Türkiye’nin nereye gittiğini anlamak için nereden geldiğine bakmalı.
2001 ekonomik krizi DSP-MHP-ANAP iktidarının sonunu getirdi. İşçi ve emekçilerin, küçük esnafın, üretici köylülüğün sosyal tepkisi karşısında hükümet ayakta duramadı. İthal edilen Teknokrat Kemal Derviş, halkın önüne sert “kemer sıkma” politikaları koydu. “Güçlü ekonomiye geçiş” adı verilen program halkı soyup soğana çevirdi. Neoliberal politikalar Kemal Derviş’le şaha kalktı. İlk seçimde direksiyonun başına geçen AKP, Derviş’li IMF programını harfiyen uyguladı, bugüne getirdi.
Bu sömürü politikalarına son dönemde ekonomik kriz ve pandemi şartları eklendi. Halk derin işsizlik ve yoksulluk içinde. Ama tekelci burjuvazinin henüz kâr oranlarında ciddi bir sarsılma yok. Onlar için yönetilmesi (Sürdürülebilir olması) gereken sorun, zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum. Büyük burjuvazi için dereyi geçerken at değiştirmeye şimdilik gerek yok. Hoşnutsuz halkın üzerindeki baskıyı arttırmaya ihtiyaç var. AKP-MHP bloku ise bu görevi başkasına kaptırmaya niyetli değil.
İktidar ne yapmak istiyor?
Bir dönemdir Türkiye burjuvazisinin iştahını kabartan enerji, pazar ve kaynak arayışları; Neoosmanlıcı, emperyal, pro-aktif bir dış politika getirdi. AKP şimdi buradan yürümeye devam ederek “dış düşmanlar” yaratıyor. Halkı bu çizgi üzerinden milliyetçi, militarist, fetihçi siyasetin arkasına toplamaya çalışıyor. İktidar bloku “iç düşmanlar”a da ihtiyaç duyuyor. Hakkını arayan işçilerin, derelerini ve toprağını savunan köylülerin, Boğaziçili öğrencilerin, 10 Ekim’den Gezi’ye evlatları öldürülen annelerin, kayyum atanıp görevden alınan belediye başkanlarının “terörist” ilan edilmesinin nedeni de bu. İktidarı eleştirmek için ağzını her açanın tepesine binilmesinin nedeni de. Erken ya da vaktinde seçim, hiç fark etmez; hükümet, halkı ve muhalif dinamikleri baskı yoluyla sindirerek bu zorlu virajı almak istiyor. Tek adam rejimini tahkim edecek “reform” ve “anayasa” tartışmaları da bundan bağımsız değil.
Peki, Meclisteki muhalefet ne yapıyor, nasıl bir çıkış öneriyor?
Millet İttifakı “Aman ha provokasyona gelmeyelim” çizgisinde. Halk, “ekmek, adalet, özgürlük” diye çırpınırken ana muhalefet partisi ve ittifakları ısrarla birleşik bir halk hareketinden uzak duruyor, korkuyor. Bu tutum iktidarın işini daha da kolaylaştırıyor.
Yetmezmiş gibi CHP Grup Başkan Vekili Engin Altay, “Erdoğan’a sesleniyorum: Taviz vermeyeceksin, biz arkanda olacağız. ABD, bunlar yoluyla (Türkiye’ye mektup yazan 54 senatör) Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimizden geri adım atmamızı isterse dimdik duracaksın” diyebiliyor. Irak’ın işgalinde Türkiye’nin asker göndermesine “hayır” oyu veren CHP, Afganistan’dan Libya’ya, Suriye’den Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’e nasıl oluyor da AKP’nin dış politikasına tam destek verir hale gelebiliyor? ABD’ye efelenmek için neden ille de AKP politikalarını desteklemek gerekiyor? Çünkü bütün dert seçim ve “milliyetçi yarış” Millet İttifakının da işine geliyor. Ayrıca bu sesleniş, tekelci burjuvaziye, “Biz onlardan daha iyi hizmet ederiz” çağrısından öteye geçmiyor.
Oysa sorulması gereken kritik sorular şunlar: Türkiye’nin ulusal çıkarları burjuvazi için ne anlama geliyor, buna karşılık işçi ve emekçiler için ne anlam taşıyor? Tekeller arasındaki doğal gaz, enerji ve pazar savaşları, silahlanma yarışları her bir ülkedeki işçi ve emekçilere neler kaybettiriyor? Muhalefet partileri burjuvazinin mi yoksa halkın mı yanında duruyor? Devam edelim: Ekonomik kriz ve pandemiden çıkış için ülkenin yeni bir Kemal Derviş programına mı ihtiyacı var yoksa faturayı sermayeye kesecek halkçı bir ekonomik programa mı?
Bu sorular, son günlerde gerek iktidar gerekse muhalefet cephesinde sıklaşan partiler arası görüşmelerde üzerinden atlanan, daha doğrusu saklanan sorular. Oysa ülkenin karanlık geleceği kadar aydınlık geleceği de bu sorulara bağlı. Bu soruların atlandığı ilkesiz, omurgasız, halka kapalı ittifaklar piyasasının ya da “partiler borsası”nın ise halka vereceği hiçbir şey yok.
Erdoğan’ın bir süre önce dile getirdiği “Yerli ve milli muhalefeti de inşallah biz tesis edeceğiz” sözüne muhalefet cephesinden tepkiler gelmişti. Fakat tepkilerin bir anlamı olacaksa bunun somut bir karşılığı olmalı. Zira faşizmin panzehiri olarak neoliberalizme dönüşü savunan ya da AKP-MHP bloku ile milliyetçilik yarışına tutuşan bir muhalefet tam da Erdoğan’ın yaratmak istediği muhalefet taktiğinin güç topladığını gösteriyor. Ehvenişeri seçmek adına böylesi ittifakları doğal karşılamak ise “yerli ve milli muhalefet”e yetmez ama evet demek anlamına geliyor.
İşçi ve emekçilerin taleplerini merkeze koyarak devrimci demokratik bir halk seçeneğini oluşturmak bugünün acil ihtiyacı. Bu konuda ürkek davranan, AKP’den kurtulmak adına burjuva milliyetçi siyasete yeşil (Hadi bilemedin sarı) ışık yakan sol, demokratik, ilerici çevrelerin yol yakınken şapkayı önlerine koyup bir kez daha düşünmeleri gerekiyor. Sömürüye, gericiliğe ve faşist baskılara karşı ittifaklar elbette gerekli. Tehlikeli olan, “belirsiz ittifaklarla” işçi ve emekçilerin desteğini sermaye politikalarına ve milliyetçiliğe yedeklemek.
14 Şubat 2021
https://www.evrensel.net/yazi/88161/yerli-ve-milli-muhalefete-yetmez-ama-evet-mi