Amcam bir karo fayans ustasıydı. Tıpkı diğer inşaat işçileri gibi onun da şehir beğenme, ülke seçme lüksü yoktu. 1990’lı yılların ortalarıydı. Bu kez Rusya’dan iş teklifi almıştı. Bir yıl sonra evine döndüğünde, onu ziyaret ettim. Gördüklerini anlatmasını istedim.
Şirket, amcamın da içinde bulunduğu işçi grubunu Sivastopol’a göndermiş. Karadeniz kıyısına kurulu bu kentte, Sovyetler Birliği zamanından kalma büyük bir işçi dinlenme tesisi varmış: Aynı anda 120 bin kişinin tatil yapabileceği bir tesis! Ama Rusya’da artık sosyalizm iktidarda olmadığı için, tesis Rus oligarklarına peşkeş çekilmiş. Amcamların yaptığı iş de zaten, harabeye dönen bu yerleri onarmak ve turizm şirketlerine hazır hale getirmekmiş.
Sosyalizm işte biraz da böyle bir şey. Yani işçi ailelerinin, emekçi halkın ücretsiz olarak ve kolektif mülkiyet altındaki tesislerde dinlenebilme hakkı. 150 milyonluk Sovyet topraklarında, her yaz on binlerce işçi ailesinin deniz kıyılarına uzanarak tatil yaptığı o yerler bugün artık işçi sınıfına kapalı. Tatil ve dinlenme tesisleri sadece parası olana var.
***
Tıpkı dinlenme ve tatil hakkı gibi, sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı da artık işçilere, emekçilere paralı. Günümüz kapitalizm çağının işleyen yasalarından biri bu. Koronavirüs salgını ise sistemin acziyet ve acımasız yüzünü daha açık gösterdi.
Dün Evrensel’in dış haberler sayfasında Fransız Doktor Christopher Prudhomme şöyle diyordu: “Başından bu yana koruyucu ekipman yokluğunu hem hastaneler hem doktorlar yaşıyor. Meslektaşlarımız, hemşireler, ambulans çalışanları utanç verici koşullarda çalışmak zorunda. Kendilerini tehlikeye atıyorlar. Özellikle de solunum cihazı takmak ve nefes almak için zorunlu olan anestezi ilaçlarının eksikliği hissedilmeye başlandı. Hastaların hayatlarının tehlikeye atıldığı bir durumla karşı karşıyayız. Bu durum elbette öngörülebilirdi, fakat hiçbir şey yapılmadı.”
Bu rezalet, merkez kapitalist ülkelerden Fransa’da yaşanıyor. Diğer ülkeler de bundan farklı değil. Küresel kapitalizmin, emperyalizmin elinde insanın sağlık hakkı can çekişiyor. Çünkü yine Dr. Pruhomme’un dediği gibi, “İlaç şirketleri üretimi garantiye almaktan çok mali kârlarına öncelik vermeyi tercih ediyor.” Doktor son olarak, daha fazla ölü saymamak için devlete şirketlere el koyma çağrısı yapıyor.
Haklı ve yerinde bir kamulaştırma çağrısı değil mi bu?
***
Sosyalist Rusya’da işçilerin yükselen refah düzeyi ve eğitim, sağlık, konut gibi kolektif kazanımlar kapitalist devletleri uzun süre baskılamıştı. Burjuva yönetimler de kendi ülkelerindeki işçi ayaklanmalarını frenlemek için “sosyal devlet” sistemine geçmişlerdi. Fakat SSCB ve işçi devrimleri yakın bir tehdit olmaktan çıkınca, sosyal devlet yatırımları bu ülkelerde hızla tasfiye edildi.
Sosyal devlet sistemini terk etmekte geç kaldıklarını söyleyen liderlerden biri de Tansu Çiller’di. Özelleştirme için butona basan Çiller, “Açıkça görülmektedir ki, Türkiye son sosyalist ülkedir” diyebilmişti. 2002’de iktidara gelen AKP ise, Çiller ve sonrasında Kemal Derviş’in sıkı özelleştirme politikalarına sarıldı. Kamusal birikimler peş peşe satıldı. Sağlıkta özelleştirme furyası bu dönemde hız kazandı.
Geldiğimiz yerde, 17 yıllık AKP iktidarının koronavirüse karşı mücadelesi elbette kamusal bir karakter taşıyamazdı. Zira direksiyon artık özel hastane sahipleri ve ilaç baronlarının elindeydi. Ve pandemiye karşı dövüşte halkı koruyacak son “kamusal kalkan” da tarumar edilmişti.
***
Çok değil 20 yıl önce, kapitalizm, yeni bin yılın şerefine gökyüzüne “milenyum” fişekleri fırlattı. Ve işte bugün geldiğimiz nokta! Ne çok uluslu şirketler ne devletler ne de emperyalizm koronavirüsle baş edebiliyor! Kapitalist yapı ve kurumlar sağlık alanında tel tel dökülüyor. Hastalıktan kırılan ise yoksul halklar oluyor.
Hani sosyalizmin yokluğunda kapitalist rekabet dünyaya dinamizm getirecekti! Yaratıcılık, refah, sıhhat ve üretim bolluğu fışkıracaktı her yerden? Hani piyasa kuralları bütün üretim, dağıtım ve planlama dengesini sağlayacaktı! Koronavirüs çıktı ve bütün bu uydurma tezleri yerle bir etti. Bırakalım diğer sektörleri; ilaç ve tıp endüstrisinde bile tekellerin stokçuluğuna, üretim anarşisine engel olunamadı.
Peki, ya diğer sektörler? İnsanlar, hastanelerde yeterli solunum cihazı olmadığı için can verirken, savaş sanayii tam gaz çalışmaya devam etti. Sahi bir Tomahawk füzesi kaç solunum cihazı ederdi? Bir savaş uçağı ile kaç hastane yapılırdı? Bir savaş gemisine harcanan para ile kaç insan canı kurtarılırdı?
Salgın altında bile temel gaye tekellerin kârıydı. Bizde, inşaat işçileri zorla iskeleye çıkarıldı, toplu ortamda çalışmaya direnen fabrika işçilerine sopa gösterildi, sendikacılar gözaltına alındı. Hindistan’da göçmen işçiler haşereymiş gibi ilaçlandı, zorla fabrikalara sokuldu vs.
Özcesi kapitalizm, dünyayı saran salgın koşullarında bile önceliği burjuva sınıfın çıkarlarına verdi. İşçilerin, yoksul halkların sağlığı “maliyet”ten sayıldı ve milyarlarca insan felaketin ortasında bırakıldı.
***
Kimi bilimciler önümüzdeki dönemi “pandemiler çağı” olarak tanımlıyor. Yani kapitalizm bu hızla doğayı tahrip etmeye devam eder ve insan sağlığını hiçe saymayı sürdürürse, felaketin yerini felaketler zinciri alacak. Bulaşıcı hastalıkların önü alınamayacak.
Korona ile birlikte kapitalizmin daha fazla sorgulandığı bir gerçek. Ama kapitalizmin dermanı ne? Daha ehlileştirilmiş bir kapitalizm mi? Tersine, insanlığın ortak geleceği için sistem tartışmasını kapitalist sistemin dışına çıkarmanın zamanı. İşçi sınıfı ve emekçilerin iktidarını yeniden ve yüksek sesle tartışmanın zamanı.
Aksi, halkların ya emperyalist savaşlar ya da pandemilerle kırılacağı bir barbarlık tablosu olacak. Yazıya “Ya pandemiler çağı ya sosyalizm” diye başlık atmamız bu yüzden. Sosyalizm uzak geleceğin değil bugünün konusu.
06 Nisan 2020
https://www.evrensel.net/yazi/86083/ya-pandemiler-cagi-ya-sosyalizm