluk birimlerince yakalanarak geri gönderme prosedürlerinin yerine getirilmesi amacıyla geri gönderme merkezlerinde idari gözetim altına alınmalarına kararlılıkla devam edilecektir.
Savaştan ve zulümden kaçan insanlar hele de çocuklar, kadınlar, engelliler ve yaşlılar “suçlu” değildir, dolayısıyla “yakalan(a)maz”lar! Sığınma hakkı, can güvenliği söz konusu olduğunda, sınırı “düzensiz” geçme hakkını da içerir ve bu kapsamda sınırı geçenlerin iltica hakkı vardır. Bu nedenle yayımlanan genelgenin dayanakları oldukça sorunludur. Göçmen ve mültecilerin denetimi/kontrolü elbette gereklidir. Her şeyden önce masum mülteciler savaş suçlularıyla iç içe oldukları için gereklidir bu. Dolayısıyla burada yapılması gereken, denetime takılan savaş suçluları ve organize suç şebekelerine üye yabancıların ayıklanmasıdır. Geriye kalan büyük çoğunluk denetime takılsa bile iltica hakkına sahiptir. Onların yeri geri gönderme merkezleri değil “BM göç ve iltica ofisleri” olmalıdır.
MADDE 5: Yabancılara ait vergi levhası olmayan işyerleri ile ilgili olarak gerekli mevzuat çerçevesinde her türlü yaptırım ivedilikle uygulanacaktır.
Dezavantajlı bir topluluk olarak mültecilerin neden kayıt dışı sömürüye açık hale geldikleri ya da kayıt dışı küçük esnaflığa yöneldikleri sorgulanmadan, sadece güvenlikçi tedbirler sosyolojik problemlere çözüm olamaz. Tıpkı vergi levhası gibi bütün mültecilerin yasal çalışma iznine tabi olması gerekir. Vergi levhası denetimi gereklidir, vergisi levhası olmayan dükkanların çalışmasına izin verilmemelidir. Fakat bu geçiş, sosyal bir yıkıma dönüşmeyecek bir planlamayla ele alınmalıdır. Ayrıca işini, dükkanını kaybeden mültecilerin ve onların çocuklarının karanlık suç ağlarının kucağına düşmemesinin güvencesi de ancak sosyal koruma ve sosyal tedbirlerle mümkün olabilir.
MÜLTECİLER CAN DERDİNDE DÜZEN PARTİLERİ OY DERDİNDE!
Yukarıda sıraladığımız maddelerin ardından bir soru: Acaba İçişleri Bakanlığının son genelgesi linç girişimlerine cesaret veren bir genelge midir yoksa linç eğilimini caydıran bir genelge mi?
Ne yazık ki emareler birincisine işaret. Ne zaman mülteci düşmanlığı kabartılsa yahut linçler yaşansa, eli sopalı saldırganlara “Suriyelilerin o mahalleden sürüleceği” söylenir ve sükunet böyle sağlandıktan sonra birkaç aile o mahalleden gönderilir. Fakat bugün burjuva muhalefetin de gazlamasıyla ırkçı kabarma çok daha yüksek boyutlarda. Millet İttifakı ısrarla hükümetin yumuşak karnına vuruyor. Ama sağdan sağdan! Oylarını yükseltiyor mu? Evet yükseltiyor. AKP’de burjuva muhalefetin “sağdan” yaptığı bu hamleyi durdurmak hatta fırsata çevirmek istiyor. İçişleri Bakanlığı Genelgesi bu yüzden! Kısacası koyun can derdinde kasap et derdinde. Oy hesapları arasında olan yine mültecilere oluyor. Bu kirli siyasetten Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin kazanacağı bir şey yok! Çünkü yoksulları ezen, kemiren sömürü sistemi hedef şaşırtıyor, kafa bulandırıyor, yerli ve göçmen emekçilerin arasındaki düşmanlık duvarlarını yükseltiyor.
Genelgenin bir absürt yanı da şu: İnsani bir sorun olan göç konusunda karar alıcılar ne gariptir ki hep “güvenlikle” ilgili devlet kurumları! Örneğin Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı genelgeye dahil bile değil! Mülteci dernekleri, göç toplulukları, sendikalar, üniversiteler, bilim insanları, eğitim ve sağlık kurumları da sürece dahil değil. BM ise yine ortalarda yok! Mülteciler sadece ulusal değil uluslararası koruma altında iseler BM neden bu sürece dahil edilmedi? Bu arada BM’nin itiraz sesi bile çıkmadı? Açık ki, “Göç batı ülkelerine gelmesin de ne olursa olsun” tutumu devam ediyor.
Özetle, sermayenin ve AKP’nin çarpık göç politikasına karşı başka bir göç politikası mümkün. Bunun için 10 yılın faturasını mültecilere değil AKP’ye keserek işe başlamak gerek. Demokratım diyen insanların sürgün kararnamelerine tereddütsüz karşı çıkması lazım. Göç konusu sosyal neden ve çözümlerle birlikte ele alınmalı ve popülist burjuva siyasetten kurtarılmalı.
06 Eylül 2021
https://www.evrensel.net/yazi/89410/tanjunun-pasi-akpnin-golu-multecilere-surgun-genelgesi