Avrupa Birliği (AB) İçişleri Komiseri Ylva Johansonn pek mutluydu. AB Komisyon toplantısı iki gün iki gece sürmüş ve nihayete ermişti. Johansonn cep telefonuyla selfie video çekiyor ve X hesabından şu üst yazıyla paylaşıyordu: “Göçmenler için tarihi an.” AB şefleri en az Johansonn kadar mutluydu. Çünkü 2024’e girerken göç ve iltica haklarına karşı yeni silahlar kuşanmışlardı. Gerçekten de göçmenler için tarihi bir andı, artık göçmenlerin vay halineydi!
Göç politikasında yeni paradigma
AB’nin öncü devletleri, mültecilere ve göçmenlere karşı adı konmamış bir muharebe başlattı. Yaklaşık üç yıldır masada ısıtılan ve çekişmeli pazarlıklarla şekillenen bir plan söz konusu. Bu planın adı “AB Yeni Göç ve İltica Paktı”. Yeni paktla ortaya konan paradigma, esas olarak 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesi’nden doğan hakları bertaraf etmek üzerine kurulu.
Dünyadaki savaşların, açlık ve kuraklığın, kürede iklim değişikliğinin baş sorumlularından olan emperyalistler kitlesel göçlerin de sorumlusu. Fakat mesele yerinden edilmiş insanları kucaklamaya geldiğinde, öncü emperyalist ülkeler göçleri az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin üzerine yıkıyor. AB Yeni Göç ve İltica Paktı, işte bu hesapçılığın en kompakt ve en rafine hali olarak karşımıza çıkıyor. AB bundan böyle Kıta Avrupası’na mülteci istemiyor. Çünkü mültecileri uzun iltica ve oturum süreçleri, yanlarında getirdikleri yaşlılar ve çocuklarla birlikte “masraflı” görüyor. Avrupa mültecileri gördüğü her yerde yakalayıp deport etmek, işgücü açığını ise geçici sözleşmeli göçmen işçilerle karşılamak istiyor.
Göç Paktı’nın hedefleri
AB Yeni Göç ve İltica Paktı’nda oldukça fazla ayrıntı olmakla birlikte, paktın hedeflerini dört başlıkta özetlemek mümkün:
1. AB devletleri mültecilerin uzun iltica prosedürlerinden rahatsız. Bu durum karaya ayak basan göç insanlarını durdurmayı ya da geri göndermeyi frenliyor. Bundan böyle denizden ya da karadan “düzensiz” giriş yapan mülteciler yakalandığı an sınırda işlem görecek. Temel insan hakları ayaklar altına alınırken, temel ilke “hızlı prosedür, hızlı deport” olacak.
2. Kale Avrupası’nın sınırlarında mültecileri durdurmak için parasal yatırımlar artacak. Sahil güvenlik, kulakları sağır eden sirenler ve gözetleme sistemleri, dikenli teller de içinde olmak üzere mülteci topluluklara karşı caydırıcı önlem ve şiddet artacak. Avrupa sınırında kolluk kuvvetlerinin sayısı çoğalacak, sınır güvenliği ihale yoluyla özel şirketlere peşkeş çekilecek. Türkiye’yle imzalanan Geri Kabul Anlaşması’nın benzerleri Kuzey Afrika ülkeleriyle imzalanacak. Sahraaltı Afrika göçü Kuzey Afrika’da kamplar kurarak durdurulacak. AB’nin geri ülkelerinde, özellikle de Balkan ülkelerinde “mülteci depocukları” oluşacak.
3. Mülteci geçişleri durdurulurken, işgücü transfer açığı geçici sözleşmeli göçmen işçilerle karşılanacak. Göçmen işçiler hem ailelerinin kent hayatındaki kalıcı etkisinden arındırılacak hem de mobilize bir güç olarak kullanılacak. Geçici iş tanımı üzerinden göçmen emekçiler sendikal hak ve özgürlüklerden mahrum bırakılacak. Taşeron sistemi Avrupa sahasında güçlenecek, kiralanmış göçmen işgücü üzerinden Avrupa işçi sınıfı ve sendikalar baskı altına alınacak. Tekellerin ve aracı şirketlerin işgücü piyasasına sürecekleri yedek işçi ordusuyla birlikte yerli-yabancı işçi rekabeti kızıştırılacak. Böylece ücretler ve sosyal kazanımlar kısıtlanacak.
4. AB ajansları harekete geçirilecek; Türkiye, Libya, Tunus gibi “göçmen deposu” haline getirilmiş ülkelerde kalifiye işçi yetiştiren programlar devreye girecek. Fonlara dayalı AB projeleri nitelikli göçmen işçiler yetiştirmek üzere kullanılacak. AB ajansları ve özel istihdam büroları işbirliğiyle, mesleki eğitimden geçmiş göçmenler Avrupa pazarına transfer edilecek. İşi biten göçmen işçiler (rüşvet verir gibi) “göçmen deposu” ülkelerin burjuvalarına geri sunulacak. İşçi pazarlayan komisyoncu firmaların sayısı artacak.
Macron pratikçiliği
Dönüp geriye baktığımızda, Yeni Göç ve İltica Planı’nın ilk iki yıl istenen sonucu vermediğini görürüz. Çünkü AB devletleri içinde anlaşmazlık vardır. Uyanık öncü devletler göç yükünü AB içindeki daha geri ülkelerin üzerine yıkma niyetindedir. Macaristan ve Polonya başta olmak üzere ciddi itiraz sesleri söz konusudur. Tam “plan rafa mı kalkıyor” derken sahneyi Fransa Devlet Başkanı Macron alır. Krizi çözen cümlesi basittir: “Bütün maddeleri geçiremiyorsak, adım adım model üzerinde uzlaşalım”. Böylece 9-10 Şubat 2023 AB Komisyonu toplantısında iki kritik karar alınır.
Birincisi, göçmenlere öncekinden farklı olarak AB sınırında işlem yapılması ve geri gönderme mekanizmasının güçlendirilmesidir. İkinci kritik karar, AB devletleri arasında mültecilerin paylaşımı ve “dayanışma” adı altında kişi başı mülteci pazarlığının yapılmasıdır. AB, üye devletleri uzlaşmıştır uzlaşmasına ama bu arada evrensel mülteci hakları büyük bir darbe yemiştir.
Son kararlar ne anlama geliyor?
Ylva Johansonn’un büyük bir keyifle açıkladığı son kararlar, aslında Macron’un açtığı yoldan ilerliyor. “Adım adım çözme modelinde” yeni alınan kararlar ise şu şekilde:
- Her AB ülkesine tahmini olarak yılda 30 bin mülteci pay edilecek. Bunlar her koşulda sınırı geçmiş insanlar. Ülke başına pay etme kriterleri (ülkenin milli geliri, nüfus büyüklüğü, deniz kurtarma operasyonları vb. üzerinden) ayrıntılı hesaplanacak. Sığınmacı kabul etmek istemeyen öncü ülkeler, göçmen alan ülkelere kişi başı yılda 20 bin Euro para ödeyecek.
- Sığınma ve iltica hakkını kazanma ihtimali düşük göçmenlerin AB’de kalmasını önlemek için hızlandırılmış sınır prosedürü uygulanacak. 12 hafta içinde başvurusu kabul edilmeyen mülteciler geri gönderilecek. AB’den Türkiye’ye deport işlemleri de artacak.
Son alınan kararlarda, mülteci başı “rüşvet mekanizmasının” Balkan ve diğer geri AB ülkeleri üzerinde etkili olduğunu söylemek mümkün.
Sınır mı, filtre mi?
Batılı kapitalist devletlerde sınır göçmenlere karşı “güvenlik” sorunu olarak tanımlanırken, Türkiye’de yine göçmenlere karşı “namus” kavramıyla eşitleniyor. Oysa burada muazzam bir gerçeklik gizleniyor: sınırdan içe aktarılan işgücü transferi. Tam da Adam Hanieh’in dediği gibi, “Sınır denetimlerinin birinci etkisi, kayıtdışı işçilerin dışlanması değil bizzat yasadışılığın fiili olarak yaratılması”1 değil mi?
AB Yeni Göç ve İltica Paktı sınır tedbirleriyle birlikte ustaca gizlenmiş bir filtreleme sistemini de devreye sokuyor. Öyle ki, bu plan, kalifiye mülteci alımında ABD, Kanada ve Avustralya’nın “yetenek avcılığını” örnek gösteriyor! ABD’de uygulanan Green Card gibi “AB Mavi Kart” uygulamasını öneriyor. AB mavi kartına sahip olacak kalifiye elemanlar için “AB yetenek havuzu” oluşturulsun isteniyor. Daha da vahimi Avrupa Entegrasyon Ortaklığı adı altında patron örgütleri, ticaret odaları ve işçi sendikaları paydaş gösteriliyor.
Sonuç
Uluslararası göçmen hakları, uluslararası işçi haklarıyla iç içe geçmiş durumda. Neoliberal kapitalist saldırı dalgası işçi sınıfı kazanımları kadar onun bir parçası olan göçmenlerin (göçmen işçilerin) haklarını da buduyor. Dolayısıyla işçi sendikalarının ve işçi sınıfının AB Yeni Göç ve İltica Paktı gibi sermaye stratejilerini yakından takip etmesi gerekiyor.
AB Göç ve İltica Paktı Türkiye işçi sınıfını da doğrudan ilgilendiriyor. Çünkü bu plan hayata geçtiğinde Türkiye sadece bir “göçmen deposu” olarak kalmayacak, göçmen işçileri yetiştirip aracı kurumlarla AB’ye pazarlayan bir “istasyona” dönüşecek. Bugüne kadar Türkiye’de vasıfsız ve niteliksiz işlerde çalıştırılan göçmen işçiler, kalifiye iş alanlarında da ucuz ve güvencesiz olarak sömürülecek. AB şirketlerinin, sözleşme bitiminde geri gönderecekleri mobilize göçmen işçiler, Türkiye burjuvazisi tarafından da modern sanayide kullanılacak. Göçmen işçiler yerli işçilerle birlikte örgütlenirse bu gelişme bir avantaj olabilir. Değilse hem göçmen hem de yerli işçilerin canına okuyacak sistematik bir sömürü mekanizması geliyor.
- Adam Hanieh. “Küresel Göçün Çelişkileri”. Çev. Aydın Gelmez. Socialist Register 2019 – Altüst Olmuş Bir Dünya mı? içinde, NotaBene Yayınları, İstanbul, 2019. ↩︎
9 Ocak 2024
https://e-komite.com/2024/turkiye-kalifiye-gocmen-isci-pazarlayan-istasyona-donusuyor/
Comments 2