Narin cinayetinin ardından Tekirdağ Malkara’dan gelen haberle sarsıldık. İstismarın hedefinde bu kez 2 yaşındaki bir bebek vardı. Soruşturma kapsamında tutuklanan anne B.Y. savcılıktaki ifadesinde; “komşularının oğlu K.A’nın makarna yaptıklarını belirterek kendilerini yemeğe davet ettiğini, bebeğini komşularına bırakarak kendisinin eve döndüğünü” söylemişti. Devamında, “bebeği akşam gidip komşularından aldığını, banyo yaptırırken bebeğin bezinde gördüğü kan sonrası kızına zarar verildiğini anladığını ancak durumu kimsenin duymaması için örtbas ettiğini” ifade etmişti.
Acaba Tekirdağ’daki korkunç olayda, istismar suçuna adı karışan komşular yerli değil de Suriyeli bir aileden olsaydı toplumsal reaksiyon bu kadar sessiz mi olurdu? Elbette bu soruyu sormaktaki muradım bu tür vakalar karşısında herhangi bir galeyana meşruiyet sağlamak değil, olaylara verilen tepkiler arasındaki çelişkiye işaret etmek.
Hatırlarsak, daha birkaç ay önce Kayseri’de Tekirdağ’daki vakaya benzer bir istismar olayı gerçekleşmişti. Sosyal medya ve medya haberleriyle birlikte Kayseri’de büyük galeyan ve linç girişimleri yaşanmıştı. Sosyal medya paylaşımlarının çoğu saldırgan ve provokatif nitelikteydi.
Kayseri’de Eskişehir Bağları’nda bulunan Danişment Gazi Mahallesinde Suriyeli İ.A (26) Suriyeli çocuk M.A’ya (7) cinsel istismarda bulunmuş, görüntüler sosyal medyaya düşünce kalabalıklar sokaklara dökülmüştü. Bir kişinin suçu bütün bir mülteci toplumuna mal edilmiş ve saldırgan gruplar Suriyelilere ait dükkanları ateşe vermişlerdi. Arabalar ters çevrilmiş, yakılmış, kırılmıştı. Motosikletler toplanarak ezilmişti. Mültecilerin evleri de taşlanmıştı. Olayların neticesinde 3000 kadar Suriyeli işçi, ailelerini de yanlarına alarak Kayseri’yi terk etmek zorunda kalmıştı. Kayseri OSB’nin (Organize Sanayi Bölgesi) patronları da gidişata dair endişelerini dile getirmiş, (ucuz) işgücü kaybına işaret etmişlerdi.
Bir çocuğa cinsel istismar haberi üzerinden tırmanan nefret suçları ve linç olayları Kayseri’yi de aşarak Adana, Hatay, Antalya gibi başkaca illere sıçramıştı. Bu nefret silsilesinin ve provokatif yönlendirmelerin sonunda Antalya Serik’te işten dönen Suriyeli bir genç bıçaklanarak can vermişti.
Kayseri ve devamındaki olayların bilançosu vahametin boyutuna da işaretti. İçişleri Bakanlığına göre; Türkiye genelinde 1065 gözaltı işlemi yapılmış, 28 tutuklamaya ek olarak 187 kişi adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. Kayseri’de ise 855 gözaltı, 13 tutuklama, 145 adli kontrol şartıyla serbest bırakma işlemi vardı. Kayseri’deki şiddet ve galeyana imza atan ve gözaltına alınan 468 kişi tam 50 farklı suçtan sabıkalı çıkmıştı. Sabıkalı suçlar şu şekildeydi: “göçmen kaçakçılığı, cinsel istismar, kasten yaralama, yağma, hırsızlık, uyuşturucu, mala zarar verme, dolandırıcılık, şantaj vs”. Başka bir ifadeyle göçmenleri hedefe koyan güruhun içinde göçmen kaçakçılığı üzerinden para kazananlar vardı! Sözüm ona cinsel istismar olayına “öfke duyarak” mülteci evlerine saldıranlar arasında cinsel istismar suçundan sabıkası olan kişiler vardı!
Tam da bu nedenle Kayseri ile Tekirdağ vakalarını sosyolojik açıdan karşılaştırmak gerek. Her iki istismar vakası da adli olay olmasına ve birbirine yakın özellikler taşımasına rağmen Tekirdağ’da yerli yurttaşlara (zanlılara) yapılan “hukuksal işlem”, Kayseri’de zanlı Suriyeli olduğu için yerini galeyan ve linç girişimine bırakabiliyor. Mülteci topluma yönelik nefret suçları ve linçler olağan görülebiliyor. Dolayısıyla Tekirdağ’daki toplumsal reaksiyon biçimiyle Kayseri’dekini karşılaştırdığımızda; burada, çocuğa yönelik cinsel istismar suçları üzerinden dezavantajlı toplumsal yapıları, özellikle de mülteci toplumu hedefe koyan örtük bir ırkçılıkla karşı karşıya olduğumuzu tespit etmek gerekir. “Örtük ırkçılık” kavramını sadece Kayseri vakası üzerinden değil, Kayseri ile Tekirdağ vakalarını bir arada düşünerek öne sürüyorum. Aksi halde Kayseri’deki linç girişimi örtük değil açık bir ırkçılık pratiğidir zaten.
Günlerdir ülkenin baş gündemi haline gelen Narin Güran cinayeti de “örtük ırkçılık” tartışmalarından azade değil. Çünkü “orda bir köy var uzakta” diye tarif edilen coğrafya Kürt coğrafyasıydı ve bu yüzden ırkçılar tarafından hedefe konmuştu. Kürt bir kız çocuğu olduğu için Narin’e tüm zulümleri reva gören sevinç çığlıkları da atılmadı değil. Sosyal medya alanında fosseptik patladı ve yine lağım aktı.
Meseleyi doğu toplumlarının cehaletine, feodaliteye bağlayan oryantalist bakış açısı da ortaya çıktı bu dönemde. Oysa ülke nüfusunun yüzde 93’ler civarında kentleştiği, çoğunlukla da çarpık kentleştiği bu zaman diliminde; çocuğa istismar, kayıp çocuklar ya da çocuk katliamları gerçeği esas olarak kent ve kentli sorunları haline gelmişti. Tekirdağ’daki vaka da bunu bir kez daha göstermiş oldu.
HÜDAPAR temsilcilerinin Narin cinayetinden “İsrail değerlerini” sorumlu tutması, “dış mihrak” diyerek İsrail ve batı dünyasını işaret etmeleri de üzerinden atlanacak, gülünüp geçilecek bir konu değil. Evet, iddianın dayanağı bakımından bu söylem çok gülünç. Zira Tavşantepe köyü İsrail’de ya da Amerika’da bir köy değil. Fakat burada hedef şaşırtmak üzere “örtük” olan bir başka “ırkçılık” türü karşımıza çıkarılıyor: antisemitizm. Üstelik Narin cinayetinin üzerine giden, devleti, hükümeti, geçmiş Hizbullah bağlantılarını sorgulayan demokratik Kürt inisiyatifi ye da kadın hareketi İsrail değerleriyle yan yana zikredilebiliyor. Dolayısıyla Cumhur İttifakının “makbul Kürdü” makbul olmayan Kürtleri İsrail değerleriyle eşitleyerek hem kendisine üst bir kimlik yaratmış oluyor hem de “makbul görülmeyen” Kürtleri alt kimliğe iterek siyasal dinci ve ırkçı bir propagandanın hedefi haline getiriyor.
Bir soruyla kapatalım: Eğer Güran ailesi Suriyeli mülteci bir aile olsa ya da “makbul görülmeyen Kürtler”den olsa, Narin cinayeti üzerindeki sis perdesi bu kadar uzun sürebilir miydi? Dolayısıyla adalet ve hukuk alanı da ayrımcılıktan ve örtük ırkçılıktan nasibini alıyor. Bu nedenle Tekirdağ, Kayseri, Diyarbakır hattında, çocuğun istismarı üzerinden organize edilen örtük ırkçılığa karşı mücadele, çocuk istismarına karşı mücadele kadar önemli bir konu. Örtük ırkçılıkla yüzleşmek gerekir.