Mülteci işçilerin bayramını erkenden kutladım. İstanbul’un farklı yerlerinde çalışan, çoğunluğu Suriyeli işçiler onlar.
Oysa “Suriyeli” ve “bayram” deyince akla hemen; sınır ötesine geçip bayram kutlayan birkaç bin kişi gelir. Ve buradan yola çıkarak 4 milyon mültecinin sosyal medyada linç edilmesi.
Peki, bu bayramda durum ne? Haydi şöyle bir İstanbul turuna çıkalım…
20 AĞUSTOS KABUS OLDU
Merter’de çalışan, Bağcılar’da oturan saya (ayakkabı) işçisi Suriyeli gence sordum: “Bu bayram için ne hazırlık yaptınız?”
Cevabı şu oldu: “İnsanlar sokağa çıkmaya korkuyor. 20 Ağustos kabusumuz oldu: Kaydı olmayanlar ya da başka ilde kaydı olanlar cezalı duruma düşecek.”
İkinci sorum: “Peki cezanın karşılığı ne?”
İkinci cevap: “Belki para cezası belki hapis. İl dışı yerine bu kez sınır dışı edebilirler.”
Kısacası 20 Ağustos’tan önce kimse yakalanmak istemiyor. Herkes evine kapanmış. 20 Ağustos’tan sonrası ise başka bir kabus! Çünkü o zamana kadar bir yumuşama olmazsa kabusa ceza korkusu eklenecek.
Saya işçisi gencin anlattığına göre;
– Kimliğinde İstanbul yazanlar bile artık sokağa çıkmaktan korkuyor. Çünkü serde şüpheli diye alınıp İstanbul dışı edilme korkusu var.
– Her taraftan sıkıştırıldıkları duygusunu yaşayan Suriyeliler yeni bir travmanın içinde. Suriyelilerin yoğun yaşadığı sokaklarda yaşam gece 12’lere kadar sürerken, şimdilerde saat 10’u bulmadan sokak boşalıyor.
Aynı gençten çarpıcı bir örnek: “Bütün ailesi İstanbul’da kayıtlı bir abi var. Kendi kaydı İzmir’de yapılmış. Çünkü ilk o gelmiş. Şimdi onu gönderecekler ama İzmir’de iş yok, iş bulsa bile çalışma izni yok. Denetimler sıklaştı, atölye sahipleri çalışma iznine yanaşmıyor. Peki, ne yapacak bu adam? Ailesi ne yiyecek?”
Saya işçisi gençten ikinci çarpıcı örnek: “Geçen gün zabıtaları görünce arka kapıdan kaçtık. Biz yakalansak atölye sahibi duman olacak. Ona 9 bin 500 ile 17 bin lira para cezası kesilecek. Bizi kim düşünecek, kim bakacak bize?”
Öyle zalim bir hal ki bu: Sigortasız, üç kuruşa ve uzun saatler çalışmayı bile mülteciye mumla aratıyor.
ÇOCUK İŞÇİLERİN YÜZÜ GÜLMÜYOR
Genç işçilerden dinledim: İkitelli ve Merter’de atölyeler boşalmış. Mülteci çocuk işçiler de çalışmıyor haliyle. Peki, onun yerine ne yapıyorlar, okula mı gidiyorlar? Hayır. Bakmakla yükümlü oldukları aileleri ekmeğe muhtaç çünkü. Bir süre sonra da açlıkla yüz yüze kalacaklar.
Bir çıldırtan çelişki: Çocuk işçiler şimdi çalıştıkları için değil çalışmadıkları için mutsuz! Yüzler gülmüyor. Müthiş bir travma hali bu. Hemen hepsi tıpkı birer yetişkin gibi eve nasıl ekmek götüreceklerini düşünüyor.
CAMİDE BAYRAM NAMAZI DA YOK
20 Ağustos gerilimini yaşayanlar sadece Suriyeliler değil. Bayramda sokaklar Özbek ve Türkmen işçilere de yasak! Fatih’te konuştuğumuz işçiler ‘mecbur bayramı evde geçireceğiz’ diyor. Günlerdir ‘evden işe işten eve’ zincirine vurulan göçmen işçiler, bayramda kendilerine yine oto-yasak koymuşlar. Bu kez camide bayram namazı da yok. Çünkü denetime takılma ve sınır dışı edilme korkusu var.
Çağlayan’da çalışan ve daha önce Suriye’ye bayramlaşmaya giden birkaç aile şimdi bunu yapamıyor. “Kapı kapanır, geri dönemeyiz” kaygısı taşıyorlar. İstanbul’da kaydı olmayanlar zaten sınıra yaklaşamıyor. Denetim ve geri gönderme baskısı Çağlayan’a ‘gece çalışması’ getirmiş! Korsan çalıştırmada ‘part-time uygulaması’ ise yeni buluş! Geri gönderme baskısı sömürüyü ortadan kaldırmamış, daha da illegal hale getirerek katmerleştirmiş
EŞYA SATMAYA BAŞLADILAR
Ailesiyle birlikte Sultangazi’de yaşayan metal işçisi bir Suriyeli bana şunları söyledi: “Benim ve ailemin kimliğinde İstanbul yazıyor. Çok şükür bizim sıkıntı yok. Patron bana çalışma izni de çıkardı. Mühendisim, bana ihtiyacı var. Asgari ücrete çalışıyorum ama olsun, daha kötüleri var. Çok insan gönderdiler. Dayım Antep’te yaşıyor, orada işler durmuş, gitsen sürünürsün. İnsanlar açlıktan mı ölecek?”
Metal işçisinin aktardığına göre; birçok arkadaşı il dışına gitmek yerine Suriye’ye dönmeye karar vermiş. ‘Böyle öleceksem hiç değilse toprağımda ölürüm’ demeye başlamış insanlar. Ev eşyasını spot mağazalara satanlar var. Bunun da bir nevi oto-sürgün hali olduğunu not düşelim.
Küçükçekmece’de tanıştığımız Suriyeli işçilerden biri dönmeye karar vermiş. Çünkü kayıt yerinde Gaziantep yazıyor ve Antep’te iş yok. Alıkonan Pakistan ve Afganistanlı işçiler ise götürülüp Ankara’ya bırakılmış. Sonrasında topluca taksi tutarak yeniden İstanbul’un yolunu tutmuşlar.
İDLİB’E GÖNDERİLEN İŞÇİ
Küçükçekmece’de 17 yaşındaki bir geri dönüşüm işçisi ile konuşmuştum. O da kimlik kontrolü sırasında alıkonulmuş. Sonrasında sınır dışı ve İdlib yolu. İş arkadaşları hayli üzgün. Onun cihatçı örgütler tarafından silah atına alındığını söylüyorlar. Bilgiler net değil ama aldıkları duyum endişe verici. Öylesine bir örnek değil bu. Çünkü bu örnekte; geri gönderilen ya da dönen mülteci gençlerin, iç savaş moduna göre parçalı ve kutuplaşmış bir militarizme itilebileceklerinin ip uçları saklı.
MAZLUMUN TRAVMASI KATLANIRKEN BAYRAM KUTLAMAK
Öncesinde bombalanmış şehirler gördük. Dikenli telleri çıplak elle bükerek çocuklarını bu tarafa atanları gördük. Alan Kurdi’yle sarsıldık, Ege’de toplu ölümlere lanet yağdırdık sonra. Ve mülteci pazarlıklarına kurban edilmiş milyonların 8 yıllık esaretine tanıklık ettik.
Şimdi…
Geri gönderme baskısı ile yaratılan bu korku ikliminde, terse doğru akan yeni ve dramatik bir göç dalgası ile karşı karşıyayız. Mazlumlar, milyonlar travma üstüne travma yaşarken; bu duruma kayıtsız bayram kutlamalarının yaşandığı günlerdeyiz.
Merter’de konuştuğum o genç saya işçine şöyle bir soru sordum: “Sizin durumla ilgili bir yazı yazıyorum. Bir başlık atsan ne yazardın?”
Cevabı, meramımıza tercüman oldu: “Bize bayramda ‘geçmiş olsun’ deyin…”
Çünkü onlar bayram coşkusunu yaşamak bir yana; bayramda kazaya uğramış ağır yaralılar gibiydiler.
İYİ DE ÖNERİN NE?
Bana her yazımın sonunda “İyi de kardeşim önerin nedir?” diye soranlara cevaben bugün üç önerim olacak:
20 Ağustos ve geri gönderme kabusu son bulsun. Kimliği olmayanlar için “iltica kabul ve koruma merkezleri” açılsın. 4 milyon sığınmacıya “mülteci statüsü” ve buna bağlı olarak uluslararası koruma verilsin. Böylece sürecin sorumluluğu Türkiye ile birlikte BM ve AB’ye yüklensin.
Mülteci işçilere çalışma izni patronların onayına bırakılmasın, güvence altına alınsın. (Zaten rakamlar da ortada: 1 buçuk milyon mülteci işçiye karşılık çalışma izni verilen sayı sadece 31 bin!) Mülteci işçilerin de Türkiye’deki sendikalara üye olabilmesi sağlansın. Eğitim çağında olması gereken yüz binlerce çocuk işçi ve onların yoksul aileleri koruma kapsamına alınsın.
Suriye savaşının her yeni aşamasında, mülteciler demografik siyasetin malzemesi yapılmasın.
Peki, bütün bunlar mücadele etmeden olur mu?
Olmaz.
12 Ağustos 2019
https://www.evrensel.net/yazi/84532/bize-bayramda-gecmis-olsun-deyin