CHP’nin Uluslararası Suriye Konferansı geçen cumartesi İstanbul’da gerçekleşti. Kürsüden verilen bilgiye göre konferansa 22 ülkeden diplomatlar ve 30 STK temsilcisi katıldı. Bu ilgiyi, Suriye sahasında söz sahibi olmak isteyen farklı güçlerin “herkesin herkesi izlediği, gözlediği, markaja aldığı bir odaklanma” olarak tanımlamak mümkün.
Bir gün boyunca ve 5 oturum halinde gerçekleşen panelleri iki kategoride ele alabiliriz: “Suriye’nin siyasi geleceği” ve “mültecilerin durumu”.
GELECEK HÂLÂ SURİYELİLERİN ELİNDE DEĞİL
Konferanstaki ilk panelin başlığı “Suriye sorununun uluslararası boyutları” idi. ABD, Rusya, AB, İran ve Irak’tan gelen konuşmacılar her ne kadar akademik titrlerine vurgu yapsalar da Suriye gündemine dair bakışları kendi devletlerinin resmi bakış açısını yansıtır güçteydi.
Rusya’dan katılan İvan Staroduptsev’in yaptığı sunumun bam teli şuydu: “Rusya, Astana sürecine kadar hep BM toplantı kararlarını beklemekle oyalandı. Ama Astana yeni bir yol açtı ve bu bir bitiş değil başlangıç…” Yani Suriye denkleminde Rusya, bırakalım sahadan çekilmeyi, askeri ve diplomatik üstünlüğünü tazeleyerek işe yeni başlamıştı!
ABD’den Amy Austin Holmes, IŞİD’in hâlâ bölgede tehdit olduğunu ileri sürerek SDG’nin önemine vurgu yaptı. Bu yaklaşım ABD’nin Kürt bölgesi üzerinden sahaya sıkı tutunacağını ve hiç de çekilmek gibi bir gayesinin olmadığına işaretti. Holmes, SDG’yi temsil eden güçlerin yüzde 65 kadarının Kürt olmayan topluluklardan geldiğini de belirterek bu modeli bütün Suriye için önerdi. Kuzeydeki Kürt oluşumuna işaret ederek “Üçte birlik bölüm yeni sürecin dışında bırakılamaz” diye ekledi. Holmes’ün Rusya’nın “Astana kartı”na yanıtı ise şu cümlede kristalleşti: “Son karar merci BM’dir.” Esad’a İdlib müdahalesi üzerinden “katliam uyarısı” yapması ABD’nin bir başka basınç argümanıydı. Mültecilerin zorla geri gönderilmesine karşı oldukları uyarısı yapan Holmes, “Suriyeliler geldikleri yere dönmek isterler, ağırlıklı Kürt bölgelere yerleştirme çabası barışa katkı sağlamaz” diyerek Türkiye ile bu konuda görüş birliği olmadığını beyan etti.
Sahada emperyalist güçlerle birlikte söz sahibi olan bir başka ülke de İran. Prof. Gholam Ali Chegini Zadeh’in panel konuşması, İran’ın Türkiye’yi savaş bataklığında tutma gayretinin tipik bir göstergesi gibiydi: “Bölgede müzakere en temel çözümdür ve Türkiye bunun en iyisi temsilcisidir…” Avrupa Birliği (AB) Türkiye Delegasyonu’ndan Steven De Wilde de Astana sürecine ilişkin rahatsızlığını açıkça belirtirken tıpkı ABD gibi BM’ye işaret etti. Para gücü ile mültecileri Türkiye’de durdurma çabası ise AB’nin süregelen bir başka siyasetiydi.
Bütün bu konuşmalar, “savaş bitiyor” söyleminin gölgesinde bile; emperyalistlerin ve bölge gericiliklerinin Suriye sahasından çekilmeyeceklerini gösterdi. Suriye’nin yeni yönetimi ve inşası konusunda ise sıkı bir mücadelenin yaşanacağı aşikâr. Burada Metin Gürcan’ın “Devletler sorunun çözümü değil kaynağı” sözünü hatırlatmam gerek. Doğru saptama. Ama böyle derken bile Gürcan, “Siyasi sorunu Suriyeliler kendisi de çözecek durumda değil” ifadesini kullandı. Ki bu yaklaşım Suriye Konferansı’nda dile gelen görüşlerin ortalama bir özeti gibiydi: Antiemperyalist ve halkların gücüne dayanan bir çözüme duyulan güvensizliğin özeti.
Peki ya Türkiye’nin tavrı? Eski TBMM Başkanı ve Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, konuşmasında AKP’nin dış politikasını eleştirdi. Çıkış yolu olarak da “Esad Suriye”si ile birlikte Mısır ve İsrail ile temas kurulmasını savundu. Aslında benzer yaklaşım CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun açılış konuşmasında da vardı. Dış politikaya “mezhep eksenli bakışın” Türkiye’ye çok şey kaybettirdiğini belirten Kılıçdaroğlu, Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” sözlerine atıf yaparak dış politikada muhatabın üniter yapılar (devletler) olması gerektiğine işaret etti. O’nun “Suriye topraklarında terörle mücadele konusunda Türkiye’nin uluslararası hukuktan gelen meşruiyeti var” sözleri ise kulisleri hareketlendirdi. Zira bu cümleyi, olası bir sınır ötesi operasyona ya da yeni tezkereye destek olarak yorumlayanlar oldu.
MÜLTECİLER NE OLACAK?
Açılış konuşmasında Veli Ağbaba’nın “En çok mülteci barındıran belediyeler burada” sözünün ardından İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu “Göçmenleri kendi haline bıraktık. Anlam veremedikleri bir savaştan kaçtıkları için suçlanamazlar” dedi. Bu sözler bir dönem kimi CHP’li belediyelerde baş gösteren ayrımcı yaklaşımlardan uzak durulduğunun da ifadesiydi.
Konferansın 5’inci panelinde söz alan Hüsnü Mahalli ve Fehim Taştekin’in ortak vurgusu, “Suriye Kürtleri ile Türkiye Kürtleri arasına Arap mülteci nüfusu yerleştirmek hem gerçekçi değil hem de barışa katkı sağlamaz” şeklindeydi. Ahmet Kasım Han’ın, günde 450 Suriyeli bebeğin doğduğunu hatırlatarak mülteci politikasındaki yetersizliği dile getirmesi ve gelecekte oluşacak kutuplaşmalara dikkat çekmesi önemliydi. Yine Han’ın, “Suriyeli mülteciler Türkiye’ye minnet duymayacaklar” (kullanılmış ve ortada bırakılmış olma duygusuyla) saptaması da yeni pencere açtı.
Prof. Dr. Murat Erdoğan Türkiye’de doğan 500 bin Suriyeli çocuğa dikkat çekerek “En az bin yeni okul lazım” dedi. Eğitim vurgusu gerçekten üzerinde çokça düşülmesi gereken bir mesele. Murat Hoca, İBB’de göçmen birimi kurulması için acil çağrı yaptı. 1 milyon mültecinin ise rızası olmadan güvenli bölgelere gönderilemeyeceğini hatırlattı. İGAM Başkanı Metin Çorabatır Suriyeliler için konan “coğrafi kısıtılama”nın artık kaldırılması gerektiğini belirtirken Prof. Dr. Ayhan Kaya önemli bir iddiayı gündeme getirdi: “Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nde Uyum ve Strateji Belgesi var ama bunu kamuoyuna açıklamıyorlar.” Kaya, kamuoyunun verili bir şey değil oluşturulan bir şey olduğunu belirterek, aksi durumda ırkçılığın önlenemeyeceğini söyledi.
Eski Bakan Yaşar Yakış’ın moderatörlüğünde yapılan ve benim de konuşmacı olarak katıldığım panelde “Toplumsal yaşam ve uyum” sorunları ele alındı. Yaptığım sunumda Türkiye’de mülteci işçileri, göç sonrası gerçekleşen amansız sömürüyü ve göçün sınıf mücadelesine etkilerini anlatmaya çalıştım. Yakış’ın “Eğer Suriye’de insanlar bir gün ‘Sizinle işimiz bitti, teşekkür ederiz’ derse, sonrası ne olur?” sorusuna da cevap verdim. “Demografik siyaset” anlayışının kâh rejim devirmek, kâh Suriye’de oluşacak yönetim üzerinde söz sahibi olmak için kullanılması eleştirdim. Suriyelilerin geleceğinin Suriyelere bırakılması gerektiğini anlatmaya çalıştım.
Sonuç olarak, CHP’nin Suriye Konferansı’nda dile gelen konuşmalar Suriye’nin geleceğine dair perspektifleri daha iyi anlamamızı sağladı, mültecilere dair bilgileri tazelememize ve yeni bilgiler edinmemize yardımcı oldu. Umarız bu konuşmalar raporlaştırılır ve herkes okuma şansı bulur.
29 Eylül 2019
https://www.evrensel.net/yazi/84833/suriye-konferansi-notlari