“Bir yürüyüş eylediler sabahtan
Ilgıt ılgıt kan gider loy loy
Dayan dizlerim dayan
Ağla gözlerim ağla!
Namlu puşt olmuş atayağı puşt…”
İlk gençlik yıllarımda ne çok dilimdeydi. Ahmet Kaya şarkısıydı. Dizeler Enver Gökçe’nin. Sözlerin ne anlama geldiğini bilmeden yıllarca dinledik, söyledik. Oysa şiir, 28 Nisan 1960’ta Beyazıt’ta polis kurşunuyla öldürülen Turan Emeksiz’i anlatıyordu.
***
30 milyonluk Türkiye’nin 2 milyonluk İstanbul kentinde yaşanmıştı olaylar. Demokrat Parti (DP) iktidardaydı. Bayar cumhurbaşkanı, Menderes başbakandı. Bugünkü iktidar sahiplerinin “demokrasinin yıldızları” diye bağrına bastığı liderler iş başındaydı. “Kahrolsun diktatörlük”, “Hürriyet istiyoruz” diye bağıran öğrenciler İstanbul Üniversitesi önünde kurşunlanmıştı. Polis atlarının ayakları altında çiğnenmişti talebeler. Koca koca profesörler yerde sürüklenmişti. İktidar partisi namıdiğer “demir kırat”tı!
Halbuki DP, iktidara yürüyüşü “özgürlük” ve “ekonomik refah” vaadiyle gerçekleştirmişti. CHP’li tek parti iktidarlarına karşı “Yeter, söz milletin!” demişti. Sonuç? Çok partili sisteme geçiş demokrasiyi değil “çoğunluk partisinin” tek parti yetkileriyle donandığı yeni bir sulta rejimini getirmişti. Menderes, işçilere vadettiği grev hakkını rafa kaldırmıştı. “İfade özgürlüğü”nü, “Örgütlenme ve sendika kurma hakkı”nı unutmuştu! Geriye, Amerikan Marshall planına bağlanmış serbest piyasa ekonomisi kalmıştı. NATO’ya girmek için Kore’de girilen savaş ve yiten canlar da Nâzım Hikmet’in deyişiyle emperyaliste ödenen “diyet”ti.
Tek partili rejimden kalan komünizm düşmanlığı Menderesli yıllarda da sürecekti. “Komünizmle Mücadele Dernekleri” ve “Milliyetçiler Derneği” kurulacaktı. Kim hak iddia ederse devletin demir yumruğuyla tanışacaktı. Hürriyet isteyenin boynuna “kökü dışarıda”, “dış mihrak” yaftası asılacaktı. 6-7 Eylül yağmasında gayrimüslim vatandaşların evleri basılacak, dükkanları yağmalanacaktı. Irkçı, milliyetçi hezeyan tavan yapmıştı.
Kısacası toplum düdüklü tencere misali patlamaya yakındı. DP’nin Meclise getirdiği “Tahkikat Komisyonu” ise bardağı taşıran son damla. Hükümet yargı erkini kendine bağlamıştı. “Yeni istibdat rejimi”ne karşı tek çıkar yol sokaktı. Nâzım’ın şiire döktüğü üzere; “Bu kavga faşizme karşı/bu kavga hürriyet kavgası”ydı.
***
28 Nisan’da İstanbul’da öğrencilerin üzerine sıkılan kurşun sayısı 200 civarındaydı. O gün Turan Emeksiz katledilmişti. 30 Nisan’da da Nedim Özpulat tankın altında kalarak can vermişti. Kurşun yarası yüzünden bir öğrencinin de bacağı kesilecekti. 29 Nisan’da Ankara ayaktaydı. Burada da kampüs duvarına saplanan kurşun sayısı 400 kadardı! Ankara’da ölen yoktu fakat akan kan edebiyata yeni destanlar kazandıracaktı.
Mayıs ayına girilirken sıkıyönetimin vidası iyice sıkılacaktı. Ama gün, zulme boyun eğme günü değildi! Kalabalıklar bir parolanın etrafında toplanmışlardı: “555K”. Gençler baskılara inat, 5’nci ayın 5’inde, saat 5’te Kızılay’da toplanmışlardı. Hep bir ağızdan okunan marş ise şöyleydi:
“Olur mu böyle olur mu
Kardeş kardeşi vurur mu?
Kahrolası diktatörler
Bu vatan size kalır mı?”
Bu arada Kızılay’a, eylemin orta yerine düşen Menderes’in arabası da protestolardan nasibini almıştı.
***
Son zamanlarda Tunus, Sudan gibi ülkelerde görülen halk ayaklanmalarının askeri darbelerle gölgelenmesi, belleğimize yeni bir kavram kazandırdı: “Devrimi çaldırmak”
Bizde, öğrenci eylemlerinin üzerine gelen 27 Mayıs 1960 darbesi de bir ucundan böyle okunabilir. Nitekim darbeler kapısını açan Türkiye, sonrasında 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerini görecektir. Turan Emeksiz’in naaşının başına gelenler ise darbelerle örülü, zaman tünelinin bir özeti gibidir: 28 Nisan 1960’da katledilen Emeksiz’in mezarı ancak 27 Mayıs darbesinden sonra bulunabilmiştir. Merkezefendi Mezarlığındaki naaş törenle Ankara’ya Anıtkabir’e gönderilmiştir. Anıtkabir bahçesine defnedilen naaş 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da, yerinden çıkarılarak Cebeci Şehitliğine nakledilmiştir.
***
Ve bugün…
İstanbul Üniversitesinde 4 yıl okuduğu halde bahçedeki Turan Emeksiz heykelini fark etmeyen, o heykelin ne anlattığını bilmeyen mezunların vay haline. 28 Nisanları anmadan, heykelinin önüne bir çift karanfil bırakmadan diploma alan öğrencilerin elbette bunda bir kabahati yok. Kabahat tarihin akmamasında, elden ele bir bayrak gibi taşınamamasında.
İşte bu yüzden size (özellikle de gençlere) bir kitap tavsiyem var: Hakan Güngör ve Bülent Ulus’un kaleme aldıkları ve kısa süre önce Kor Kitap’tan çıkan “Parola 555K”. Bu yazıda bolca alıntı yaptığım kitap, 68 gençlik hareketine bağlanan o vahim tarihsel boşluğu gidermek adına okunması gereken değerli bir çalışma. Emin olun.
Turan Emeksiz ve Nedim Özpulat’a saygıyla…
28 Nisan 2019
https://www.evrensel.net/yazi/83856/hurriyetin-parolasi-555k