Korona günlerinde evlerine kapanmak zorunda kalan İtalyanlar, balkonlara, pencerelere çıkıp şarkılar söylüyorlar. Müzik, moral arayan insanların yine yardımına koştu. Kim ne derse desin tencere, tava işe yarıyor.
İnsanlık bir felaketler çağının öngününde mi? Belki de tam göbeğinde. Şöyle halimize bir bakın: Deprem diye hop oturup hop kalkan kim? Milyonlarca halk, biz. Çünkü ne kentlerin kurulduğu zeminler ne de binalarımızın demir ve çimentoları buna hazır. Savaş ha çıktı ha çıkacak diye gerim gerim gerilmedi mi yine yurdum insanı? Peki ya ekonomik krizin üzerlerine çöktüğü yoksullar? Kitlesel işsizlik, borç yükünü çeviremeyip batan insanlar, hiç duymak istemediğimiz o hayattan kopuş haberleri? Gelin bunlara kitlesel kıtlık, açlık, küresel iklim değişikliği ve hastalıkları da ekleyelim. Koronavirüs de tüm bu felaketlerin üzerine tüy dikti desek, hani yeridir.
Durum kaotik gibi görülebilir. Ama değil. Çünkü bütün bu yaşananlar insanlığın kapitalizm ile imtihanı. Ve kapitalizm hiç de propaganda edildiği gibi “sürdürülebilir” değil. Tek tek felaketler kadar, yarattığı her bir felaketi doğanın ve insanlığın toplam yıkımı haline getiren kapitalizme karşı mücadele de şart bu yüzden.
Yaşadığımız çağın çelişkilerine sınıfsal bakamayan birey ve topluluklar için kaotik kabustan kurtulmak mümkün değil. Dinsel muhafazakarlık ve milliyetçilik akımları da son kertede kapitalizmi kutsadığı için derde derman değil. Her bir felaket içe daha çok kapanmak, kendisinden olmayanları dışlamak, felaketler zincirine yabancılaşmayı ve ırkçılıkla zehirlenmeyi de eklemek dolayısıyla.
O yüzden Roma’da, Milano’da apartman balkonlarından yükselen partizan marşları, çav bella haykırışları umut veriyor.
La Nonna İtalyanca nine demek. Korona günlerinde halka umut veren İtalyan bir nine, şakalar eşliğinde çekilen videodan şunları söylüyor: “Koronavirüs nedeniyle etnik gruplara ayrımcılık yapmayın. Ne virüs Çinlilerin suçu ne başkası Afrikalıların suçu. Unutmayın, koronavirüs gider. Ayrımcılık kalır. Aşısı da yoktur! Kuzey İtalyalı dostlarım, Güneyli göçmenler, panik olmayın. Eğer marketlerde gıda kalmadıysa, biz varız. Biz size göndereceğiz. Hepiniz bizim için ailesiniz. Göçmen misiniz? Size bir paket gönderiyorum. Kuzeyli misiniz? Bir paket gönderiyorum. Çinli misiniz? Çinlilere iki paket! Onlara yardım etmeliyiz…”
Aynı günlerde bizde ne oldu? Konya’nın Beyşehir ilçesinde Afganistanlı bir mülteci “Buraya koronavirüs mü getiriyorsunuz” diyen bir kişi tarafından bıçaklandı. Yaralı halde hastaneye kaldırılan mültecinin adı Habibullah’tı. İtalyan ninenin sesi ne kendi ülkesindeki ırkçılara ne de Habibullah’ı bıçaklayan mülteci düşmanı vatandaşa ulaşmıştı!
***
Okulların koronavirüs nedeniyle tatil edildiği, eğitimin uzaktan verileceği şu günlerde sizlere bir kitap önerim var. Çocuklarımızı ırkçılık zehrinden koruyacak resimli bir kitap bu, adı “Ada”.
Kitabın hikayesi, açık denizden gelen bir salın adaya yanaşmak zorunda kalması ile başlar. Ve saldan inen insanın, adaya ayak bastığı andan itibaren uğradığı ayrımcılığı anlatır. Hemen söyleyeyim, kitapta beni etkileyen en vurucu cümle şu oldu:
“Onlar gibi değildi…”
Öyle ya; “onlar” ve “onlar gibi olmayanlar” diye başlamaz mı zaten bütün melanetler? Kökleri binlerce yıla varan bu ayrım; Adalı çocukların elinde, büyüklerini taklit ettikleri ve tıpkı onlar gibi göçmene sopa ucu gösterdikleri bir nefret oyununa döner. “Açlıktan ölmeyecekse çalışsın” çığlıkları ise tamamı ile büyükler dünyasına aittir: göçü bir fırsata ve paraya dönüştüren Adadaki işyeri sahiplerinin.
Varlığı asayiş konusudur göçle gelenin. Gece kabuslarının yeni konuğudur o. Dili bilinmeyendir, ten rengi farklı olan bir “yabancı”. Çocuklar çorbalarını içmeleri için onunla korkutulur. Ama tek bir Ada halkı yoktur ezilen, ötekileştirilen göçmen için…
Elbette kitabın nasıl bittiğini söyleyecek değilim. Bunu, çocuğunuz ya da çocuklarınızla birlikte Ada’yı okuyarak öğrenebilirsiniz. Zira sadece çocukların değil yetişkinlerin de okuması gereken bir kitap Ada. Hele de ırkçılık rüzgarının bu kadar tavan yaptığı günlerde.
Kitabın hem yazarı hem de çizeri olan Armin Greder hakkında küçük bir not: İsviçre’den Avustralya’ya göçmek, sonrasında Peru’ya yerleşmek ona göçü ve göçmenler anlatmak için muazzam bir ortam yaratmış. Kitabın her satırında, her çizgisinde bunu hissetmek mümkün. Kitabın başarılı çevirisi ise Çağla Vera Kılınçaslan’a ait.
Teşekkürler Ginko Kitap.
15 Mart 2020 https://www.evrensel.net/yazi/85945/cocuklari-irkciliktan-korumanin-kitabi