Ekonomik, sosyal ve siyasal baskıdan bunalmış halkın sandıktaki tercihi, iktidar blokunu sarsmış görünüyor. Verili durumu iktidarın kaçınılmaz çöküşüne yoranlar az değil. Özellikle ekonomik alanda biriken sorunlara bakınca, bunda belirli oranda haklılık payı bulmak mümkün. Fakat iktidar partisi ile bağlaşıklarının ve onların arkasında henüz dağılmadan duran egemen sınıfların, yaralı kaplan misali daha da saldırganlaşacağı aşikar.
Seçim sonrası yaşanan hafta bunun ipuçlarını fazlasıyla verdi. ‘Sandık demokrasisi’ denen şey, itiraz ve yeniden sayım sürecinde adeta kevgire döndü. İstanbul’dan Ankara’ya, Balıkesir’den Muş, Kars ve Iğdır’a kadar seçim kurullarında verilen kararlar tam bir tarafgirlik örneği sergiledi.
Halkın sandığa, seçim iradesine sahip çıkması artık eskisinden çok daha zor, bu kanıtlandı. Zira bundan böyle seçim denince oy torbaları üzerinde uyumak, yalancı medya bombardımanını aşmak ve iktidar sözcülerinden gelen binbir çeşit tehdit ve şantajı göze almak gerekecek.
***
Diyelim ki bütün bu zorlukları göze aldınız ve bir biçimde aşmayı başardınız. Bu durumda belediyeleri alsanız ne olacak?
Öyle ki, belirli miktardaki ihalelerin sarayın onayına bağlanması, başkanlık yetkilerinin ‘Demokles’in kılıcı’ gibi belediyelerin üzerinde sallandırılması, “topal ördek” misali belediye meclisindeki çoğunluğun blokaj gücü olarak kullanılması artık Türkiye’nin bir rutini!
Bu durumda kritik soru şu: Halk olmadan, işçi sınıfı ve halkın örgütlü gücüne dayanmadan bu baskıcı, talancı yapı ile baş etmek ne kadar mümkün?
Denebilir ki; ama bu süreçte tüm zorluklara rağmen mücadele edildi. Doğrudur. Ama yeterli değildir. Çünkü bırakalım yarınların Türkiye’sini, bir belediyeyi bile layıkıyla yönetebilmek; koltuğa yapışıp mazbata saklayan erk sahiplerine karşı zorlu mücadeleler gerektirir. Bu mücadelenin halk olmadan başarılamayacağı ise çok açık.
***
O halde ikinci kritik soruya geçebiliriz: İşçi sınıfı ve halkın mücadele birliğini geliştirecek, bu gücü her kademede yönetimlere taşıyacak (bir yönetim gücü olduğu kadar bir denetim gücü haline de getirecek) bir program, bir platform şu durumda söz konusu mudur?
Bu soruya, muhalefette nicel gücü elinde bulunduran partiler açısından olumlu yanıt vermek maalesef mümkün değil. Bu zayıflık, aynı zamanda iktidarın da önemli bir moral kaynağı.
Biraz açmak gerekirse…
Ana muhalefet partisi CHP, “Birlik olunacaksa şemsiye parti CHP olur” şeklindeki geleneksel yaklaşımından “Birlik için görüşmeye de gerek yok, destek olunacaksa bu parti CHP’dir” çizgisine kadar gerilemiştir. Birkaç istisna dışta tutulursa (Ki bu istisna kentlerde bile birliğin şekli tartışmaya muhtaçtır) 31 Mart seçimlerinde ortaya çıkan “birlik” tablosu böyledir.
Buna bağlı bir diğer sorun, İyi Parti ile açıktan Millet İttifakı kurduğu halde CHP’nin sosyalist parti ve yapılara, demokrasi güçlerine ve HDP’ye koyduğu mesafedir. Açıklık sadece Millet İttifakı’nda vardır. Ama emek ve demokrasi güçlerinin birliği söz konusu olduğunda açıklık yerini sisli bulvarlara, siyasal pragmatizme bırakmaktadır.
Dolayısıyla belirli ilkeler etrafında ve asgari müştereklerde birleşmemiş; halka açık olmayan ve sadece iktidar blokunun geriletilmesi için biraz da kendiliğinden oluşmuş yan yana gelişlerin, bu süreci göğüslemesi, yerel yönetimlerden başlayarak mevzilerini genişletmesi pek olası değildir.
***
Öte yandan…
Başta İstanbul olmak üzere rantiyeci sınıflardan, betonculardan, demir, çelik ve inşaat tekellerinden kentleri kurtarmak, halkın kaynaklarını talan eden envai çeşit yağma stratejisini çöpe atmak da halkın mücadelesi olmadan başarılamaz. Halkın, emekçilerin ve demokrasi güçlerinin yok sayıldığı ya da edilgen kılındığı yerde; bir talancının yerini bir başkasının alması ise (er ya da geç) kaçınılmazdır. Çünkü kent hakları kadar kent yönetimi de sınıfsaldır ve sınıf mücadelesinin bir parçasıdır.
***
Peki, sandıkların otoriter baskı ve tehdit altında olduğu şu sıcak anda bütün bu tartışmalar erken midir? Değildir. Çünkü oylarına ve sandıklara sahip çıkma mücadelesi verenler; emek, demokrasi ve halk güçlerinin birliği sorununa da cevap verebilmelidir.
Ekonomik krizin yakın ve uzak etkileri düşünüldüğünde bu birliğin merkezine işçi sınıfı oturmalıdır. Seçimin hemen ardından sermaye ve hükümet çevreleri tarafından ısıtılan “reform” paketleri, kesinti planları ve yaklaşan 1 Mayıs, bütün bu tartışmaları ete kemiğe büründürecek pratik bir mücadele zemini sunmaktadır.
07 Nisan 2019
https://www.evrensel.net/yazi/83721/sandik-mucadele-ve-birlik-sorunu