Çok değil, 5 yıl öncesiydi. Gece saat 00.:44’tü ve takvim yaprakları 7 Eylül 2017’yi gösteriyordu. Bartın Amasra’da maden işçileri eylemdeydi. Yerin 200 metre altından sesleniyordu işçiler: “Madenci feneri sönmeyecek!”, “Madenler halkındır satılamaz!”
Gece ve sabah vardiyasında çalışan 237 işçi birleşmiş ve ocaktan çıkmama eylemi başlatmıştı. İlk fitili Zonguldak çakmış, onlara Amasra katılmıştı. Çünkü AKP hükümeti bir torba yasa hazırlamıştı ve tasarı Meclisten geçerse madencilerin dünyası kararacaktı.
Öyle de oldu!
Bugün hayatını kaybeden 41 madenciden acaba kaçı o geceki eylemdeydi?
DHA’nın haberine göre 2017’deki eyleme katılan Amasralı madencilerden 2’si fenalaşarak yer üstüne, yani hastaneye kaldırılmış. Beş yıl sonra o ocaktan 41 işçinin cenazesi çıktı! Çocuklar babasız, analar babalar evlatsız kaldı. Bir de yoğun bakımda olan madenciler var.
Eski haberlere bakıyorsunuz; o gece eyleme katılmak isteyen 16.00-24.00 vardiyasındaki işçiler Valilik kararıyla ocaklara sokulmamış. Gerekçe olarak “güvenlik” gösterilmiş. İşçinin hak alma, canını savunma eylemine engel konmuş. Peki, ne oldu şimdi? Hani nerede güvenlik? Nerede kaldı işçinin sağlığı, işçinin güvenliği? Acaba soruşturma kapsamına dönemin bu mülk-i amirleri de alınacak mı? Ve de onlara bu talimatı veren siyasal erkin sahipleri yargı önüne çıkacaklar mı? Acının ve şokun sisleri dağılmadan berraklaşması gereken sorulardan biri budur.
Amasra TTK’ye “nezaket” ziyaretine gittiğini söyleyen, ardından 41 işçinin canına mal olan bir felaket haberiyle dönen bakanın skandal sözleri gündemin tepesine oturdu. Fakat aslında hikaye Amasra’da ta 2017’de başlamıştı.
2017’de işçilerin itirazına rağmen Meclise gelen ve TTK’nin özelleştirmesinin önünü açan torba yasanın 58’nci maddesi şunu diyor: “Türkiye Kömür İşletmeleri, uhdelerinde bulunan maden ruhsat sahalarını işletmeye işlettirmeye, bunları bölerek yeni ruhsat talep etmeye ve bu ruhsatları ihale etmeye yetkilidir…” Yani bir kamu kurumu olan TTK, devlet eliyle işletmelerini kapitalist şirketlere peşkeş çekebilecekti. Özelleştirme demek, daha az işçiyle daha çok iş demekti, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin “maliyetten” sayılarak adım adım tasfiye edilmesi demekti. Hayati öneme sahip arıza, bakım işleri de böylece risk altına girecekti.
Klasik yöntemdir: Özelleştirme bir anda ve topyekün yapılamıyorsa, önce kamu kurumları zayıflatılır, Çökertme ya da iflasa sürükleme ardından gelir. İşçi sayısının azaltılması da bu planın bir parçasıdır. TEKEL’den SEKA’ya, madenlerden Telekom’a hep böyle olmuştur.
2017 madenci eylemlerindeki isyanın ne kadar haklı olduğunu 2019 Sayıştay raporu da doğruluyor. Sayıştay özetle diyor ki; gelinen yerde Amasra TTK’de işçi sayısı yetersiz. Bu durum iş güvenliğini tehlikeye atacak boyutta. Arızalar dahi bu sayıyla giderilemez. Üstüne üstlük Amasra TTK’de 2019’da 190 adet, 2020’de ise tam 164 adet iş kazası tespit ediliyor. Kim tarafından? Tabii ki yine Sayıştay tarafından. Yani en büyük toplu iş cinayetlerinden biri olarak Amasra Katliamı göz göre göre geliyor. Şimdi madenci mezarlarını gezerek timsah gözyaşı dökenler… Yani “Ben duymadım”, “Ben görmedim”, “Ben bilmiyorum” diyenler adalet önünde hesap vermeliler. Onların Saray’dan aflarını dileyerek görevden alınmaları ne kadar mümkün, bilinmez. Ama çıkardıkları yasalardan, bastırdıkları madenci eylemlerine kadar, bu iş cinayetinde dahli olan tüm kamu görevlileri yargı önüne çıkmadan bu defter kapanmaz, kapanmamalı.
İSİG Meclisi 20 yılda 1989 madencinin can verdiğini tespit ediyor. Zengini daha zengin işçiyi daha yoksul yapan ve emekçileri diri diri madenlere gömen bu çürümüş düzen sona ermeli. Çılgın sermaye birikimi amacıyla Türkiye’yi iş cinayetlerinde Avrupa’nın birincisi yapan bir sömürü düzenidir bu.
Bir de şu “fıtrat” meselesi var.
“Fıtrat” dedikleri, “kader planı” dedikleri neden hep yoksulları sınıyor? Dini referansları alet ederek iğrenç bir siyasi demagojidir yaptıkları. Bu işin fıtratında ölüm varsa eğer; bırakın yalıları, katları, uçan sarayları, lüks makam araçlarını. Buyurun madenlerde çalışmaya, kader planı sizi de sınasın.
CANLAR GİDERKEN SENDİKA NE İŞ YAPAR?
Pandemide işçiler ölümüne madenlere sürülürken sendika ne yaptı? Amasra’da Sayıştay raporları açıklandığında sendika hükümeti uyaran ihtar eylemleri mi yaptı? 41 can gitmiş, 5’i can çekişmede, konfederasyonlar işçi sınıfına genel eylem çağrısı mı yaptı? Demokrasi güçleri birçok ilde madenciler için basın açıklaması yaparken Bartın’da Amasra’da neden ses çıkmadı? Sendikadan tık yok! İş bırakma, grev çağrısı var mı? O zaten yok. Uluslararası sendikalara “Dayanışma için eylem yapın” çağrısı var mı? O da yok.
E ne var peki?
Bakanlarla, bürokratlarla, Diyanet İşleri başkanıyla, hükümetin sözcüleriyle, tek adamla hep yan yana fotoğraf çektirmeler var. Tarikatlarla, cemaatlerle el ele taziye evlerini kuşatma var. Bütün gaye işçinin yüreğindeki yangını büyümeden söndürmek. Para, iş, burs, ev vaatleri havada uçuşuyor. Soma’da, Ermenek’te, Sakarya’da yıllardır gelmeyen adalet, burada daha bir talebe dönüşmeden boğulmak isteniyor. Sendikalar üye sayısını arttırıyorlar belki ama sendika bürokrasisi eliyle hızla mücadele örgütü olmaktan da uzaklaşıyorlar. Hükümetin ve patronların arka bahçesinde “yerli ve milli” bir sendikacılık türünün en koyu, en bürokratik örneklerinden biri boy veriyor.
Peki, bu zorlu engeller aşılamaz mı? Aşılır.
Madenlerin özelleştirilmesine karşı 4 Ocak 1991’de Ankara’ya yürüyen 100 bin kişi bunun mümkün olduğunu söylüyor. Her sınıf kendi tarihinden öğrenir. Yerin altından gelenler yerin üzerinde yürüdüklerinde değişmeye başlayacak birçok şey. Düzen sendikacılığının da halk hareketini geriye çeken düzen muhalefetinin de korktuğu şey tam da budur.
Yürümek için önce yürüyüş örgütlenmelidir.
Yerin altında isyan eden madencilerin sesini boğanları, sonra utanmadan onların tabutlarına el atanları durdurmanın başka yolu yok çünkü.
18 Ekim 2022
https://www.evrensel.net/yazi/91802/once-seslerini-bogdular-sonra-tabutlarini-tasidilar