Kapitalizm ekonomik krizler üreten bir sistemdir. Alın teri ve artı değere el konduğu sürece bu gerçek değişmeyecek. Üretilen zenginlikler bir avuç sermaye sınıfının kasasına aktığı sürece devrevi kriz ve bunalımlar yaşanmaya devam edecek.
Kriz demek emekçi kitlelerin isyanı, mücadelenin yükselmesi, toplumsal altüst oluşların ufukta belirmeye başlaması demektir. Fakat tarihin de gösterdiği üzere; kriz dönemleri aynı zamanda ırkçılığın, şovenizmin ve faşizmin yükselişe geçtiği dönemlerdir. Burjuvazi, geçinemeyen yoksul sınıfların öfkesini saptırmak ve işçi sınıfının birliğini parçalamak için faşist ideolojinin, faşist partilerin önünü açar.
Mussolini ve Hitler iktidara nasıl geldiler? 1918-19 İspanyol gribi (pandemi) dünyayı kasıp kavurduktan sonra ve Birinci Dünya Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından geldiler. Kitlesel işsizlik, hiper enflasyon, açlık ve yokluk yıllarında sahneye çıktılar. 1929 kapitalist ekonomik bunalımının akabinde, kitlelerin iş, ekmek, konut, eğitim, sağlık taleplerini kullanarak, bütün bu talepleri faşist ideolojiye yedekleyerek geldiler. Yabancı düşmanlığını kışkırttılar. Yahudileri, Çingeneleri ve kendi ırkından olmayanları hedefe koydular. Ezilen uluslara, başka mezhep ve inançlara kitlesel savaş açarak geldiler. İşçi sınıfının birliğini ve kurtuluşunu savunan sosyalistleri, sendikacıları “hain” diye damgaladılar. Faşist ideolojiye göre ülke içindeki “yabancılar”, Yahudiler ve sosyalistler temizlenirse milli şahlanış olacaktı. Böylece ülke ekonomisi milli olanlara yeter bir zenginlik sağlayacaktı.
Hitler’in iktidar yılları 1933-1945 dönemini kapsar. Nazi partisinin 12 yıllık bu iktidar döneminde vahşi katliamlar yapıldı. Yerli ve milli olmayan yüz binlerce insan sınır dışı edildi ve mülteci durumuna düştü.
Hitler’in düşünceleri ilk ortaya çıktığında, henüz marjinaldi. Tekelci Alman kapitalistleri onu perde arkasından desteklediler ve gelişimini gözlediler. Güçlü bir kitle desteği sağladığında ve hele de iktidara geldiğinde tröst yöneticileri Nazi partisine üye olmak için sıraya girdiler. Wolswagen, Bayer, Siemens, Thyseen-Krupp, BMW, Kodak, Hugo-Boss bunlardan bazılarıydı.
Pandemi, ekonomik kriz ve savaş… Bu üç olgu bugünün de yakıcı gündemi. Elbette düzeyi 1920’ler, 30’lardaki ile aynı değil. Ama ırkçılığın, şovenizmin ve faşist ideolojinin bir kez daha yardıma çağrıldığı da bir gerçek. Yabancı düşmanlığı ve göçmen karşıtlığı yoksul kitleleri zehirlemek için devreye konan yine en popüler enstrüman. Macaristan seçimlerinde Orban’ın, Fransa’da Le Pen ve aşırı sağın yükselişi nedensiz değil. Faşist ideolojinin etkisi sadece faşist partilerle de sınırlı değil. Merkez sağ partilerden merkez sol partilere ve hatta sosyal demokratlara kadar, bugün dünya ve Türkiye’de birçok siyasal parti, yabancı düşmanlığı ve göçmen karşıtlığı konusunda yarış halindeler.
Türkiye’de son birkaç haftadır Suriyeli mültecilere karşı yükseltilen şoven dalgayı, işte bütün bu gelişmelerle birlikte okumak, değerlendirmek gerek. Öncesi ve sonrası kopuk videolar, zamanı ve mekanı teyit edilmemiş sosyal medya paylaşımları maalesef havada uçuşuyor. Tekil suçlara dair iddialar Suriyeli mülteci toplumu topyekün hedefe koymak için kullanılıyor.
Bu berbat ve gerici iklimden mülteci düşmanlığını ilke edinen, zafer sözü veren yeni partiler doğuyor. Burjuva liberal muhalefet de şoven kabarıştan memnun. İktidara gelince Suriyelileri davul zurna ile göndereceklerini ilan ediyorlar. Oysa kendileri de bunun öyle kolay olmayacağının farkında. Bilerek ya da bilmeyerek yangının üzerine benzinle gidiyorlar. Suriyelileri “beka” sorunu olarak ifade eden muhalefet sözcüleri, ülkeyi bir dönemdir “beka” konseptiyle baskılayan tek adam yönetiminin ekmeğine yağ sürüyor.
Peki AKP ve iktidar bloku ne yapıyor? Göç politikasını yeni Osmanlıcı emperyal hayaller, demografik siyaset, ucuz iş gücü elde etmek ve AB ile avro pazarlıkları için kullanıyor. Bakan Soylu’nun gündeme getirdiği “seyreltme” projesi ise hayli ilginç. Anlaşılan o ki, toplumda AKP’nin göç politikasına karşı yükselen tepkiler, Avrupa’da aşırı sağ partilerin bile aklına gelmeyecek projelerle yumuşatılmaya çalışılıyor. Erdoğan ve AKP yönetimi “Geri göndermeyeceğiz” diyor. Ama pragmatist ve AB iş birlikçisi göç politikası hem Suriyelileri hem de Türkiye halkını mağdur etmeye devam ediyor. AKP’nin göç politikasını eleştirenler ise “hain” olmakla, iç karışıklık yaratmakla suçlanıyor.
Ne yapmalı, nasıl yapmalı?
Son dönem anketlere bakıldığında Türkiye’nin iki büyük sorunu: Ekonomi ve Suriyeliler (aslında göç politikası). Yüksek enflasyon, hızlı yoksullaşma, eriyen ücretler halkın yaşamını dayanılmaz hale getiriyor. Ama kapitalist tekeller, fabrikatörler, bankalar yine bu dönemde kâr rekorları kırıyor!
Eriyen ücretlere itiraz eden işçi ve emekçiler 120’yi aşkın fabrika ve işyerinde fiili grevler yaptı, direniş ve işgallere imza attı. Kamu ve özel sektörde imzalanan TİS’ler enflasyon karşısında ezildiği için gözler grevlere çevriliyor. Yüz binlerce işçi ücretlere ek zam talep ediyor. Emekçiler 2022 1 Mayıs’ına hazırlanıyor. Kapitalist sömürüye karşı topyekün itirazın adı olacak 1 Mayıs. İşte bu zamanda devreye konan mülteci düşmanlığı, tam da adres saptırmaya hizmet ediyor. Yoksulluğun sebebi patronlar dünyası değil de sanki Suriyelilermiş gibi! Şoven, faşist parti ve akımlar tarihte olduğu gibi bugün de tekellerin yardımına koşuyorlar. Sendikal bürokrasi de konforlu alanda sörf yapmak ve işçilerin mücadelesinden kaçmak üzere göçmen düşmanlığına prim veriyor.
Bu nedenle işçi sınıfı ve yoksul halk tarihten ders çıkarmalı, şoven dalganın önce kendi birliğine ve hak mücadelesine zarar vereceğini görmeli. Demokrasi güçleri de mültecilerin ardından kendilerinin hedefe konacağını görmeli. Emek, demokrasi ve özgürlük talep eden, bunun için mücadele eden halk güçleri şoven dalgayı ve faşist hezeyanı boşa düşürmek ve yolunda kararlı yürümek üzere şu acil talepleri dile getirmeli:
1- AKP’nin Suriyelileri 10 yıldır güvencesiz ve statüsüz bırakan göç politikası artık son bulmalı. AB ile imzalanan “Geri Kabul Antlaşması” iptal edilmeli, mültecilere üçüncü ülkeye geçme hakkı tanınmalı. Sınıra BM göç ve iltica ofisleri yeniden kurulmalı. Başvuru yapan sığınmacılar uluslararası koruma altında devletlere paylaştırılmalı.
2- Mülteci işçilere çalışma izni için başvuru hakkı patronların yetkisinden alınmalı. Çalışma izni başvurusunu mülteci işçiler yapabilmeli. Güvencesiz, kayıt dışı çalışma son bulmalı, eşit işe eşit ücret verilmeli. Yerli ve göçmen işçilerin aynı sendikada örgütlenmesi sağlanmalı.
3- Geri dönüş yolunun açılması için Suriyeli mültecilerle Türkiye halkı birlikte ses yükseltmeli: Emperyalist işgal ve dış müdahale son bulmalı, bölgede barış ve kardeşlik sağlanmalı. Savaş suçlarıyla hesaplaşılmalı. Genel af güvence altına alınmalı, dönenlere uluslararası koruma garantisi verilmeli.
4- Geri dönmek istemeyen mülteciler için (Ki bunların 800 bin kadarı Türkiye doğumlu Suriyeli çocuklardır) bir arada yaşam ve karşılıklı entegrasyon için sağlam bir altyapı örülmeli. Eşit yurttaşlık ve üçüncü ülkeye geçişler için hazırlık yapılması, servet sahibi yabancılara vatandaşlık imtiyazına son verilmesi.
Son olarak, Türkiye işçi sınıfı ve emekçiler zamlara ve yoksulluğa karşı mülteci emekçileri de yanlarına almalı, insanca yaşam mücadelesini birlikte yükseltmelidir. “Suriyeliler” diye diye memleketi bu hale getiren AKP’nin, sermayenin ve düzen siyasetinin istemeyeceği şey tam da budur.