Egemen burjuva siyaset, halkın birikmiş ve dayanılmaz hale gelen sorunlarını seçime erteliyor ve Türkiye’yi iki kutuplu burjuva siyasi bloklaşmaya sıkıştırıyor. Buna göre, halkı kurtaracak ve memleketi düzlüğe çıkaracak iki seçenek dışında alternatif yok(!) Ya Cumhur İttifakındansın ya da Millet İttifakından.
Mevcut iki ittifak seçeneği elbette birebir aynı değil. Çünkü bir tarafta tek adam yönetimini esas alan, gerici ve faşist rejimi adım adım inşa eden bir yapı var ve halkın acilen AKP-MHP iktidarından kurtulması gerekiyor. Fakat işçi ve emekçiler, bir bütün olarak halk, sadece gideni ya da gitmesi gerekeni değil iktidara nasıl bir yapının, anlayışın geleceğini de tartışmak zorunda. Daha önemlisi halk nasıl bir yönetim istiyor ve gerçekten bu yönetim, kendi adına bir başkasının değil bizzat kendisi olarak halkın elinde olacak mı?
Her iki burjuva ittifak anlayışının ortak kesişme kümesi “sınıfsız, zümresiz Türkiye” diyerek özünde yine burjuva sınıfların egemenliğini temel almaları ve uluslararası sermayeye ve onunla iş birliği yapan Türkiye burjuvazisine birbirinden parlak yol haritaları sunmalarıdır. Cumhur İttifakı döneminde emek düşmanı yasalar “tek adam” eliyle süratle geçti. Yasa değişikliklerinin yetmediği yerde sermaye sınıfının imdadına gece kararnameleri yetişti. Bunu gördük. Millet İttifakı ise ayağını yine “bir sınıfın (burjuvazinin) emekçi sınıflar üzerindeki egemenliğinden” kaldırmadan sermaye düzeninin restorasyonu için kolları sıvıyor. Bu yüzden Millet İttifakında işçi sınıfına, emek ve meslek örgütlerine, sendikalara, sosyalist parti ve örgütlenmelere yer yok.
Düzenin restorasyonunda geminin dümenini kimler tutacak? Ekonomide Ali Babacanlar mı? Dış politikada Davutoğlugiller mi? İç işlerinde Akşenerler mi? Yoksa “Memleketi düze çıkarmak” adına emekçi halk bir 10 yıl daha Kemal Dervişlerin kemer sıkma politikalarına mı mahkum edilecek? Açık ki mevcut ittifak çizgisiyle CHP yönetimi de sistemin dışına çıkmıyor, bilakis sistemin restorasyonunda görev almak istiyor.
İki kutuplu burjuva rekabetin tarafları 2023 seçimlerini zaferle sonuçlandırmak için ayrıca halka “yeni bir yüzyıl” hayali sunmanın gayreti içinde. Erdoğan’ın liderlik yaptığı Cumhur İttifakı bu çerçevede 2023, 2053, 2071 tarihlerini tek adam rejiminin tahkimi, yeni Türk-İslamcı toplumun inşası ve “ekonomide süper Türkiye” yaratmanın adımları olarak ilan etti. İçinde tarihsel fetih referansları da bulunan bu belirleme Neoosmanlıcı gerici, agresif dış siyasetin de bir yansıması. Millet İttifakının amiral gemisi CHP de “İkinci yüzyıl manifestosu” üzerinden güncel taktik siyasi platformunu yüzyıllık bir felsefi açılımla taçlandırmak istiyor. İçinde kimi demokratik belirlemeler olmakla birlikte açıklanan manifesto yine “sınıfsız, zümresiz toplum” belirlemesine dayanıyor ve sınıf çelişki ve çatışmalarını, sınıf mücadelesini yok sayıyor, başka bir ifadeyle perde arkasına itiyor.
Görüldüğü üzere, gerek 2023 seçimleri gerekse yüzyıllık yeni toplum ya da yeni düzen tahayyülünde işçi sınıfı ve emekçilere, onların örgütlerine yer yok. Burjuva siyaset işçi sınıfının sırtında tepiniyor. İttifak denen mevzu Türkiye’de burjuva klik ve partilerin kerhen bile olsa işçi sınıfına, emekçilere yanaşmadıkları bir süreçten itibaren. Varsa yoksa işçilere ve halka sunulan siyaset “Bana tabi ol, bana biat et, seni kurtarayım” çizgisinden ibaret.
İşçi ve emekçilerin talepleri, acaba işçi sınıfı mücadelesi ve halk örgütlenmesi olmadan ve hatta onlar yok sayılarak nasıl sağlanacak? Sadece parti seçim vaatleriyle ve “Ben gelince çözeceğim, vallahi de çözeceğim billahi de çözeceğim” söylemiyle mi sağlanacak? İşçi ve emekçiler, 100 yıldır ve kuşaklar boyu çektikleri bu burjuva siyaset anlayışına artık prim vermemelidir. Her iş kolundan Türkiye işçi sınıfı; din, dil, ırk ayrımını bir kenara bırakarak birleşmeli ve talepleri etrafında, bulunduğu yerde varsa örgütlerini, sendikalarını da harekete geçirerek siyaset sahnesine çıkmalıdır. İttifak tartışmalarında eksik olan işçi sınıfının kendi birliğini sağlaması ve etkin bir bileşen olarak kendi platformunu inşa etmesidir. Bu hem mücadele sahasında hem de sandık ve seçimler açısından oluşturulması gereken bir platformdur ve elbette muhtevası aynı zamanda siyasi olmak zorundadır. İşçiler birleşmiş bir sınıf olarak Türkiye’yi bu karanlık tünelden çıkaracak motor güçtür ve elbette kendi ittifak platformunu inşa ederek (Yalnız kalarak değil) Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olmak zorundadır.
Bir işçi sınıfı partisi olarak EMEP 9. Kongresinden itibaren iki kutuplu burjuva kamplaşmaya karşı “üçüncü seçenek” oluşturma çağrısını bu yüzden yapmaktadır. Bu çağrı sermaye partilerinin ittifak seçeneğine karşı emeğin, emekçi sınıfların siyaset seçeneğine dair “ikinci bir seçenek” olarak da okunabilir. O zaman soruyu doğru soralım: Sermaye partilerinin ittifak platformundan mı yanasın, yoksa işçi ve emekçi sınıfların ittifak platformundan mı yanasın?
Gelinen yerde asıl olan işçi sınıfının siyaset sahnesine çıkmasıdır. Sosyalistler bunun için mücadele ederler. Türkiye’nin birikmiş bir dizi sorununun etrafında geniş bir mücadele ve seçim ittifakı oluşturmak ve bu ittifakta kimlerin yer alacağını tartışmak, işçi sınıfını ve sınıf mücadelesi perspektifini kaybetmeden yapılmalıdır. İşçi sınıfı ve emekçiler, yoksul halk bu hatta örgütlenmeyi başarmaya başladığında; bir iktidar alternatifi olmak kadar, kim seçilirse seçilsin, çok güçlü bir muhalefet merkezi olmayı da başaracaktır. Bu yol mutlaka açılacaktır ve bu yolda atılan her adım yeni yüzyılı emeğin yüzyılı yapacaktır.