Bu yıl 1 Mayıs, Covid-19’un gölgesinde kutlandı. İşçiler, salgın koşullarında, kendilerini ölmek pahasına çalıştıran düzeni sorguladılar. Fabrikalarda, hastanelerde, balkonlarda kapitalizme öfke vardı.
Emekçiler, sağlık riski nedeniyle bu yıl kitlesel mitingler yapamadılar. Ama sosyal medya imkanlarını kullanarak taleplerini paylaştılar. İçlerinden bir paylaşım vardı ki, kanımca 2020 1 Mayıs’ını özetler nitelikteydi. Çok uluslu şirketlerin ucuz emek deposu Bangladeş’ten gelmişti. İşçi kadın, elinde tuttuğu dövizde şöyle diyordu: “Markalar ürünlerde (parça başı üretimde) yüzde 10-50 arası indirim istiyor. Üreticiler de işçi maaşlarında yüzde 40 indirim istiyor. İKİNİZE DE YAZIKLAR OLSUN!”
Korona faturası, zincirleme biçimde nasıl da işçilerin üzerine yıkılıyor. “Yeni normale dönüş” dedikleri tam da bu işte. İşsizlik tehdidi, esnek çalışma metotları, telafi çalıştırma, ikramiye ve maaşların budanması, sosyal haklarda kesintiler şimdi bir silsile halinde gelecek. Bangladeş’te olduğu gibi “kesintiler” süreci başladı bile.
Peki, işçilerin, emekçilerin, sendikaların “Yeni normale dönüş” stratejisi ne olacak? Açık ki, bu, sınıfa karşı sınıf mücadelesi olmak zorunda. Dirhem dirhem ekmeği koparma ve kazanma mücadelesi. Her günü 1 Mayıs’ın coşkusu ve direnci ile karşılamadıkça bunu başarmak zor elbette.
1 Mayıs’ı yasaklayanlar, korona gölgesinde sessiz sedasız gelip geçsin diye el ovuşturanlar hiç sevinmesinler; 1 Mayıs bitmedi, yeni başlıyor.
GÖÇMEN İŞÇİLERİN 1 MAYIS’I
Göçmen işçiler uluslararası işçi sınıfının bir parçası. Aynı zamanda burjuvazi için yedek işçi ordusu. Kriz zamanlarında en önce ve kolay vazgeçtikleri işçiler onlar. Patronların en ucuza ve güvencesiz yer doldurdukları işçiler yine onlar.
Körfez Arap ülkelerinde 3 milyon göçmen işçi çalışıyor. Kriz zamanlarında bu sayı 1 milyona indirilebiliyor. Salgın döneminde de aynısını yaptılar. Kontratları yok sayıp işçileri ortada bıraktılar. Korona günlerinde Arabistan’dan Kuveyt’e, Cezayir’den Libya’ya birçok ülkede göçmen işçiler eylemler yaptı. 1 Mayıs’a gelindiğinde, bu eylemler 1 Mayıs kutlamalarıyla birleşti. Hakları çalınan, sponsor şirketlere transfer edilerek savunmasız bırakılan gurbetçi işçilerimiz de bu eylemlerde vardı.
Peki, ya sendikalar, sendikal konfederasyonlar? Sendika çatı örgütleri Körfez için korona döneminde “ücretli izin” talep edemedi! İşleri güçleri hükümetlere “Küresel kalkınma için göçmen işçilere iyi davranın” mektupları yazmaktan ibaret. Bizdeki konfederasyonlar da dışarıdaki bu isyanlara sessiz kaldı. Oysa 1 Mayıs’ın özü “İşçilerin uluslararası birlik, mücadele ve dayanışması” değil mi?
NE YAPILSA ALİ EL HEMDAN ÖLMEZDİ?
1 Mayıs’a sayılı günler kala, Suriyeli bir genç Adana’da polis kurşunuyla can verdi. Yaşı 18’di, adı Ali el Hemdan. Hemdan’ın ölümü kamuoyunu derinden sarstı. “Ali’yi öldürenler nerede” diye sordu milyonlar. Ateş eden polis tutuklandı. Peki, mevzu bitti mi? Ali’yi unutmamak için yeni sorular sormalı: Acaba ne yapılsa Ali ölmezdi? Bundan sonra ne yapılmalı ki başka Aliler ölmesin?
Ali 6 yıllık bir tekstil işçisiydi, çocukluktan beri işçi yani. Korona onun gibi yüz binlerce mülteci genci işsiz bıraktı. Koronadan ölmekle açlıktan ölmek arasında mülteciler. 20 yaş altındaki gençlerin sokakta yakalanması demek evdekilerin aç kalması demek. Polis görünce canını dişine takarak kaçmaları bu yüzden. Cezayı ödeyecek güçleri de yok zaten.
Sahi biz bu olaydan bir ders çıkardık mı? 20 yaş ve altındaki mülteci işçilerin, sokakta polis görünce kaçmayacağının, yeni ölümler olmamasının garantisi ne? Kimi vatandaşlar bu soruyu sorunca şu tepkiyi veriyor: “İzin kağıdı gösterirlerse polis bir şey demez”. İyi de kayıt dışı çalıştırılan 1.4 milyon mülteci/göçmen işçiye bu izin belgesini hangi patron verecek?
Çok açık, Ali korona ile açlık arasında sıkışıp kalmasa bugün yaşıyor olacaktı. Başka Alilerin yaşaması bu durumun ortadan kalkmasına bağlı. Bu yüzden mülteci işçilere sigortalı/güvenceli iş imkanı sağlanmalı. Salgın döneminde işsizlik ödeneği ve yaşamsal destek verilmeli. Polisin silah kullanma yetkisi de bu kadar ‘ucuz’ olmamalı. Elbette mülteci işçilerin bu talebi, 1 Mayıs’ın sahibi bütün işçiler tarafından savunulmalı.
1 MAYIS’TAN 6 MAYIS’A
1968 gençlik önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972’de idam edildiler. Bugünden geriye bakıldığında, cuntacılar hep lanetlenir, Denizler ise hep halk kahramanları olarak anılır oldular. Denizleri her 6 Mayıs’ta anmak artık Türkiye’de bir gelenek.
Denizlerin yoldaşı, ’68 gençlik önderlerinden Aydın Çubukçu’ya bir defasında 1 Mayıs tarihi ile ’68 gençliği arasındaki ilişkiyi sormuştum. O an Hayatın Sesi Televizyonunda, Babil Kulesi programındaydık. Bana şu cevabı vermişti:
“… 1921-22’de İstanbul’da 1 Mayıs, işçi hareketinin özelliklerini gözeterek kutlandı. Ama ondan sonra çok uzun süre bir şey yok. Biz ’68’liler, bu ülkenin en devrimci gençlik kuşağı, 1 Mayıs’ı bilmezdik. Bir tane 1 Mayıs kutlamadık biz. 1976’ya kadar 1 Mayıs diye bir derdimiz yoktu. Arada kopuk halkalar var. Mesela ben İzmir’de Yol-İş Sendikasında, o zamanlar bir vesileyle ordaydım. Yugoslavya kökenli işçiler vardı, göçmen işçiler. 1 Mayıs günüydü, bizim bir şey yaptığımız yok. Onlar elinde şarap şişeleriyle girdiler içeri. Şarap içerek kutlamışlar 1 Mayıs’ı, onu böbürlenerek anlattılar. ‘Yaşasın Tito’ marşını söyleyip gelmişler. Çok keyiflilerdi, biz öyle baktık. ‘Bayramınız kutlu olsun arkadaşlar’ bile demedik, içime derttir. Yani (1922 1 Mayıs’ı ile) kopuktuk bu kadar. 1 Mayıs 1976’ya gelince; o, 12 Mart’tan patlayarak gelmenin işaretidir, 12 Mart rejiminin parçalanmasıdır. Ve devletin de affetmediği şey aslında odur; ’77’de intikamını almak üzere.”
Virüs salgını nedeniyle bu yıl 1 Mayıs gösterileri akşam saatlerine kaldı, evlerin balkonları ışıl ışıl oldu. Peki, bu manzara 6 Mayıs’ta tekrarlanır mı? Türkiye 1 Mayıs ile 6 Mayıs geleneğinin iç içe geçtiği bir ülke artık. Gelen bilgilere göre, gençler gündüz anmaları yapacak. Peki ya akşam, peki ya balkonlar, camlar? Neden olmasın?
04 Mayıs 2020