AKP sözcüleri tarafından dile getirilen o meşhur çıkış, gündemdeki sıcak yerini koruyor: “Suriyeliler giderse sanayide çalıştıracak eleman bulamayız.” Medya dünyasında ve siyasi arenada konu çokça tartışılıyor. Peki, patron örgütleri bu konuda ne söylüyorlar, ne öneriyorlar?
İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) 26 Eylül’de düzenlediği basın toplantısının gündemi aslında bu değildi. Zira o gün Türkiye’nin 500 Sanayi Kuruluşu (İSO 500) araştırmasının sonuçları açıklanıyordu. Fakat basın toplantısında İSO Başkanı Erdal Bahçıvan’a şu soru soruldu ve bir anda durum değişti: “Mülteciler giderse çalıştıracak eleman bulamayız, sanayide çöküş olur söylemleri hakkında görüşünüz nedir?”
İSO başkanının yanıtı aynen şöyle olacaktı: “Türkiye’nin sadece emekten rekabet gücü yaratma adına gelecek demografik ve sosyolojik yapısını sıkıntıya sokacak ve tehdit altına alacak olan bir nüfuslaşmaya biz İSO olarak net olarak karşıyız. Türkiye’nin sanayisine nitelik, akıl ve değer katacak olan yabancı işçiler konusunda sıkıntı yok. Ancak nitelik getirmeden sadece emeğe dönük boyutuyla yabancıların ekonomiye destek katmasını doğru bulmayız. Bu, bizi sonu olmayan bir yolculuğa doğru götürür…”
İlk bakışta, açıklamadaki kaygının Türkiye’nin demografik ve sosyolojik yapısının bozulma tehlikesi olduğu sonucu çıkarılabilir. Fakat devamında gelen cümle bize bunun böyle olmadığını söyler. Zira büyük patronlar örgütünün esas derdi nitelikli işgücü ihtiyacıdır. Çünkü ortada 12 yıllık bir göç serüveni vardır, bu dönem boyunca büyük pastayı daha çok küçük ve orta ölçekli işletmeler, merdiven altı sektör yemiştir. Fason zincirinde elde edilen katmerli sömürü de buna dahildir. Suriyeliler bu yıllar boyunca sigortasız, kuralsız, kayıt dışı ve acımasızca çalıştırılmıştır. İşte yerli “büyük patronların” itirazı tam da bunadır. Çünkü onlar da sömürü pastasından pay istemektedir, hem de yüksek paylar.
Sesler farklı, rota aynı
“Demografik kaygı” söylemi İSO’yu sanki siyasal iktidara muhalif bir pozisyonda gösterse de durum farklıdır. Aslında sanayi odaları nitelikli işgücü ihtiyacına dair beklentilerini dile getirmişlerdir. Her zamanki gibi hükümetle işbirliğine hazırdırlar. Dolayısıyla sanayi odalarının sağ ya da “sol” yelpazede yer almalarının çok da önemi yoktur. Örneğin İSO’dan biraz daha farklı olarak Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Seyit Ardıç geçen temmuz ayında şöyle konuşmuştu: “Ankara’da çok görülmese de Türkiye’nin birçok bölgesinde ciddi oranlarda Suriyeli işçi çalıştırılıyor. Suriyelilerin ülkelerine gönderilmeleri halinde sanayide çok büyük sıkıntılar yaşanır. Ülkenin bir göç politikası olmalı. Türkiye’nin acilen bir Göç Bakanlığı kurması lazım… Bir göç politikanız olursa hepsini kayıt altına alırsınız.”
İstanbul ve Ankara sanayi odaları birbirinden farklı açıklamalarla basının karşısına çıksa da aslında rota aynıdır. Çünkü bir çatı örgütü olan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) yol haritasını 2015’te çizmişti. TİSK, “Türk İş Dünyasının Türkiye’deki Suriyeliler Konusunda Beklenti ve Önerileri” başlıklı raporda hükümete tavsiyelerde bulunmuştu. TİSK, daha o dönemde ucuz mülteci emeğinin modern sanayiye çekilememesinden şikayetçiydi. Böylece AKP Hükümeti tarafından kimi yasal düzenlemeler yapılmış, Yabancı İşçiler için Çalışma Kanunu son halini almıştır. Kısacası, sömürü otobanına modern köleliğin taşları döşenmiştir. TİSK 2020’de yayınladığı Göçmenlerin İşgücü Piyasasına Uyum Raporu’yla taleplerini bir kez daha güncellemiştir. Yasal düzenlemeler neticesinde;
- Bir işyerinde çalışmak isteyen mülteci işçiye en fazla 1 yıl çalışma izni verilmiştir. Süresiz çalışma hakkı ise ancak 8 yıl dolduğunda geçerli kılınmıştır! Bu, düpedüz patrona zincirli köleliktir.
- Mevsimlik tarım işinde çalışacak mülteci işçiler çalışma izninden muaf tutulmuştur! Tarım işçileri için çalışma izni “muafiyet belgesi” ile sağlanacak ve valinin onayı yeterli olacaktır. Yani sigortasız işçilik artık resmi güvence altındadır!
- Geçici Koruma sağlanan yabancı işçilerin modern fabrika ve işletmelerde çalışması için yüzde 10 kotası getirilmiştir. Pratik başarıya göre kota artırılacaktır. Kotadaki mülteci işçilerin ücret, sosyal güvence, kadro vs. durumu belirtilmemiştir.
- Bugüne kadar Türkiye’de kayıtdışı çalıştırılmış mülteci işçilerin “müktesep” haklarının (kıdem, ihbar tazminatı, emeklilik vs.) ne olacağı belirsiz bırakılmıştır. Yani Suriyeliler geri gönderildiğinde Türkiye’deki hakları buhar olacaktır. Hele de sigortasız çalışmışlarsa!
Bugünden dönüp bakıldığında şu söylenebilir: Modern sanayide mülteci emeği hâlâ burjuvazinin istediği seviyede değildir. Çünkü merdiven altındaki kuralsız çalışma düzeninin, az çok “kurallı bir düzeni” olan fabrikalara girmesi öyle kolay değildir. İşçi sınıfının ya da fabrika işçilerinin (tüm zayıflığına rağmen) bu girişime direnç göstermeleri beklenmektedir. Çünkü yerli ve göçmen işçileri en dipte yarıştırmak ve rekabete zorlamak bu kez modern sanayiye taşınmış olacaktır. TİSK’in ardından bu kez sanayi odalarından gelen açıklamalar biraz da bu nedenledir. Ağızlarından “eşitlik” lafı ise asla duyulamaz.
“Çocuk işçi yok” demişlerdi!
İSO başkanı nitelikli işgücüne dikkat çekerken, kayıtdışı çalıştırılan yüzbinlerce göçmen ve mülteci işçinin çalışma koşullarının nasıl düzeleceğine dair bir öneri yapmamıştır. Bu durumda acı fatura yine mülteci işçilere çıkacaktır. İSO’nun tarihi de bu bakımdan pek parlak değildir.
İSO’nun 2016’daki yönetimi, BBC’de çıkan bir haber üzerine İstanbul’daki “işveren komitelerini” ve 16 STK’yı bir araya getirerek tekstil sektöründe çocuk işçi çalıştırılmadığını kanıtlamaya çalışmıştı. BBC haberi yalanlanırken şu ifadelere yer verilmişti: “Ortaya atılan asılsız iddiaların tam aksine, Türk tekstil ve hazır giyim sanayimiz, rakiplerine göre birçok açıdan çok daha uygun şartlara ve etik değerlere bağlı bir çalışma ortamına sahiptir…” Oysa Türkiye’deki çocuk işçi profili Suriye göçünden sonra değişmiş, çalışma yaşı 8’lere kadar düşmüş, çocuk işçilerin sayısı da 2 milyona dayanmıştır.
Büyük patronlar, merdiven altı üretimi her ne kadar rekabet gücü olarak görseler de buradan dolaylı kârlar da sağlarlar. Patent, marka, fason zincirinde elde edilen kârlar tekelleri de ihya eder. Onlar için sadece çakma ve korsan ürünler bir mücadele konusu olabilir. Bu nedenle, sanayi örgütleri modern fabrikalara göçmen emeği talep ederken, küçük ve orta boy işletmeleri eleştirirken temkinlidirler. Büyük küçük demeden her yerde işçileri kurallı, eşit ve güvenceli çalıştırmak onların kitabında yazmaz.
İşçi sendikaları ne diyecek?
Mülteci ve göçmen işçilerin sanayi odalarında gündeme gelmesi, kent burjuvalarının çıkarları bakımından anlaşılırdır. Fakat sorun şu ki, işçi sendikaları meydanı tamamen boş bırakmıştır. İşçi sendikaları “demografik kaygı” perdesinin arkasına saklanarak bu tartışmalara seyirci kalamaz. Göç sorununda çözüm politikaları nasıl sermaye örgütlerine bırakılır? İşçi sınıfı göç alanındaki tartışmalara bakarak ve kendi çıkarları doğrultusunda sahneye çıkmalıdır. Çünkü göçmen sorunu bir bakıma işçi sınıfı sorunudur.
Bu bağlamda mesele mültecilerin nasıl işgücü pazarına yayıldıkları değildir. Mesele, mültecileri bu pazara patronların vahşi yöntemlerle nasıl sürdüğüdür. Göçmen işçiler, gelinen noktada Türkiye işçi sınıfının bir parçasıdır. Küresel olarak da 170 milyon göçmen işçi uluslararası işçi sınıfının parçasıdır. Demografi tartışılacaksa göçmen işçilerin bu demografik devinim içinde nasıl sömürüldükleri de ele alınmak zorundadır. Kaldı ki, göçe neden olan savaşlar ve bu savaşlar neticesinde oluşan yeni pazarlar da büyük burjuvaların ve tekellerin marifetidir. Dolayısıyla değişen demografinin ya da “demografik tehlikenin” asıl müsebbipleri de sermaye güçleridir. Demografik tehlike tartışması burjuvalar bakımından tam bir sahtekarlık gösterisidir. Bu nedenle işçi sendikaları savaş, göç, sömürü ilişkisini iyi kavramak, iyi anlatmak zorundadır. İşçi sendikaları bu görevden kaçamaz.
Sanayi odaları işçileri nitelikli-niteliksiz diye bölerek, vasıfsız göçmen işçilerin her türlü ayrımcılığa açık hale gelmesine ve hatta sınırdışı edilmelerine yeşil ışık yakmaktadır. İşçi sendikaları sanayi odalarıyla aralarındaki ayrımı belirgin biçimde çizmek durumundadır. Merdiven altı sektörlerde ya da modern sanayide hiç fark etmez, sınıf sendikacılığı yerli ve göçmen emekçilerin birliğinden yanadır. Sınıf sendikacılığı yerli ve göçmen işçilerin ortak hak mücadelesini örgütlemek zorundadır. Sendikalar üye yaparken https://e-komite.com/2023/seviyor-sevmiyor-sanayi-odalari-hangi-multeciyi-seviyor/yurttaş olan/olmayan ayrımı yapamaz. Sınıf sendikacılığı ırkçılığa ve şovenizme karşı enternasyonalist olmak zorundadır. Sermaye örgütlerinin arka bahçesinde sendikacılık yapan bürokratik, işbirlikçi sendikal anlayışlar elbette bunun dışındadır. Bu nedenle patron örgütleri kadar sendikal bürokrasiye de açık tutum alınmalıdır. Sendikal bürokrasinin gediğinde çatlaklar oluşmadan ne yerli ne de göçmen işçiler rahat nefes alabilir.
Papatya falı gibi işçi arayan sanayi odaların en sevdiği işçi, nitelikli ucuz göçmen işçilerdir. Türkiye işçi sınıfının yığınla sorunu olduğu doğrudur. Fakat yerli işçiler kendi zorlu sorunlarının yanında, sınıf kardeşi olan göçmen işçileri de yanlarına almak zorundadır. Bunun için de mülteci ve göçmen işçilerin taleplerine sahip çıkmalıdırlar. Sermaye örgütleri, yurttaş olan/olmayan ayrımına düşmeden kendi içinde birleşebiliyorsa, bunu işçi sınıfı neden yapmasın?
3 Ekim 2023
https://e-komite.com/2023/seviyor-sevmiyor-sanayi-odalari-hangi-multeciyi-seviyor/