İYİ Parti Fatih Belediye Başkan Adayı İlay Aksoy da olmasaydı eğer; yerel seçim öncesi mülteciler yine pek hatırlanmayacaktı (!)
Ne yaptı Aksoy? “Fatih’i Suriyelilere teslim etmeyeceğiz” yazan bir pankart astırdı. “Suriyeliler defolsun”cular hemen bu pankartın arkasında saf tuttu.
Birkaç gün sonra Yeni Zelanda’da, hepimizi derinden sarsan o ırkçı/faşist katliam gerçekleşti. Akabinde Avustralya’da ırkçı senatör Fraser Anning, saldırıları “Müslüman göçü”, “mülteci göçü” ile açıklamaya kalktı. (Kafasına yumurta yemekten de kurtulamadı)
Özcesi: Fatih’teki pankartın üzerinde yazan sözlerle Avusturyalı senatörün ağzından çıkan sözler aynı noktada kesişti; ırkçı saldırılara davetiye çıkaran mülteci düşmanlığında!
Ha bu arada Yeni Zelanda saldırısında hayatını kaybedenler arasında Pakistanlı, Hindistanlı Müslümanlarla birlikte Suriyeli mülteciler de vardı. Aman aman bizim milliyetçilerde öfke bin tavan. Eh ne de olsa “Suriyeliler defolsun” demek “Batılıların” değil bizim milliyetçilerin hakkıydı! Bu iki yüzlülükle nereye kadar?
***
Yerel seçim öncesi elbette sadece ayrımcılığı, ırkçılığı değil; mültecilerle ilgili belediyelerin neler yapması gerektiğini de konuşmalıyız. Geçen haftaki yazımızdan devam edelim:
Türkiye özelinde, mültecilerin bitmeyen “geçici olma” çilesi kalıcı hale getirildi. Merkezden gelen bu sorunlu yaklaşım yerel yönetimlere de hakim oldu. Belediyeler mülteciler konusunda sorumluluk almaktan kaçtı. Onlar kentlerin kalıcı “sakinleri” görülmedikleri için ne hizmet alabildiler ne de yönetimlere dertlerini taşıyabildiler.
31 Mart seçimlerine giderken; her şeyden önce baş aşağı duran testiyi ayakları üstüne dikmek lazım. “Mülteciler için kalıcı statü” ve “kent hayatında vatandaşlarla eşit haklar” demeden de bunu başarmak mümkün değil. Bu ilkeleri savunmayan adayların, partilerin çözüm üretmesi de aynı şekilde mümkün değil.
***
Merkezi iktidarın mültecilere yönelik sorunlu yaklaşımlarından biri de bütçe politikası. Öyle ki yerel yönetim ödenekleri o kentte yaşayan insanların bütününe göre değil, il sınırları içinde yaşayan T.C. vatandaşlarına göre belirleniyor. Yani kentte yaşayan mülteciler dikkate alınmıyor. Antep, Urfa, Kilis, Hatay gibi yerleşik nüfusa yakın mülteci barındıran illerde ise durum daha vahim hale geliyor.
Mevcut iktidar bütçe dağılımında insan odaklı düşünmek yerine; “misafir”leri yok sayan ve “ev sahibi” olanları esas alan bir dağılımı esas alıyor. Ki bu yaklaşım hem hizmette hem sosyal politikalarda eşitlik ilkesine aykırı. Dolayısıyla yerel yönetimlerde bütçe planlamasının, baştan ayağa değişmesi gerekiyor.
***
Göç olgusu, kapitalizme özgü çarpık kentleşme ve sosyal çelişkilerden de beslenerek gettolaşmayı derinleştiriyor. Milyonlarca mülteci, kent içlerine düzensiz ve güvencesiz biçimde dağıldı. Bu durum, ister istemez yerleşik nüfus ile sonradan gelen topluluklar arasında sosyal problemlere, çatışmalara yol açtı.
Oysa savaş, hastalık ya da kıtlık nedeniyle yaşanan kitlesel göçlerde; hem göç eden toplulukların, hem de göçmenlerle birlikte yaşayacak yerleşik toplulukların karşılıklı uyumu esas alınmalı. Bu gereklilik (bir arada yaşam), kentlerin yeniden inşasından toplumsal hayatın yerel yönetimler eliyle yeniden düzenlemesine kadar bir dizi planlamayı zorunlu kılıyor.
***
Deprem korkusu ile pazarlanan “kentsel dönüşüm projeleri” son yıllarda hızlı yol aldı. Fakat siyasi erk, bunu meslek örgütleri ve odalarla birlikte ele almadı. Tersine inşaat baronlarını, demir/çelik/çimento tekellerini dikkate aldı. Üstüne, yıkılmaya yüz tutmuş binlerce apartman “İmar Barışı Affı” kapsamına alındı. Kentlerin yıkılmaya yüz tutmuş binalarında en yoksullarla birlikte mülteciler risk altında kaldı. Oysa uluslararası korumanın gereği olarak mülteciler için önce güvenlikli barınaklar yapılmalı. Yerel yönetimler ayrıca bitap binalara ruhsat vermeyi reddetmeli.
***
31 Mart öncesi mülteciler için en ciddi öneriler İzmir’den geldi. Kentte bir araya gelen 14 kurum ve meslek örgütü; eğitimden sağlığa, kadın ve çocuk psikolojisinden barınma sorununa kadar bir dizi çözümü gündeme getirdi. Mülteci dostu kurumlar “misafir hukuku” yerine hemşehri hukukunun kabul edilmesini istedi. Halk meclisleri yoluyla mültecilerin sorunlarının yönetimlere taşınması önerisi de doğrusu takdire değerdi.
Bu talep ve öneriler manzumesi; sadece İzmir’de değil ama ülke sathında seçime hazırlanan demokratik, sosyalist, ilerici bütün adaylar için yol gösterici olmalı. (Elbette bu öneriler daha da zenginleştirilebilir)
***
Sonuç olarak; her gün 300 mülteci bebeğin doğduğu, bugüne kadar doğan mülteci bebek sayısının 300 bini bulduğu Türkiye topraklarında, mültecileri yok sayarak ne halkçı bir belediyeden ne de demokratik bir ülkeden söz edilebilir. Her 100 kişiden 5’imiz bu topraklarda mülteci artık. Ve unutmayalım ki; mültecilerin yararına olan her düzenleme, yoksul emekçi sınıfların da yaşam standardını yukarılara taşıyacak.
17 Mart 2019
https://www.evrensel.net/yazi/83571/yerel-yonetimler-ve-multeciler-2