Suriyeli mülteciler gündemi Türkiye’de 8 yıllık bir geçmişe sahip. Ama sol, sosyalistler ve demokratik güçler sorunu ele almakta, çözüm önerileri getirmekte hayli gecikti.
Altını çizelim; yazımızın konusu geçmişe dönerek bir tartışma yapmak değil. Bugünü konuşmak.
AKP Hükümetinin devreye soktuğu “geri gönderme” uygulaması, sol yelpazeyi de hareketlendirmiş görünüyor. Peş peşe yapılan basın açıklamaları, kaleme alınan makaleler, yürütülen tartışmalar; içinde kimi çelişkiler barındırsa da her şeye rağmen uyuşukluktan iyidir.
Yapılan analizlere ve ileri sürülen tezlere bakınca ciddi kafa karışıklıklarından söz etmek mümkün. 5 maddede özetlemeye çalışalım:
1. Son günlerde farklı kesimden sol kalemler, farklı analizlerden yola çıkıp aynı yerde buluşuyorlar: “AKP Esad’la anlaşsın mülteciler geri gönderilsin, AKP’yi buna zorlamalıyız.” Peki, sosyalistlerin işi, görevi bu olabilir mi? Olamaz. Çünkü buna gelmeden ABD, Rusya ve AB emperyalizminin Suriye’den çekilmesi gerekir. Emperyalistler ve bölge devletlerinin işgalinden arındırılmış Suriye’de iç barışın sağlanması, geçici bir hükümetin ve demokratik seçim koşullarının oluşması gerekir. Savaş zararlarının tazmini, ülkede viran olmuş alt yapının onarılması gerekir vs… Bu şartlar oluşmadan, bu şartları savunmadan, siyasi çözümde halkın/halkların iradesine dayanmadan iş Esad’a, AKP’ye nasıl havale edilir? Buna açıkça havlu atmak denir. “Ama şartlar bir türlü oluşmuyor” demek de bir sosyalist için düşülecek en aciz hallerdendir.
Yukarıdaki çerçeveden koparılmış ve AKP-Esad’a bırakılmış her önerme mülteciler için de felakettir. Zira milyonlarca mülteci için Suriye hala güvenli değil. Vesayet savaşı/iç savaş devam ediyor. Ayrıca “Mültecilerin gitmesi için AKP ile Esad anlaşsın” önermesinin patenti de CHP, İyi Parti ve İP’e aittir. Bu önermede mülteciler edilgendir, önerme evrensel değerlerden değil “milli”, milliyetçi saiklerden türemiştir.
Bu madde ile ilgili son not: Sosyalistler mültecilerin (ve elbette ülkenin) geleceği konusunda “geri gönderme” kavramından uzak durmalıdırlar. Bunun yerine “geri dönüş koşullarının sağlanması, güvence altına alınması” daha tutarlı bir tanımdır. Çünkü “geri gönderme” içinde zoru/zorlamayı barındırır. Kaldı ki, dönmeyi tercih etmeyenler için eşit ve bir arada yaşam koşullarının sağlanmasını talep etmek, sosyalistlerin olmazsa olmazıdır.
2. Sol adına ileri sürülen bir başka görüş “Projecilik peşinde koşma, siyasi çözüme odaklan” şeklindedir. (Karıştırılmasın; burada projecilikten kasıt sistem içinde de çözülmesi mümkün taleplerdir, AB fonlu projeler değil.) Bu sava göre nihai çözüm her şeydir, diğer taleplerse hiçbir şey! Bu sav kolaycıdır, toptan çözümcü ama topu taca atan bir savdır. Ona göre: BM’nin imza altına aldığı ama şimdilerde delik deşik ettiği mülteci hukuku fasa fisodur. AB ile imzalanan “Geri Kabul Antlaşması”nın üzerinde durmaya bile gerek yoktur. Mültecilerin kurtuluşu için tek yol sistem değişikliğidir vs. Bu problemli yaklaşım, kendisini, mültecilerin güncel sorunları ile birlikte politikanın da güncel sorunlarından uzak tutmaktadır. Oysa sosyalistler asıl olarak kestirmeci bu anlayıştan uzak durmalıdır. Nihai çözüme gidecek yolun açık olması için de buna ihtiyaç vardır.
3. Suriyeli mülteci denince sadece eli kanlı cihatçıları anan; topunu çalışmaz, asalak sayan, kontrolü kaybettiğinde sözü “Ama Araplar…” diye tamamlayan hastalıklı yaklaşımlar da ne yazık ki ‘sol’, ‘sosyalist’ lügata belirli oranda yerleşti. Oysa bir sosyalist, kapitalizm çağındaki herhangi bir toplumu sınıfsız, zümresiz bir toplum olarak görebilir mi? Ayrıştırma ve analiz yeteneğinden yoksun bu bakış açısı, çoğunluğu Türkiye işçi sınıfına katılmış mülteci proleterleri de görmüyor, göremiyor. Aynı şekilde onların nasıl bir sınıfsal etkileşim ve dönüşüm içinde olduklarına dair fikre de sahip olamıyor. Donuk felsefenin buz kalıpları içinde sıkışıp kalmış bu düşünce, Suriyelilerin kendi içinde Araplar, Türkmenler, Kürtler, Çerkesler, Ermeniler, Hristiyan ve Müslüman halklar olarak farklı parçacıklar taşıdığını da göremiyor haliyle.
4. İşçi sınıfı ve emekçi sınıfların kendiliğinden gelen bilinci her zaman doğru söylemez, doğruya işaret etmez. Verili durumda ve söz konusu “mülteciler” olduğunda emekçilerin çabucak okun ucuna ‘yabancı işçileri’ yerleştirmesi buna örnektir. Lakin görüntünün arkasındaki gerçek; işçi sınıfı üzerindeki burjuva şoven, milliyetçi ve ırkçı etkinin kendisidir. Hal bu iken mültecilere dair ön yargılarda kitlelerden gelen kendiliğinden basınç, sosyalistler tarafından doğal, hoş karşılanabilir mi? Kendi yerli işçisini ‘kazanmak’ adına mültecileri “geri gönderme” siyasetine yol açılabilir mi? Açık ki; ırkçılık ve şovenizm zehrine karşı kendi aydınlatma fonksiyonunu rafa kaldıran, zoru seçmek yerine hazır ve kolay reçete peşinde koşan sosyalistler, tutarlı bir sosyalist olarak varlıklarını sürdüremezler.
“İşsizliğin, ekonomik krizin, yoksullaşmanın nedeni Suriyelilerdir, onlar gönderilirse iş, ekmek gelir” diyen işçiye, emekçiye bir sosyalistin söyleyeceği söz nedir? Birinci olasılık sessiz kalarak onay vermek, giderek gaza gelmek ve bir süre sonra kendisini de aynı slogana sarılmış halde bulmaktır. İkinci olasılık ise işçi sınıfının Suriyeliler gelmeden önce yoksullaşmaya başladığını anlatmak, bunun temel nedeni olarak özelleştirme, taşeronlaştırma saldırılarıyla birlikte sendikal örgütlenmelerin dağıtılmış olmasını hatırlatmaktır. (Nitekim yüzde 13’lere düşen Türkiye’deki sendikalaşma oranı değişmeden, yoksulluğun ve sermayenin üstesinden gelmek mümkün değildir) Sahi siz bu iki olasılıktan hangisini seçerdiniz?
5. Elbette tarih tekerrürden ibaret değil. Ama bu gerçeklik, kimseye geçtiğimiz yüzyılın yaşanmışlıklarını, deneyimlerini bir kenara atma hakkı vermez. Avrupa merkezli yaşanan iki büyük emperyalist savaşta dünya işçilerinin “ulusal çıkar ve zaferler” uğruna birbirlerine nasıl kırdırıldıklarını, faşizmin yükselişinde yabancı düşmanlığının nasıl köpürtüldüğünü bugünün işçilerine anlatmak kimin görevidir? “O dönem başka bugün başka …” diyerek işin kolayına kaçanlar az değil ama! Bugün yaşananlara bakıp “Türkiye Almanya değil, Suriyeliler de Almanya’daki Türkler değil…” diyenler de öyle. Oysa mülteci düşmanlığı ya da yabancı işçi düşmanlığı ile mücadele edilmeden; bütün zamanların ve bütün halkların baş belası olan faşizm tehlikesi ile yüzleşmek, baş etmek mümkün değildir. Bu yapılmadığında nasyonal sosyalizmin kapılarının bugün de ardına kadar açık olduğu bilinmelidir.
Sadede gelirsek…
Sosyalistler, örgütsel mevzilerini her zamankinden çok işçi sınıfının bulunduğu yerlere taşımalı; mülteci işçileri işçi sınıfından ayırmamalılar. En azından pusulayı şaşırmamak için! Kaldı ki, sosyalistlerin enternasyonalizm penceresinde her zaman yerli ve mülteci işçilerin ortak örgütlenmesi yazar.
Ve son söz…
Bana mültecilere bakışını söyle, sana nasıl bir sosyalist olduğunu söyleyeyim.
05 Ağustos 2019
https://www.evrensel.net/yazi/84492/sosyalistler-ve-multeciler