Popülist liderler, otokratik ve otoriter liderler, aşırı sağa ya da neo-nasyonalist eğilimlere sahip liderler; kısacası demokratik ölçü ve değerlerin canına okuyan bütün bu lider tarifleri, düne göre daha baskıcı, daha milliyetçi, daha şoven ve savaşı daha çok isteyen yeni yönetim biçimlerine işaret ediyor. Lafı eğip bükmeden söylemek gerekirse, yeni tür ve biçimleriyle 21. yüzyıl faşizmi kendini hızla örgütlüyor.
Modern dünya hâlâ kapitalist hegemonya altında. Ezenle ezilen, sömürenle sömürülen arasındaki çelişki değişmedi. Değişmekte olan şey ise kapitalizmin devletler bazındaki siyasası, siyasal yönetim biçimleri. Sosyalizm, 20. yüzyıldaki etkisinden çok uzakta. Kapitalizm, burjuva demokrasisi ile faşizm arasında gelgitler yaşıyor. Çoğu zaman ve şimdilik ara gri formlara bürünüyor.
20. yüzyıl faşizmi kara bir tarihtir. Barbarlık savaşı, kitlesel kurumlar, toplama kampları ve gaz odaları ile insanların ortak vicdanında lanetlenmiştir. Faşizm, kapitalizmin krizleri ve bunalımları arasında doğmuştur. Tröstler, tekeller, karteller ve finans merkezleri ona yol vermiştir.
Faşizm, sadece bir meczubun ya da meczuplar grubunun fanatik bir sapkınlığı olarak sınırlanamaz. O, hem kitlesel bir terör mekanizmasıdır hem de kitleleri kapitalizme yeniden bağlayan sınıfsal bir tercihtir. Çok katmanlıdır, karmaşıktır, basit ele alınamaz. Çünkü kendini ideolojik, kültürel, teolojik, mitolojik kökler üzerinden inşa eder.
Faşizm, 20. yüzyılın deneyimidir; yenilmiştir. Ancak bir kriz sarmalında yine göreve çağrılmaktadır. Sadece yaklaşan değil, hızlanan bir felaket hâlinde bu kez 21. yüzyıl faşizmi karşımızda duruyor.
Doğumu iki savaş arasında
Federico Finchelstein Faşist Yalanların Kısa Tarihi adlı kitabında şöyle bir saptamada bulunur: “Korporatizm, iki savaş arasında liberal demokrasiye küresel boyutta verilen cevabın en can alıcı boyutuydu.”
Lider-parti-ordu birliğine dayanan, demokrasiyi rafa kaldıran korporatist perspektif bugün yeni formlarıyla karşımızda: lider-devlet-şirket-parti-ordu ortaklığı olarak. Çok ilginçtir, Mussolini henüz 1920’de “üçüncü yol” kavramını ortaya atmıştır. İtalyan faşist şirketinin sunduğu üçüncü yol, liberalizm ve sosyalizm karşısında korporatizme dayanan bir demokratik diktatörlük çağrısıdır.
Burjuva demokratik temsili dahi küresel rekabette ayak bağı olarak gören günümüz kapitalizmi de hızla korporatizm formuna geçiş yapmaktadır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında doğmuş olan faşizm, üçüncü büyük savaşın ön gününde bu kez 21. yüzyıl faşizmi olarak inşa edilmektedir.
Kurucu milli travma
Bugün otoriter rejimler ve liderler küreselciliğe meydan okuyorlar. Temel çıkış noktaları ise, tıpkı 20. yüzyıl paradigminde olduğu gibi, kurucu milli travmadır. Tesadüf olmasa gerek, 1789 Milli Devrimi’nden başlayarak demokratik devrim ve dönüşümleri, demokratik yönetim şeklini ve bir bütün olarak demokrasiyi talihsiz ve tarihsel bir parantez olarak gören bir travma halidir bu.
Aynı zihniyete göre demokrasi ve demokratik seçim temsili parantezi kapanacak. Böylece bin yıllık imparatorluk geleneği, asıl halkın, milletin ya da ırkın yüceltildiği tarih kapısını yeniden açacak. Bu siyasete göre fikir tartışması başlangıçta kolay değildir, sancılıdır. Bugün yaşanan siyasal ve sosyo-politik travma da bu yüzdendir. Yeni bin yıl, yeni yüzyılın milli çıkış travmasıdır söz edilen.
Tam da bu yüzden neo-faşist projeksiyon, milleti, ulusu ya da ırkı yeniden ayağa kaldıracak kurucu bir millet platformunu önermektedir. Aşırı sağın yükseldiği hemen tüm ülkelerde durum budur: demokratik halk iradesine yer yoktur.
1945’te Hannah Arendt, faşizmi eleştirir ve şöyle der: “Gerçeklik şekil verilebilir, değiştirilebilirdi ancak hakikat asla.” Gerçekten de Mussolini’nin niyeti, hakikati mitlerde var olan gerçek buyrukların peşinden gitmekti. Yani faşizmin mistik ve mitsel boyutu, demokrasi karşıtlığıydı.
Halkın gücü ve iradesi yalnızca duce ya da führer’in şahsında birleşirse millet yenilmez bir güç olurdu. Onun sözü hakikat, tüm karşıt sözler ise hakikate erişemeyecek hipotezler olabilirdi ancak.
Mit kadarıyla din, faşizm kavramına uygun olarak yeniden yorumlandı. Lider, şef; mitsel dünya kadar teolojik dünyanın da temsiline bürünecekti. Otoriter lider, tanrı katına en yakın isimde, tanrı ile konuştuğunu ve tanrıdan buyruk aldığını söyleyen liderler bugün de karşımızda. Ya da onlara bu payeyi bizzat medya patronları veriyor.
Popülizm, faşizm ve demokrasi
Faşizm, güncel ve tarihsel anlatıda demokrasiye karşıdır. Fakat kalıpçı da değildir, bukalemun gibi renk değiştirir. Kimi zaman demokrasiyi tam karşısına alır, demokratları düşman ilan eder. Kimi zaman da demokratik kisveye bürünür. Tam da bu anda popülist parti ve liderler karşımıza çıkar.
Parlamenter sistemi daha da sınırlayan popülist otoriter güçler, yetkiyi daha çok liderde birleştirirler. Kararnameler yasaların, bazı durumlarda anayasanın üzerine çıkar. Yasama, yürütme ve yargı, popülist liderlerin gölgesinde kalmaya başlar. Popülizm, faşizmin demokrasiye yedirilmiş haline dönüşür.
Popülizm ile faşizm arasındaki bu gri alanda, başlangıçta faşist düşünceye sahip olmayan milyonlarca insan giderek faşizmin kitle destek gücü haline gelir. Demokrasi döneminin kapandığı savı, demokratik ve antifaşist mücadeleyi de dışlar. Bu nedenle tutarlı bir demokrasi mücadelesi, ne faşizmi ne de popülizmi ıskalayabilir.
Ona bir düşman gerek
Faşist ideoloji, düşmansız yapamaz; ayakta duramaz. Milletin iç ve dış düşmanları listelenir bu yüzden. Bu düşmanlar giderek, ırkın, soyun, soydaşın düşmanı olarak damgalanmaya başlar. Yabancı düşmanlığı dün olduğu kadar bugün de faşizmin en kullanışlı rezerv kaynağıdır.
Yüzyılımızın özgün yanı ise, mülteci ve göçmen düşmanlığının ilk sıralara konmasıdır. Onlar, ulusu ve ulusun ırkını tehdit eden, tarihsel soy ağacına kirlilik getiren, bekasını tehdit eden istilacılar olarak görülüyor. Soyu bozacak istilacılar.
21. yüzyıl faşizmi, popülizmle iş birliği yaparak ilginç bir hamleye daha yöneldi. ABD’deki son seçimler ibretliktir. Neonazi ya da neofaşist partilere, göçmen kökenli olmakla suçlanan hatırı sayılır oranda yurttaş oy verdi. Böylece “kurucu milli travma” konseptine soydaş olmayan topluluklar da çekildi. Yabancı düşmanlığında sınır, gerçek anlamda ülke sınırına çekildi. Yurttaş olanların şoven birliği, yurttaş olmayan herkesi ötekileştiriyor.
İlginçtir, 1935’te Romanya’nın faşist lejyonu, milliyetçiler arasında kabul görmez. Bunun üzerine faşist kurmaylardan şu açıklama gelir: “Lejyoner hareketiyle ilgili gazetede okuduğunuz veya kulağınıza gelen ajanlar ve istihbarat, milliyetçi görülürlerse bile hiçbir şekilde inanmayın. Bir lejyoner yalnızca emirlere ve liderlere bağlıdır.”
Göçmenlerin paralı asker, paramiliter güç ya da lejyoner savaşçı olarak kullanılması bugünün de gerçeği haline geliyor. Onların teminatında tek isim yine otoriter liderlerdir. Bu nedenle, mülteci ve göçmen haklarına, ezilenlerin ve ötekileştirilenlerin hakları nazarında nasıl bir tutum alınacağı hayati önemdedir. Bu tutum, neofaşizm tehdidi karşısında demokratlığın turnusol kâğıdıdır.
Faşist enternasyonal
Neofaşist ya da popülist liderlerin savunuşu budur. Küreselcilik çatırdayan dünyada yeni bir düzen arıyor. “Yüce ırk” veya “milletin menfaati her şeyin üzerindedir.” Trump’ın ticaret savaşı ya da Elon Musk’ın nazi selamı, sözüm ona küreselcilere meydan okuyor ama onların yollarını da takip ediyor.
İyi ya da liberal küreselcilik, uzaydan mı indi? Gerçek olan şu ki, küreselciliğin kullanım süresi doldu ve popülizm ile faşizm kıskacında yeni bir küresel düzen inşa ediliyor. Azgın sömürü ve halkların kanı üzerinden olmuş, kimin umurunda?
20. yüzyılın faşist partileri tescillidir, aynısını bugün bulmak kolay değil. Fakat bugün Kuzey veya Latin Amerika’da, Avrupa’da ya da Uzak Asya’da toplanan aşırı sağ partiler onların devamı ve yeni türevleridir. Sergilenen zirveler maskeli balolardan ibarettir. Bu zirve buluşmaları ve toplanan kongreler, henüz adı konmamış bir faşist enternasyonaldir.
Karşısında toplanan en büyük güç sosyal demokratlar olsa da, onların durumu içler acısıdır. Çünkü sosyalist enternasyonal ismiyle toplanan sosyal demokrat partiler, aşırı sağa kayarak onu durdurabileceklerine inanmaktadır. Burada ciddi bir başlık vardır: “Yeni enternasyonal boşluğu.”
Geçtiğimiz 10-15 yıl içinde akademi dünyası bolca faşizm çalıştı. Tezler, makaleler ve kitaplar bunu gösteriyor. İyi de yaptılar. Bugün yaşanan gelişmeler, o çalışmaların ne kadar değerli olduğunu ortaya koydu. Fakat bu çalışmalar ağırlıkla 20. yüzyıl faşizmi analizleriyle sınırlı kaldı.
Popülist liderler çağının perdesini yırtacak çalışmalar için, 21. yüzyıl faşizmi üzerine tezler, dönemin en büyük ihtiyacı olsa gerek.
Herkese sevgiler ve kucak dolusu selamlar.