Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) oy oranını artırarak adım adım iktidara yürüyor. Korkutucu bir gelişme bu. Neo faşist bir parti olan AfD Hitler’in ve Nazilerin mirası üzerinde politikasını inşa ediyor. Yabancı ve göçmen düşmanlığı ise en çok kullandıkları argüman. AfD Almanya’da seyreden hayat standardındaki düşüşten göçmenleri ve yabancı kökenlileri sorumlu tutuyor. Demografik yapının değişmesi üzerinden de ırkçı bir propaganda yürütüyor. AfD bir yandan göçmenleri radikal biçimde geri göndermeyi; diğer yandan da İngiltere’de muhafazakâr partiyi iktidara taşıyan Brexit politikasına benzer bir Drexit oylaması vaat ediyor. Yani “büyük Almanya”nın büyüklüğünü koruması için AB’den çıkılması isteniyor.
AfD’nin Kasım 2013’te yaptığı gizli toplantı ifşa olunca adeta yer yerinden oynadı. Toplantıya AfD’nin yanı sıra milyarderler ve muhafazakâr parti CDU’nun aşırı sağ kanadından da isimler katılmıştı. Öfke sokaklara taştı. Berlin, Köln, Hamburg ve diğer kentlerde yüz binlerce antifaşist sokaklara döküldü. Eylemlere göçmenler ve yabancı kökenlilerle birlikte Almanlar da yoğun ilgi gösterdi. Çünkü neo faşizmin yükselişi hem Hitler Almanya’sının karanlık tarihini çağrıştırıyor hem de sosyal demokrat, sol, sosyalist ve demokratik güçler olası AfD iktidarından endişe duyuyor. Hafta boyunca yapılan eylemler ırkçılığa, göçmen düşmanlığına ve faşist tehdide karşı tarihe önemli bir not düştü. Eylem dalgasını, etkisi kıta Avrupa’sına yayılacak bir kırılma anı olarak kaydetmek mümkün. Zira bundan sonra Avrupa, aşırı sağın yükselişi kadar antifaşist direnci de konuşuyor olacak. Fakat burada çelişkili bir durumun da altını çizmek gerek. Faşist tehdide karşı alanlara çağrı yapan siyasal akımlar, acaba göç politikalarında AfD’den ne kadar ayrılar? Çelişki tam da bu soruda saklı.
BAŞBAKAN’IN PARTİSİ NE ÖNERİYOR?
Almanya Başbakanı Olaf Sholz, AfD’nin katıldığı gizli toplantıda göçmenlerin geri gönderileceği bir “master planın” konuşulduğunu söyleyerek bu toplantıyı kınadı. İyi de Sholz bir başbakan olarak AB’nin de dümeninde oturuyor. Yakın zamanda maddeleri imzalanmaya başlanan AB Yeni Göç ve İltica Paktı ise mültecileri süratle deport etmeyi, sınır güvenliklerini artırmayı, iltica işlemlerini hızlandırarak geri püskürtmeyi vaat ediyor. Yani AfD’nin eleştirilen “tersine göç planı”na benzer bir plan (AB Göç ve İltica Planı) halihazırda zaten yürürlükte. AB göç planı mültecilere kırmızı kart gösterirken işgücü açığını sözleşmeli geçici işçilerle sağlamayı hedefliyor. Sholz sadece bir simge değil. Çünkü Almanya’da meydanlara inen birçok siyasetçi AB Göç ve İltica Paktı’na esaslı bir eleştiri getirmiş değil. “Tersine göç planı” faşist partiler tarafından dile getirilince haklı olarak büyük tepkilere neden oluyor ama “sol”, sosyal demokrat ya da yeşillerin hüküm sürdüğü AB yönetiminde yürürlüğe girdiğinde ciddi bir ses çıkmıyor. Neo faşistlere tepki gösteren insanların sorgulaması gereken çelişkili bir durum bu.
MADAGASKAR PLANI’NI HATIRLATTI
AfD’nin gizli toplantısında göçmenlerin, sığınmacıların ve hatta Almanya’ya entegre olamamışların sınır dışı edilmesi de ele alınmış. Deport istasyonu için Afrika’da adı bilinmeyen bir ülke konuşulmuş. Doğal olarak akıllara Hitler’in “Madagaskar Planı” geldi ve kitlelerde öfke yükseldi. Hitler döneminde Yahudilerin Madagaskar adasına gönderilmesi düşünülmüş, sonra bunun yerine çeşitli bölgelerdeki toplama kampları tercih edilmişti. Şu an belki de herkes, adı bilinmeyen o Afrika ülkesini konuşuyor. Oysa İngiltere’de muhafazakâr iktidar partisi hem de en açık biçimde, göçmenleri Ruanda’ya deport etmek için yasa teklifi hazırladı ve göstere göstere bunu meclise getirdi. Peki bu dönemde AB ne yaptı? Türkiye ve Libya gibi ülkelerle Geri Kabul Anlaşmaları imzaladığı için Ruanda planını mahcup tepkiyle geçiştirdi. İngiltere’nin Ruanda planı bir proje olarak başarıya ulaşırsa, AB Yeni Göç ve İltica Paktı’na benzer projelerin eklenmeyeceğini kim iddia edebilir? Dolayısıyla eylemler özelinde yansıyan tepkilerin emperyalist projeler karşısında bilinçli ve örgütlü olduğunu söylemek biraz zor.
MELONİ İLE GÖÇMEN PAZARLIĞI
Tantananın yaşandığı şu günlerde İtalya’nın “aşırı sağcı” Başbakanı Meloni, Erdoğan’la buluştu. Meloni göçmenler konusunda Türkiye’den yardım istedi. İşin ilginç tarafı beklenen “yardım” Libya’da göçmenlerin durdurulmasına dairdi! Erdoğan yönetiminin Libya’ya uzanan proaktif dış politikası ve göçmen pazarlığındaki mahareti Meloni’nin ilgisini çekmiş olmalı. Şimdi masaya İtalya-Türkiye-Libya ekseninde yeni bir göçmen pazarlığı konuyor. AB Yeni Göç ve İltica Paktı da zaten bu rotayı çiziyor. Bir kez daha görüldü ki AKP’nin göç politikası AB’nin emperyalist göç politikasına entegre. Avrupa’da AfD’ye, neo faşistlere, göçmen düşmanlığına, İslamofobiaya tepki duyan muhafazakâr ve mütedeyyin kesimlerin; iş, Erdoğan yönetimine gelince yaşadığı suskunluk ise bir başka çelişkiyi ifade ediyor.
“Aşırı sağ” dalgalanma ya da neo faşist heves Türkiye sağını da içine alarak ilerliyor. Bu hafta AfD’nin “tersine göç” planı çok konuşuldu. Aynı günlerde Zafer Partisi’nin İBB adayı Azmi Karamahmutoğlu da vaatleri arasına “tersine göç”ü koydu. Hem de göçmenlerin kent haklarından eşit yararlanmasının adaletsiz olduğunu vurgulayarak.
Sonuç olarak, dünyada göçmen düşmanlığı üzerinden yükselen “aşırı sağ”a ve neo faşist akımlara karşı duruş önemli. Meydanlar umut veriyor. Fakat bu tepkinin mutlaka göç politikalarında bilinçli ve esaslı bir mücadeleyle birleşmesi gerekiyor.
24 Ocak 2024
https://www.birgun.net/makale/tersine-goc-plani-sadece-afdnin-mi-501083