HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’tan bir mektup aldım. Kendisi 4 yılı aşkın süredir Edirne Cezaevinde tutuklu. AYM ve AİHM kararlarına rağmen serbest bırakılmıyor. Mektubun konusu yargılanma sürecine dair. Demirtaş özetle şunları söylüyor:
“- Eğer 16 Nisan 2017 ve 24 Haziran 2018 seçimlerinde bizler dışarıda olsaydık hem referandumun hem de seçimlerin sonucu muhalefet lehine olurdu. Şimdi gerek benim gerekse HDP’nin kriminalize edilmesinin nedeni önümüzdeki seçimlerde muhalefeti bölmek ve bir kez daha yargıya müdahale ederek seçimleri hileli şekilde kazanabilmektir.”
“- Hiçbir canın diğerinden üstünlüğü yoktur. Yitirilen her can bizimdir. 6-8 Ekim Kobanê provokasyonlarının ardında yatan gerçeklerin objektif olarak araştırılmasını en çok biz talep ettik. Son 6 yılda Meclise sunduğumuz araştırma önergeleri AKP-MHP oylarıyla reddedildi.”
“- Açtıkları tüm kumpas davaları kamuoyu vicdanında ve AİHM nezdinde çökünce yeni bir tutuklama ve iddianameyle aynı suçlamaları yine sahte delil ve gizli tanıkların iftiralara dayalı beyanlarıyla canlı tutmaya çalışmaktalar. Bizi bu defa hızla ve sözde bir yargılamayla hükümlü konuma getirmeye çalışıyorlar.”
“- Sizin ve partinizin (EMEP) hak ve adalet amacıyla, ülkenin aydınlık yarınları için ortaya koyduğunuz tutumu önemsediğimi, bunlara büyük değer atfettiğimi vurgulamak isterim. Bizler suçsuz olduğumuzu biliyor, adil bir yargı karşısında gerek mahkemeler gerekse kamuoyu huzurunda gerçeklerin tam olarak açığa çıkacağına tereddütsüz bir şekilde inanıyoruz.”
Demirtaş’ın mektubunda öne çıkan vurgu “adalet” kavramı. Aslında bu vurgu, son dönemde işçisinden öğrencisine, köylüsünden esnafına toplumun birçok kesimi tarafından da dile getiriliyor. Adalet talebi, ülkenin demokratikleşmesinin temel unsurlarından biri haline geldi.
Şöyle ki;
AKP’li yıllarda 200 bin civarında işçinin grevi yasaklandı. Grev yasağı şimdi Baldur metal işçilerinin tepesinde Demokles’in Kılıcı gibi sallanıyor. Ekmekçioğlu Metal işçileri sendikalaştıkları için “ahlaka uymamakla” suçlanıp kapı önüne konabiliyor. Ülkenin farklı kentlerinde hak arayan işçiler “Kod 29” damgasıyla fişleniyor. 301 madencinin can verdiği Soma davasında mahkeme heyeti değiştirildi, “Olası kastla ölüme ve yaralanmaya sebebiyet” suçu patronlar için hafifletilerek “bilinçli taksirle” suçuna çevrildi. İşçiler sıklıkla Anayasa’nın patronlar lehine ihlal edildiğini söylüyorlar. KHK ile ihraç edilen binlerce kamu emekçisi yıllarca adalete erişemedi. Kriz ve pandemi şartlarında borcunu ödeyemeyen üretici köylüler, esnaflar, derelerine toprağına sahip çıkanlar hapis ya da para cezalarıyla karşı karşıya geldi.
Boğaziçi Üniversitesi direnişi sonrası 500 kadar öğrenci gözaltına alındı. Dört öğrenci tutuklandı, ev hapsine alınanlar oldu. Adliye koridorları “adalet” çığlıklarıyla inledi. Hükümet sözcüleri, mahkeme kararı olmadığı halde öğrencileri “terörist” ilan etti. Bilim insanlarını destekleyenler en yüksek perdeden “Teröre destek vermek”le suçlandı. Ana Muhalefet Partisi Lideri Kılıçdaroğlu aynı ithamla karşılaşırken CHP İl Başkanı Kaftancıoğlu “örgüt militanı” olmakla hedefe kondu. Osman Kavala AİHM kararına rağmen tahliye edilmedi. Beraatle sonuçlanan Gezi davası sayılmadı, yeniden açıldı. Gezi’de çocuklarını kaybeden anneler ise polislere verilen komik cezalara isyan ederek adliye koridorlarında feryat ettiler.
Türkiye’nin adalet çıtasının her gün biraz daha aşağıya düştüğü, buna karşın “adalet” çığlıklarının giderek yükseldiği bugünkü konjonktürde, “Demirtaş davası” bütün bu toplam resim içinde değerlendirilmeli. Zira birbirinden ayrıymış gibi görünen her bir adalet arayışı, ancak topyekün bir adalet talebiyle birleştiğinde demokratik Türkiye’nin kapısı açılabilir. Bu birleşme sağlanmadığında boşluğu sermaye yanlısı “reform”lar ve tepeden bindirme “yeni anayasa” tartışmaları dolduracak.
Son olarak, HDP Eski Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer parti yöneticilerinin yargılandığı davanın, Kürt sorunun demokratik çözümü bakımından da önemini atlamamak gerekir. Zira HDP’li belediyelere kayyumların atandığı, belediye başkanlarının tutuklandığı, HDP’nin kapatma tehdidiyle yüz yüze kaldığı, yönetici ve üyelerinin sistematik olarak gözaltı ve tutuklamalara maruz bırakıldığı bu dönemde adaletin terazisi egemen siyasetin gölgesinde kaldı. Birçok örnekte görüldüğü üzere adil yargılanma hakkı HDP’nin erişimine kapatılırken, onlar için “itlaf edilmesi gereken haşereler” sözünü kullananlara soruşturma dahi açılmadı. Bu gidişat bırakalım çözümü, giderek Kürt sorununun varlığını bile tartışılamaz hale getiriyor.
Özetin özeti; ülkenin toplam adalet arayışı içinde Demirtaş davası kamuoyunun ilgi ve desteğini bekliyor.
07 Şubat 2021