Kasım Süleymani ve el-Mühendisi’nin öldürülmesi, akabinde İran’da al savaş bayraklarının göndere çekilmesi, ABD üslerinin füzelerle vurulması, Devrim Muhafızı komutanları için düzenlenen cenaze töreninde 50’den fazla insanın izdihamda ölmesi ve 176 sivil insanın kazara vurulduğu açıklanan uçakta hayatını kaybetmesi… Her şey ne kadar da hızlı oldu, bitti ve devam ediyor.
Devam ediyor çünkü ABD müdahalesinden hemen önce İran, Irak, Lübnan gibi ülkelerde baş gösteren toplumsal gösteriler, şimdi en sisli ve karanlık yerde bile kendine çıkış yolu arıyor. Irak’taki gösterilerde atılan sloganlar “Ne ABD ne İran!” şekline büründü. Tahran Sharif Üniversitesi öğrencileri “1500+176: hesapla, iki ayda kaç ölü oluyor!” diye yürüdü. Onları diğer üniversiteler ve sokak gösterileri takip etti.
Bu arada ulusal ve uluslararası ölçekte sayısız makale yazıldı, analizler yayımlandı. Fakat bütün bu yazılıp çizilenleri tartmak ve doğru anlamak için içeriden bilgiye ihtiyaç var. İran kapalı bir rejim. Dolayısıyla bilgi almak kolay değil. Türkiye’de yaşayan İranlı mülteciler bu konuda bir fikir verebilir. Zira onlar içinden geldikleri toprakların ve toplumsal hayatın dokusunu iyi biliyorlar ve akrabaları, arkadaşları, geride bırakmak zorunda kaldıkları mücadele arkadaşları ile sürekli iletişim halindeler.
***
O mültecilerden biriyle, metal işçisi E. ile konuştum. Mülteci E. İran’da da işçilik yapmış, hak alma ve sendikalaşma mücadelesine katılmış. İşkence ve cezaevi sürecinden sonra kendini sınırın bu tarafına atmış. Politik bir sürgün, üçüncü ülkeye geçmek üzere yıllarca Türkiye’de bekletilen şartlı bir mülteci o. Sürgünde hayata tutunmak için yine metalde çalışıyor: güvencesiz ve yerli işçilerden daha az ücret alarak. Ona ilk sorum Süleymani’nin öldürülmesi üzerinden tırmandırılan ABD-İran gerilimi oldu. Anlattıkları şunlar:
“İran İslam devriminden bugüne rejim, iç sorunların nedeni olarak hep Amerika’yı gösterdi. Ekonomik, sosyal bütün sorunlar dış düşmanla açıklandı. Medya tekeli de rejimin elinde. Kasım Süleymani öldürülünce gerilim yeni bir evreye girdi. Çünkü İran’daki yönetim halka hep ‘Huzurun güvencesi Süleymani ve Kudüs Güçlerinin (KG) Ortadoğu’daki mücadelesidir’ diyordu. Sınır ötesi operasyonlar haklı gösteriliyordu. İran’ın şarkıcıları, popüler isimleri de bunu tekrarlıyordu…”
E.’nin söyledikleri bir parça George W. Bush’un “önleyici savaş doktrini”ni hatırlatıyor. Güvenlik hattını sınır dışındaki yapılanma ve operasyonlara bağlayan bir anlayış bu. Ve onun anlatımları İran’ın da bölgede bu yönetimi kullandığını gösteriyor. İranlı işçinin aktardığı bir değerli bilgi de Türkiye’deki mültecilerin yaşadığı bölünmeye dair:
“Buradaki İranlı mültecilerin bir kısmı ABD suikastından sonra rejime destek vermeye başladı. Çünkü onlara göre Kasım Süleymani IŞİD’e karşı savaşmış biriydi ve onun öldürülmesiyle bölgede terör yeniden hortlayacak. Böyle düşünen mülteciler genelde siyasi görüşe sahip değil. Ama milliyetçi propaganda etkili oluyor. ABD ezelden beri düşman zaten… Ama siyasi mülteciler farklı düşünüyor, ben de öyleyim. Biz Ortadoğu’da savaş istemiyoruz, savaş politikalarını desteklemiyoruz. Savaşta kaybeden hep sivil halk olur. İran devleti ile ben aynı kafada değiliz. Zaten benim burada olmamın sebebi İran devletinin baskısı. Ben elbette ABD’nin Ortadoğu’dan çıkmasını savunuyorum. Ama Ortadoğu’nun tek sıkıntısı Amerika değil. İran ve Rusya destekli dış müdahalelerde birçok insan öldü. Bölgeden sürülen milyonlarca mültecinin sorumlusu ABD ile birlikte İran ve Rusya’dır. İran devleti emperyalistlerle iş birliği yapıyor.”
Peki ya İran’daki halk hareketleri, ekmek ve özgürlük talepleriyle ortaya çıkan isyan, bunlar nasıl etkilenecek süreçten? İkinci soruma verdiği yanıtlar şu şekilde:
“ABD de terörü kullanıyor, İran da kullanıyor, Kudüs Güçleri de. Hiçbiri masum değil. İran’da Meclis KG’ye 200 milyon avro verme kararı aldı. Oysa halk ekonomik darlık çekiyor, iş yok, sıkıntı büyük. İran’da halk hareketi iki yıldır yükselişte. Benzin zammı gelince eylemler büyüdü. Yaklaşık bin 500 insan öldürüldü, binlercesi tutuklandı. Askeri harcamalar durumu daha da kötüleştirecek. Ama Amerikan müdahalesi hem İran’daki hem de Irak’taki harekete zarar verdi. Savaş pozisyonu iç baskıyı artırıyor.”
E.’ye uçak düşürme olayını da soruyorum. O yanıt verirken bir yandan sosyal medyaya uçak düşürülmesini protesto eden göstericilerin videoları düşüyor:
“…Yabancı haber ajansları ‘uçak düşürüldü’ diyor. Motorda sıkıntı lafına inanmadılar. Amerika da bunun hata ile vurulduğunu söyledi. İran rejimi önce kabul etmedi. Sonra ‘Kara kutuyu uçağın firmasına vermeyeceğiz, araştırıyoruz’ dediler. Uçağın düştüğü yerden fotolar gelince mecburen kabul ettiler. Rejim özür diledi ama tam bir kabul değil bu. Diktatörlüğün sivillere nasıl baktığını bu olay bir kez daha kanıtladı. Çünkü İran’da 40 yıldır sivil halk baskı altında. Son eylemlere mermilerle saldırdılar. Ölenler hep sivildi. Ukrayna uçağı vurulduğunda ölen 176 kişi de sivildi. Üniversite gençliği ve halk bunu bildiği için her şeyi göze alıp yine sokaklara çıktı. Çünkü uçakta ölen sivillerin acısını en iyi bilen onlardı.”
***
İranlı işçi E.’ye son sorum yakın ve uzak geleceğe dair düşünceleri oldu. Sözü ona bırakarak bitirelim:
“Bence şu durumda ne ABD ne de İran savaş istiyor. Biraz seçimlere, biraz da iç siyasete oynuyorlar. İran’ın füze saldırısı da bana ‘anlaşmalı’ görünüyor. Ben burada bir mülteciyim. Bir mülteci olarak ne isterim? Elbette önce ülkemde demokratik bir rejim isterim. Geri dönme sorunu, sorgu, baskı, işkence olmasa zaten kendi ülkemize döneriz. ABD ve İran devletlerinin terör savaşı bir yana; biz İran’daki sosyal hareketi nasıl ileri götürürüz, buna kafa yoruyoruz. Her durumda savaş kötüdür. Olan suçsuz, yoksul halka olur. Zenginler, bir savaş durumunda ülkeden ilk çıkacak kişilerdir.”
13 Ocak 2020
https://www.evrensel.net/yazi/85515/irana-iranli-bir-multecinin-gozunden-bakmak