İsrail ordusu Gazze’yi yerle yeksan ederken BM kurallarını ve uluslararası mülteciler sözleşmesini de ayaklar altına çiğnedi. Gazze’de neredeyse tüm mülteci kampları ve mülteci gettoları bombalandı. Binlerce mülteci kadın ve çocuk dünyanın gözü önünde katledildi ya da yaralandı. Refah sınırına zorla sürülen Filistinli mülteciler “güvenli yer” diye anılan bölgede de bombalandılar. Çadır sığınaklar kana boyandı. Ne acıdır ki, İsrail ordusu “sürdürülebilir barbarlık” için Afrikalı siyah mültecileri lejyoner olarak orduya almaya başladı. Mülteciler sermayenin yedek işgücü ordusu olduğu kadar devletlerin yedek savaş ordusu olarak da cepheye sürülüyor.
Çağrı cihazları ve telsizlerin patlatılmasıyla birlikte sivil katliamlar Lübnan’ın içine uzandı. Mülteci gettoları olarak tarif edilen mahallerde de can kayıpları ve yaralanmalar gerçekleşti. İsrail ordusu ve Falanjist grupların birlikte gerçekleştirdiği 1982 Sabra ve Şatilla kamplarına benzer toplu sivil katliamlar bir kez daha gündeme gelebilir. Lübnan’da gerilim demek, mültecilerin ve sivillerin katliama uğrama riski demek.
Uluslararası alanda savaş hukukunun yerle bir edilmesiyle mülteci katliamları at başı gidiyor. Sadece savaş sahasında değil göç yollarında, sığınma ve iltica aşamalarında da mültecilere yönelik keskin hak gaspları ve saldırılar başladı. Öte yandan bölgesel savaş ya da çatışma ihtimali yeni ve daha büyük göç hareketlerinin habercisi. Dünyanın egemen devletleri adı konmamış iş birliğinde mültecilere yeni duvarlar örmenin ya da onları hızlı deport etmenin derdine düştü. Hak gaspları baş döndürücü hızla devam ediyor. Avrupa merkezli gelişen ırkçılık ve göçmen düşmanlığı üzerinden hortlayan neo-faşizm, hukuk dışı deportizasyon süreçlerine kolay zemin sağlıyor. İktidarın dümeninde sağ ya da sosyal demokrat partilerin oturması da çoğu durumda fark etmiyor.
Avrupa Birliği, Türkiye ile imzaladığı Geri Kabul anlaşması benzeri sözleşmelerle “göçmen deposu” ülkelere yenilerini katıyor. “Göçmen deposu” ülkeler Kuzey Afrika’da yayılmaya devam ediyor. Merkez kapitalist devletler bununla da yetinmiyor: “göçmen deposu ülkelerin” başlangıç ülkeleriyle deport anlaşmaları yapmasını teşvik ediyor. Sistematik geri gönderme stratejisi “hedef ülkeler-transit ülkeler-başlangıç ülkeleri” şeklinde göçün rotasını geriye doğru itiyor. Yerküre üzerinde yeni sözleşmelerle inceltilmiş “küresel bir push-back konsensüsü” ile karşı karşıyayız.
Savaş kuralları dahi çiğnenir, orman kanununa benzer deport işlemleriyle mülteci hukuku delik deşik edilirken; merkez kapitalist ülkeler genç ve dinamik işgücü açığı için de de-facto bir çözüm buldular. Merkez kapitalist devletler, transit ve başlangıç ülkeler üzerinden bir yandan deport/geri kabul antlaşmalarını yaygınlaştırırken, diğer yandan aynı ülkelerle geçici sözleşmeli işgücü transferi için anlaşmalar yapıyorlar.
Emsal model Almanya’dan
Son olarak Almanya devlet yetkilileri Özbekistan’ı ziyaret ettiler. İki ülke arasında imzalanan göç anlaşması, “iş gücü ve vasıflı işçi göçünün güçlendirilmesini” teminat altına alıyor. Almanya’da kalma hakkı bulunmayanların ülkelerine geri gönderilmesi de iş birliği kapsamında. Tabiri caizse “Al mültecini, ver geçici sözleşmeli işçiyi” şeklinde korkunç anlaşmalar bunlar.
Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser’ın konuya dair beyanı şu şekilde: “Almanya’da kalma hakkı olmayan kişilerin geri gönderilmesinin etkin şekilde uygulanması, düzensiz göçün sınırlandırılması açısından önemlidir. Bunun için iyi düzenlemeler üzerinde mutabık kaldık. Öte yandan, Özbekistan’dan gelen kalifiye çalışanlar için iş piyasamızda ve Almanya’da eğitim ve yüksek eğitim için fırsatlar sunuyoruz. Ne de olsa pek çok sektörde yurt dışından iyi eğitimli iş gücüne ve kalifiye işçilere acilen ihtiyacımız var.” Başbakan Olaf Scholz da şunları söylüyor: “Bu anlaşma, şu anda dünya çapında pek çok ülkeyle adım adım yapmak istediğimiz anlaşmaların bir modelini sunuyor.” Bundan sonra gidecekleri rota belli oldu. Almanya’nın benzer anlaşmaları daha önce Kenya, Gürcistan, Hindistan, Kolombiya ve Fas ile imzaladığı belirtiliyor.
Bütün bu süreç Solingen saldırısıyla hem ivme kazandı hem de mülteci geçişlerine karşı kara sınır kontrolleri başlatıldı. Avusturya, Polonya, Çekya ve İsviçre, Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka ve Lüksemburg sınırlarında kontroller sıkılaştı.
Geri gönderme rotasında Türkiye ne yapacak?
Bir örnek: 2010 yılında AB ülkelerinde iltica başvurusu ret edilen Afganistanlı mülteci sayısı 80 bin civarındaydı. Berlin daha o dönemde Kabil yönetimiyle geri kabul anlaşması imzalayarak hızlı deport rotasını açmıştı. 2020’ye kadar Afganistan’a AB tarafından yılda 1,2 milyar Euro ödenmesi de taahhüt altına alınmıştı. Solingen’deki bıçaklı saldırıdan sonra deport işlemleri hızlandı. Hak örgütlerinin uyarılarına rağmen Taliban yönetiminin egemen olduğu Afganistan’a kitlesel deportlar gündemde.
Bu arada AB-Türkiye-Pakistan hattında da yeni bir geri gönderme rotası açıldı. Avrupa Birliği kendi yasaları çerçevesinde ‘yanlış’ gördüğü ilticacıları sınır dışı edecek. Tersine transit geçiş ülkesi ise Türkiye olacak. Türkiye ve Pakistan yönetimi görüşmeler konusunda epey mesafe aldı.
AKP iktidarı bir yandan AB’nin hukuk dışı geri gönderme stratejisine eklemlenirken, öte yandan işgücü açığını yine AB’ye benzer şekilde çözme gayretine girişiyor. Patron örgütlerinden gelen talep de hükümeti destekliyor. Örneğin Ticaret Bakanı Ömer Bolat, “Bugün 25 bin Afgan çoban gitse tarım, hayvancılık kalmaz” diyerek geçici sözleşmeli göçmen işçi transferinin yolunu açtı. Türkiye Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Merkez Birliği (TÜDKİYEB) Başkanı Nihat Çelik de Afganistan ve Türki cumhuriyetleri ile yabancı çoban istihdamı için görüşmeler yapıldığını ifade etti.
Nitelikli yabancı emek transferi
AKP hükümeti özellikle Suriyeli mültecilere karşı sert sınır dışı etme politikasını devreye koyarken, birçok ülke ile yabancı işçi transferi için projeler geliştiriyor. Bunlardan biri de “StartUp” projesi.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, “Uluslararası Yetenek Transferi Programı” kapsamında, Ar-Ge ve Teknoloji Geliştirme Bölgelerinde “faaliyet gösteren firmalarda, 284 meslek kolunda çalışacak yabancılar için yapılan çalışma izni başvurularını istisnai usulle ve öncelikli tutarak” sonuçlandırdıklarını açıkladı. Yani sadece vasıfsız iş gücü değil, nitelikli beyinlerin işgücü transferi de böylece sağlama alınacak. Türkiye’de yüzbinlerce diplomalı işsiz yurt dışına kaçarken, beyaz yakalılar yurt dışına göçmek zorunda kalırken; yerleri ucuz, güvencesiz yabancı teknik elemanlarla doldurulacak. Nihayetinde hem yerli hem de yabancı emekçiler için çalışma koşulları daha da beter hale gelecek. Ucuz emek rekabeti de işin cabası.
Son olarak “Irak-Türkiye Mutabakatı” kapsamında 15 yaş altı ve 50 yaş üstü Iraklı vatandaşlara vize serbestisi tanındı. Bunun sadece bir ticari hamle olmadığı açık. Çünkü Türkiye’de şu haliyle 3 bin civarında Iraklı ya da Irak ortaklı şirket bulunuyor. Vize serbestisi kararıyla birlikte şirket sayısının artması muhtemel. Peki, ne yapacak bu şirketler? Çoğu ucuz ve güvencesiz “çırak” yahut Iraklı işçiyi hizmet ve sanayi çarklarına çekecek. Sadece Ankara OSB’lerde bile binlerce Iraklı işçinin çalıştığını not düşelim.
AB’den feyzle Suriyelilere jet deport
Geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “Suriye’nin kuzeyine gerçekleştirilen harekâtlar sonrasında oluşturulan güvenli bölgeler sayesinde göçü kaynağında durdurduklarını” açıkladı. Yerlikaya, “gönüllü”, “güvenli” ve “onurlu geri dönüş” yapan Suriyeli sayısının son bir yılda 132 bin 288’e, son 5 yılda ise 687 bin 706’ya yükseldiğini söyledi. Muazzam bir deport sayısı bu. Kayseri’deki saldırılar ya da Geri Gönderme Merkezlerinde yıldırılan mültecilerin imzalamak zorunda kaldıkları geri dönüş formları ne kadar “gönüllü” dönüşü yansıtır? Bu konu çok tartışmalı. Nihayetinde AKP iktidarının AB’nin sert geri gönderme sistemine nasıl entegre olduğu görülmüş oldu. Böylece AKP hem oy desteğini konsolide etmek hem de Suriye’deki yeni siyasi hesaplarına mülteci nüfusu dahil etmek istiyor.
Kısacası, AB ve onunla birlikte hareket eden AKP iktidarı, küresel yeni göç rejiminin sert geri gönderme hamlesini danışıklı olarak yürürlüğe sokuyorlar. Gelişmiş ülkelerin ya da az gelişmiş ülkelerden biri olarak Türkiye’nin işgücü açığı ise geçici işçi sözleşmeleriyle kapatılmaya çalışıyor. Filistinlilerin gözyaşı, mazlumları ve “muhacirlerin” çektiği acılar ise egemenler açısından ucuz hamasetten öteye gitmiyor. Büyük insanlık, savaş ve barbarlık ikliminde birçok kazanımını yitirirken mülteci haklarını da parça parça yitiriyor. Bu yüzden mücadele ve yeni/yeniden kazanım hedefleri mültecileri ve göçmen işçi haklarını da kapsamak zorunda.