Almanya’nın Hanau kentinde göçmenler ırkçı terörün kurbanı oldu: 5’i Türkiye kökenli 10 kişi hayatını kaybetti. Irkçı faşist saldırganın hedefi Türklerin ve Kürtlerin yoğun yaşadığı Heumarkt bölgesiydi. Kurşunladığı yerler arasında ise iki nargile kafe, bir de büfe vardı.
Katliam sonrası Almanya’da antifaşistler ayağa kalktı. Onlarca kentte gösteriler yapıldı, yabancı düşmanlığı lanetlendi. Sokaklara çıkanlar, ırkçı saldırıların mülteci düşmanı politikalardan beslendiğini haykırdı. Çünkü kale Avrupası göçmenlerin önüne savaş gemileri çıkarırken, Almanya’da faşist AfD’nin, Avrupa’da ırkçı partilerin önü açılırken; Hanau’daki katliam bütün bu gelişmelerden bağımsız ele alınamazdı.
Almanya’daki saldırı sonrasında, Türkiye’de yine milliyetçi/muhafazakar hezeyan boy gösterdi. “Batı Müslümana düşman” diyenlere “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” diyenler katıldı. Oysa Almanya’da nargile içerken kurşunlanan göçmenlere Türkiye’deki bakış da pek parlak sayılmazdı!
Öyle “nargile” deyip geçmemek lazım. Zira tütün dumanının sudan geçirilerek ciğerlere çekildiği bu alet, son dönemde Ortadoğu halklarının aşağılandığı oryantalist bir metafor haline geldi.
“Yok canım, bizdeki durumun Almanya ile ne alakası var?” diyenleri duyar gibiyim. Böyle soranlara tavsiyem; internete “Suriyeli” ve “nargile” diye yazsınlar ve çıkacak sonuçları lütfen iyi incelesinler. Benim karşıma çıkanlardan birkaç örnek vereyim (Yazım hataları bana ait değil):
– Bu İtler meydanlar da böyle ellerinde sigara cafeler de nargile… Oh gel keyfim… Bizim de çocuklarımızın bir bir cenazeleri gelsin.
– Nargile gorunce direkt aklima suriyeli bu sap lar geliyor.igreniyorum
– Amcamın ilaç paralarını suriyeli o… çocukları çatır çutur nargile tütününe yatırıyor çok yazık
– Suriyeliler normal gitmesin defolsun gitsinler. Ülkenin içine ettiler. Nargile içip plajlarda kadınları izlemekten başka bi boka yaradıkları yok. Katili sapığı hırsızı hepsi aramızda dolaşıyor.
– Ulan plajlarda sosyal alanlarda gezecek yer kalmadı hepsinin elinde nargile geziyorlar vefa diye birşeyleri de yok Türk düşmanı hepsi.. iç savaşsa iç savaş yapalım temizleyelim.
Doğrudur, bizde mültecilere yönelik saldırılar Almanya’daki gibi silahlı katliam boyutuna varmadı. Peki ama toplu linç girişimlerini, ev yakma çadır yıkma hadiselerini, Suriyelileri mahalleden topluca sürme girişimlerini, iç savaş çağrılarını nereye koyacağız?
Unutmayalım, “Sahilde nargile içiyorlar” diye başladı hep bütün bu olaylar. Bir ırkçılık motifi olarak nefret suçlarını fokurdatan “nargile” metaforuyla yüzleşmedikçe, korkarım ki bu hezeyanın sonu iyi yerlere varmayacak.
HALKEVLERİ ÖDÜLÜ
Bugüne kadar mülteciler/göçmenler üzerine birçok haber yaptım, yazılar yazdım. Konuya dair üç yayımlanmış kitabım var. Son bir yıldır da buradan, “Turuncu/Siyah” köşesinden göç sorununu, mültecileri ve göçmen işçileri anlatmaya gayret ediyorum. Elbette yapacak daha çok şey var.
Olumlu tepkiler aldığım kadar olumsuz tepkilerle de karşılaştım. İşte onlardan birkaçı:
Bana diyorlar ki, “Sen Suriyeli misin, neden hep Suriyelileri yazıyorsun?”
Suriyeli değilim. Suriyeli mültecileri ya da diğer göçmenleri yazmak için neden ille de Suriyeli olmak gereksin? Dünyada mülteci nüfus 70 milyona, göçmen nüfus 260 milyona ulaşmışsa bu konuya eğilmek neden tuhaf olsun? Türkiye’de göçmen/mülteci nüfus 5 milyona dayanmışsa bu konuyu yazmak, araştırmak neden garip olsun?
Bana diyorlar ki, “Pis Arap Bedevi sevici…”
Ne Araplar pis ne de Bedeviler. Ve üstelik ben, gerçekten, her iki kadim halkı da seviyorum. Sadece onları mı? Türkleri de seviyorum Kürtleri de. Keldanileri de seviyorum Ezidileri de. Uzak Asya, Avrupa haklarını da seviyorum Afrikalıları, Latinleri de. Özcesi dünya hakları arasında ayrım yapmıyorum. Hangi halk eziliyor ya da ayrımcılığa uğruyorsa onun yanında yer alıyorum. Halkların kardeşliğine inanıyorum.
Bana diyorlar ki, “Bu kadar çok Suriyeli işçileri yazacağına Türk işçisini de yazsaydın!”
Sadece Suriyeli işçileri değil, Afganistanlı, Pakistanlı, Özbekistanlı, Türkmenistanlı, Gambiyalı vb. işçileri de yazıyorum, anlatıyorum. Kime anlatıyorum? Türkiye işçi sınıfına, emekçi halkımıza, aydınlarımıza. Neden mi? Çünkü sermaye göçmen ve mülteci işçileri işçi sınıfını bölmek, baskılamak için kullanıyor. Çıkış yolu olarak ise yerli, yabancı demeden işçi sınıfının enternasyonal birliğine ve mücadelesine inanıyorum.
Bana diyorlar ki, “Türkiye’ye sığınan Suriyeliler yasal olarak mülteci değil, mülteci demek ısrarından ne zaman vazgeçeceksin?”
Yasalar tarih boyunca hep sınıf mücadelesinin içinde yazıldı, bozuldu. Yasaları güç ilişkileri belirledi. Uluslararası temel bir hak olan mülteci statüsünün bugün yok sayılıyor olması, onun dünya üzerindeki meşruluğunu ortadan kaldırmaz, kaldıramaz. İnsan haklarıyla insandır, mülteciler haklarıyla mültecidir. Bu yüzden statüsü çalınmış mültecilere “mülteci” demeye devam edeceğim.
Bu “Bana diyorlar ki” muhabbeti böyle akar giderken Halkevleri beni “Hakikatin Peşinde Koşanlar” ödülüne layık gördü. Onurlandım. “Bana diyorlar ki” diye andığım insanlara dirhem kızmadan, mülteci hakikatini yazmaya, anlatmaya devam edeceğim.
Ödülümü karlar altında cansız yatan donmuş mültecilere ve iş cinayetlerinde kucak kucağa ölen yerli/göçmen işçilere adıyorum.
Ayrıca 2020 Hakikatin Peşinde Ödülü’nü Nazım Dikbaş gibi bir Barış Akademisyeninin elinden almak ayrı bir onur benim için.
Halkevlerine teşekkür ediyor, 88’inci yılını bu vesileyle bir kez daha kutluyorum.
24 Şubat 2020
https://www.evrensel.net/yazi/85799/nargile-diye-diye-fokurdatilan-irkcilik