Spectrum House Düşünce ve Araştırma Merkezi tarafından “Kürt Seçmen Eğilimi ve Performans Ölçümü Raporu” adlı saha çalışması yayınlandı. Veriler İstanbul, Ankara, Mersin’in yanı sıra 9 Kürt ilinde ve 1508 kişiyle görüşülerek elde edilmiş. Görüşmeye sadece Kürtler dahil edilmiş. Kitlelerin siyasal yönelimlerini anlamak, veri tabanlı analiz yapabilmek ve tartışma imkânı bulmak bakımından bu tür çalışmalar önem taşıyor. Raporun tamamını bu yazının sınırlı kapsamı içinde ele almak mümkün değil. O yüzden çarpıcı bulduğum birkaç noktaya değineceğim.
Eğitim eşitsizliğinde Kürtler
Anket sorularına yanıt veren Kürt yurttaşların yüzde 37,5’i lise mezunuymuş. Yüzde 22,2’si ortaokul, yüzde 20,3’ü ise ilkokul mezunu. Sadece okur yazar olanların oranı yüzde 3,1 iken, okuma yazmayı bilmeyenler yüzde 2,4 civarında kalmış. Bu tablo bize, yaklaşık her iki Kürt’ten birinin (yüzde 42,5) sadece ilk ya da ortaokul okuyabildiğini, liseye dahi gidemediğini söylüyor.
Eğitim ve okullaşmada önceden beri devam eden bölgesel eşitlikler; çatışma süreçlerinde yaşanan köy boşaltmaları, okulların kapanması ve iç göçün de etkisiyle boyut değiştirerek devam etmiş görünüyor. Savaş, çatışma, sürgün ve yoksullaşma nedeniyle batı illerine göç etmek zorunda kalan Kürt çocuk ve gençlerinin uzun yıllar okul yerine işe gitmek zorunda olduklarını da hatırlamak gerekir. Gelinen yerde, her iki Kürt’ten birinin lise dahi okuyamamış olması, “Türkiye Yüzyılı” diye vizyona çıkan AKP iktidarının 21’inci yüzyılda Kürtlere reva gördüğü eğitim seviyesinin de çıplak bir özeti.
Gözlerden kaçmasın: Spectrum House’un raporuna göre anketlere yanıt veren her 100 Kürt’ten 5 ya da 6’sı ilkokulu dahi okuyamamış! Bu kişiler sadece okur yazar olan ya da okuma yazma dahi bilmeyen Kürtler. Sahi kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz? Gerek ülkenin doğusunda gerekse batısında Türkçe eğitim kurumlarına erişim tablosu işte böyle. Peki, Kürtçe ve anadilinde eğitime erişim durumu nedir? Bu yönde anket verilerinden çıkan bir sonuç yok. Buna gerek de yok zaten. Çünkü Kürtçe anadilinde eğitim hala yasak. Tersi olsa kanımca okullaşma ve eğitim oranlarında bambaşka bir tabloyu konuşmuş olurduk.
Anti parantez: Ankete katılan Kürtlerin yüzde 13,7’si üniversite mezunu iken yüzde 0,7’si lisansüstü öğrenim görmüş. Lise mezunlarının oranı ise yüzde 37,5.
Sınıfsal dizilimde Kürtler
Katılımcıların “çalışma durumu” bildirimleri de sosyo-sınıfsal analiz elde etmek bakımından değerli. Buna göre katılımcıların yüzde 34,2’si özel sektörde. Yüzde 18,1’i ev hanımı iken katılımcıların yüzde 13,5’i esnaflıkla geçiniyor. Her 100 Kürt’ten 10,4 kadarı işsiz. Emeklilerin oranı sadece yüzde 7,7’de kalıyor. En çarpıcı veri ise kamuda çalışanlar: her 100 Kürt’ten sadece 3,9’u kamuda çalışıyor. Elbette bu veriler ankete katılımcıların oranlarıyla sınırlı ama yine de bize bir şeyler söylüyor. Kamuda istihdam önemli oranda ve hala Kürtlere kapalı. 31 Mart yerel seçimlerinden sonra bir kamu kurumu olarak belediyelerde işe başlayan Kürt yurttaşların da bu verilere dahil olduğunu varsayarak tablonun ne kadar vahim olduğunu not düşmek gerek.
Sınıfsal dizlimde ücret/maaş oranları da dikkat çekici. Ankete katılanların yüzde 34,8’i 17.001-25.000 TL, yüzde 25’i de 10.001-17-000 TL bandında parayla ay sonunu getirmeye çalışıyor. Başka bir ifadeyle her 10 Kürt’ten 6’sı 25 bin liranın altında bir ücrete yani açlık sınırına mahkûm. Katılımcıların yüzde 11,5 kadarı da 10 bin TL’nin altında yaşamak zorunda. Yani bu kesim kuvvetle muhtemel sosyal yardımlara muhtaç ya da yardım ağlarının pençesinde yaşıyor. İktidarların her daim gözüne kestirdiği bir nüfus bu. Öte yandan katılımcıların sadece yüzde 5 kadarı 50 bin lira ve üzeri para kazanabiliyor. Hiçbir toplum sınıfsız ve zümresiz olmadığı gibi Kürt halkıyla birlikte Türk halkının da önemli bir çoğunluğu yoksulluğa mahkûm yaşıyor. Bununla birlikte işkolları bazında en ağır, en tehlikeli, en güvencesiz işlerde mülteci işçilerle birlikte Kürt işçiler sömürülüyor. Dolayısıyla derin yoksullukta Kürt nüfusu hala en alttakiler kategorisinde yarışıyor. Başka bir ifadeyle post kolonyalizmin sosyo-ekonomik izdüşümü yeni görüngülerle devam ediyor.
Erken seçimin gerekçesi: Birinci sırada “kötü ekonomi”
Ankete katılan Kürtlerin yüzde 67,1’i erken seçim yapılmasına “Evet” diyor. “Hayır” diyenlerin oranı sadece yüzde 27,7. Kararsızların oranı yüzde 5,3. Kürt halkının gerek doğuda gerekse batı kentlerinde net olarak erken seçim istedikleri görülüyor. Kürtlerin taleplerine kulak vermeyenlerin, Kürtlerin yanında durmayanların, Kürtlerle birlikte demokratik bir gelecek inşa etmeye niyeti olmayanların “erken seçim çağrıları” yaparken Spectrum House’un bu verilerini de dikkate alması gerekecek. Zira Kürt seçmenler iktidarın değişmesi konusunda hala anahtar rolünde.
Kürtlerin neden erken seçim istediklerine bakıldığında; katılımcıların yüzde 36,7’si buna gerekçe olarak “kötü ekonomi” diyor. Yüzde 28,9 “iktidar değişmeli” diye açıklarken, yüzde 13,3 ise erken seçim talebini “Türkiye’nin geleceği”ne bağlıyor. Yüzde 5,1 de “adaletsizlik” gibi gerekçeleri sıralıyor. Sonuç itibarıyla, katılımcıların erken seçim beklentisi içinde olması büyük oranda ekonomik faktörlere bağlı. Dış politikada maceralar, Kürt sorununda çözümsüzlük ve savaş/silahlanma politikalarındaki maliyetin “kötü ekonomi” üzerindeki etkisi de bilinmez değil.
Peki, kurtuluşun tek reçetesi seçim mi? Mücadele dinamikleri ve yol arayışları açısından Kürtler bize ne söylüyor? Rapordaki veriler bu sorulara yer vermemiş. Eğilim ve bulguları tartışırken ittifaklar, seçim ittifakları, mücadele birlikleri ya da mücadele ittifakları üzerinden de tartışmakta yarar var. Ki, Sprectrum House sanırım bu konuda da bir rapor hazırlığı içerisinde.
Anlaşıldığı kadarıyla “kötü ekonomi” hem Türkler hem de Kürtlerin anket sıralamalarındaki birinci gündemi. O halde Türkiye işçi sınıfı, sendikalar ve emek örgütleri, yanı sıra toplumsal siyasal muhalefet; en altta sömürülerek ezilen, yeri geldiğinde her türlü ayrımcılık, ötekileştirme, nefret ve linçlere maruz kalan Kürtleri kulak arkası yaparak yol alamaz. Kürt halkını yanına almadan bunu ne seçimlerde ne de mücadele alanlarında başarabilir. Toplam veriler en azından bize bunu söylüyor.
Milletçilik, sosyalistlik, muhafazakarlık
Son değinmek istediğim konu katılımcıların siyasi aidiyetine dair. Nitekim, “Kendinizi hangi görüşe daha yakın hissediyorsunuz” sorusuna verilen yanıtlarda yüzde 34,9 “Kürt milliyetçisi” şeklinde çıkıyor. Kendisini “muhafazakâr” olarak tanımlayanlar yüzde 23,2, kendisini “sosyalist” olarak tanımlayanlar ise yüzde 19,9 şeklinde. Yüzde 5,5 “liberalim” derken, “Türk milliyetçisi” olduğunu söyleyen Kürtlerin oranı da yüzde 4,9’larda görünüyor. “Diğer, cevap/fikrim yok veya hiçbiri” yanıtını verenlerin toplamı da yüzde 11,7 olarak ölçülmüş.
Dünya ve Türkiye’de sosyalizm dalgasının gerek ideolojik gerekse politik olarak düne nazaran güçlü esmediği açık. Kaldı ki, anti-sosyalist kampanyalar uzun yıllar devam etti. Bütün bunlara rağmen bugün her 100 Kürt’ten 20’sinin kendisini “sosyalist görüşten” sayması kıymetli sayılmalı. Türk ve Kürt illerindeki deneklerin ya da yaş grupları veya gelir düzeyindeki verilerin alt kırılmalarını göremediğimiz için, “sosyalist görüşten” olan Kürtlere dair daha derinlikli bir analize girmek pek doğru olmaz.
Öte yandan kendini “Kürt milliyetçisi” olarak ifade edenler ankette en yüksek oranı temsil ediyor. Fakat burada itinalı bir yaklaşıma ihtiyaç var. Çünkü ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ulus milliyetçiliği aynı şey değil. Ezilen bir halkın bileşeni olarak Kürtlerin “milliyetçilik” derken; baskı, eşitsizlik ve sömürüye karşı taleplerini dile getirdiklerini de atlamamak lazım. Bunu egemen sağcı, yer yer ırkçı ve şoven milliyetçilik türleriyle aynı kefeye koyarak tartışmak yanıltıcı olur. Buradan yola çıkarak Kürt halkına mesafe koymak bir diğer yanılgı olur.
Tüm baskı, inkâr ve asimilasyon politikalarına rağmen kendisini “Türk milliyetçisi” olarak tanımlayan Kürtlerin yüzde 4,9’da kalması, egemen/sağcı Türk milliyetçilik ideolojisi adına bir başarıyı değil başarısızlığı temsil etmiş olmalı. Kendini “muhafazakâr” tanımlayan Kürtlerin yekunu tarihsel olarak her zaman belirli bir hacme sahip oldu, bugün de öyle görünüyor. Bu kesimde iktidardan bir kopuş gözlenmekle birlikte yeni bir siyasal odak bulamadıkları da not düşülmüş.
Raporu incelerken, sunulan veri ve analizleri donuk halde değil, dinamik, hareket halinde ve birbiriyle geçişken kümeleri olan bir bütünlükle ele almak lazım. Siyasal eğilimlere ve seçmen davranışına ışık tutan yeni çalışmaların gelmesi dileğiyle, emek verenlerin eline sağlık diyelim.