Kapitalist devletler, politikayı yabancı düşmanlığı üzerine kuran şoven partileri daha çok desteklemeye başladı. Faşizmin geçmiş suçlarından kalan çekingenlik yerini cüretkâr davetlere bıraktı. Parlamento merdivenlerine kırmızı halılar serildi. Almanya’da Afd yerel seçimlerde parladı. İspanya’da Vox yükselişte. Yunanistan’da Ispartalılar, Niki ve Elliniki Lisi sandalye sayısını arttırdı. Meloni ve İtalya’nın Kardeşleri iktidarda. Onu Fransa’da Le Pen takip ediyor. Portekiz’de Chega, İskandinav ülkelerinde neo faşist, ırkçı partiler kitle desteğini arttırıyor.
Sağın ya da “aşırı sağ” partilerin yükselişi Avrupa’nın tek yüzü değil. Grevler, emekçi eylemleri istikrarsız olsa da yükseliş eğiliminde. Hayat pahalılığı, ücret ve sosyal haklarda kesintiler, konut vb sorunlar başlıca sebepler. Tam da böyle olduğu için kitlelerin tepki adresini kapitalizmin üzerinden alıp yabancılara ve göçmen emekçilere yönlendiriyorlar. Burjuvaziden ve kapitalizmden bağımsız mücadeleci bir siyasal program ya da odak ortaya çıkmadıkça, salt ekonomik/sendikal eylemlerin bu gerici rüzgârı dağıtması zor. Öyle ki neo faşizm/şovenizm, şiddet kolu olan polis teşkilatları kadar sendikalara da sirayet etmeye başlıyor.
İroniktir: 20’nci yüzyılın en kapsamlı ve somutlaşmış mülteci hakları 1951 yılında Cenevre’de (Avrupa’da faşizmin yenilgisinden sonra) imzalandı. Sosyalist SSCB taraf devletlerdendi ve kazanımların teminatıydı. Faşizmi ezerek inşa edilmiş olan mülteci hakları bugün delik deşik edilmiş durumda. Ve buradan şimdi yeniden faşizm ya da neo faşizm palazlandırılıyor.
Peki, Avrupa “sol”u, sosyal demokratları ne yapıyor? Göçmen düşmanlığına sessiz kalıyorlar. Yetmiyor, mülteci düşmanlığını onaylıyorlar. AB Yeni Göç ve İltica Planı’na dair yapılan protokol oylaması en çarpıcı örnek. Öyle ki, sosyal demokrat partiler ve Yeşiller göçmen düşmanı yasalara destek vermekten geri durmadılar. İzahatları manidar; “Aşırı sağ partileri durdurmak için”! İngiltere’de iktidardaki sağ muhafazakâr parti bunu daha net söyledi ve İçişleri Bakanı “Bir sonraki seçimi almak için İngiltere-Ruanda planını uygulamaya geçirmek zorundayız” dedi. Yani yakaladıkları göçmenleri para karşılığında Ruanda’ya deport edecekler. Kısacası, göçmenlere kim daha sert savaş açarsa iktidara yürüyeceğini ya da iktidarda kalacağını düşünüyor. Avrupa’nın sosyal demokratları (ve peşine takılanları) da bu yarışta hızla sağa entegre oluyorlar.
Türkiye’de yapılan 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimleri de uyarıcı nitelikte. Millet İttifakı partileri “seçimi kazanmak uğruna” mültecileri hedefe koyan propagandaya başvurdular. Böylece kendi kitle tabanını şoven zehirle baş başa bıraktılar. Ne var ki AKP-MHP bloku ile mültecileri gönderme yarışından “zafer” çıkmadı. Çünkü iktidar bloku, manipülatif de olsa geri göndermeyi onlardan daha iyi yapacağını defaatle göstermişti. Kayıp seçimlerden Millet İttifakına ve CHP’ye “aşırı sağ”ın prangası kaldı. Göçmen düşmanlığının sembolü Ata İttifakı, her iki burjuva bloka da sızmayı başarırken, 28 Mayıs’ın hemen öncesinde Zafer Partisi lideri Millet İttifakı’na protokol imzalatmayı dahi başardı!
Göçmen düşmanlığı üzerinden burjuva siyasetin sağda ve “sol”da yeniden dizayn edildiği şu günlerde mesele elbette seçimlerle sınırlı değil. Öyle ki, Hükümetin yeni kabinesi zam üstüne zam yağdırırken hem yerli hem de göçmen emekçiler eziliyor. Mültecileri hedef alan şoven propaganda ve provokasyonlar ise emekçilerin öfkesini yanlış yere yönlendiriyor, sönümlendiriyor. Patronlar dünyasına da oh çekerek el ovuşturmak düşüyor.
Evcil bir hayvan üzerinden başlayan tartışma ve sonrasında yaşanan galeyan! Dilovası’nda yaşanan bu hadise de şoven rüzgârdan bağımsız değil, belki de toplamının prototip bir sonucu. Dilovası’nda, nefret söylemiyle ve ellerinde sopalarla linç kültürüne yedeklenmek istenen gençler kimlerdi? Milliyetçi muhafazakâr gençler kadar Alevi, Kürt, hatta “sol”a oy veren gençlerin de galeyanın içinde sürüklendiği tahmin etmek zor değil. Oysa Dilovası’nın derdi başka. Etrafında 5 Organize Sanayi Bölgesi olan, bir de büyük sanayi sitesinin bulunduğu bu yoksul emek kentinde, Suriyeliler ucuz işgücü olarak sömürülüyor ve yerli işçilerle rekabete zorlanıyor. Bunun sorumlusu mülteciler değil patronlar.
Bir dönemdir global olarak ve ülke düzeyinde neo faşist, neo milliyetçi partilerin atakta olduğunu görüyoruz. İşçi hareketi ve halk göçmen düşmanlığı üzerinden zehirli bir tehdit altında. Bu nedenle sosyalistler, komünistler, devrimci ve ilerici güçler bir araya gelerek ortak bir strateji geliştirmek durumunda. Elbette sözü edilen her parti ve örgütün bu konuya dair görüşleri var, bu biliniyor. Fakat ortaklaşmak da önemli. Sosyalistlerin, ırkçılık ve mülteci düşmanlığıyla mücadele kadar göç politikalarında ortak bir akıl geliştirmesinde yarar var. Yerli ve göçmen emekçilerin ortak hak mücadelesi de buna dahil elbette.
Fransa’da Nahel’in öldürülmesinin ardından ortaya çıkan isyan dalgası enternasyonal mücadele zemini için önemli bir kapı açtı. 500 göçmen sulara gömülürken Atina sokaklarına dökülen sosyalist, ilerici ve demokratik muhalefet de aynı şekilde umut verdi. Türkiye’de yapılacak tartışmalar, atılacak adımlar kritik önemde olacak.
8 Temmuz 2023
https://haber.sol.org.tr/haber/neo-fasizm-gocmen-dusmanligi-ve-ortak-strateji-ihtiyaci-379646