Önümüzde Turgalı köyü, Özalp, Van. Arkamızda harap kentler, viran köyler, yasaklı toprağımız. Ve oradan oraya sürülürken son ayak bastığımız yer, İran.
Ardımızda çile, zulüm, kan. Önümüzde son bir umut kapısı Türkiye.
Sınırda bir uçtan diğerine duvarlar. Dört yanda termal kameralar. Ama bunları aşmanın da bir yolu var. Kaçakçılar söyledi. Adına “ölüm rotası” diyorlarmış, olsun! Ucunda ölüm de olsa gideceğimiz yol budur. Varmak nasip olursa eğer, varacağımız yer evlat ocağıdır çünkü, torundur.
Tepede lapa lapa kar.
Ayaklarımız ilk anki kadar canlı değil. Ayaklarımız yorgun, ayaklarımız soğuk. Ayaklarımız ha dondu ha donacak. Can önce ayaktan çekilirmiş derler; can tenden ha çıktı ha çıkacak.
BİRİNCİ BÖLÜM: MEZİN’İN ÖLÜMÜDÜR
Kaşlarımız buza kesti. Uzakta belli belirsiz kurt ulumaları. Duramayız! Üstümüze yağan kar, içimize sinen soğuk, izimizi süren kurtlar durmaz çünkü.
Mezin durdu! Geride kaldı sonra. Bir beton anıt gibi öylece donakaldı. Oysa sınıra ulaşmaya ne de az kalmıştı. Kırk beşindeydi Mezin. Suriye Araplarından. Çok değil, on dakika daha yürüyemedi. Arabistan çöllerinde on iki yıllık mahpusluk, yemiş bitirmişti ciğerlerini. O ciğerle Mezin buraya kadar gelebildi.
“Ölürsem çocuklar sana emanet damat” demişti telefonda. Telefonun diğer ucu Hatay’daydı.
Sudan, Erbil derken Van sınırına kadar gelmişti Mezin, Türkiye’ye, evlatlarına kavuşmak için. Dirisi ulaşmasa da cansız bedeni nihayet evlatlarına kavuşacaktı!
İKİNCİ BÖLÜM: SAKİNE ANANIN ÖLÜMÜDÜR
Geri döndü Sakine ana. Mezin’e. El ovdu, ayak ovdu Sakine ana. Sıcak nefesinden nefes üfledi. Ama olmadı. Mezin’in donmuş göz kapakları bir daha açılmadı.
Sakine ana yetmişinde, on çocuklu bir kadındı. Suriye Kürtlerinden. Bir kızı Batman’da diğeri Kanada’daydı. Van’ı aşıp Batman’a ulaşamadı Sakine ana. Kızına kavuşamadı, ne yazık. Her kurt ulumasında geri dönmüş, Mezin’i bırakmaya gönlü razı olmamıştı.
Onu bulduğunda atlı bir asker, sabahtı. Sakine ananın cansız bedeni Mezin’e 1 kilometre kadar uzaktı. Beyaz köpüklü dalgalara benzeyen karlar, sanki onu Van sınırına bırakmıştı.
“Dirim gelmezse ölüm gelir” demişti Sakine ana. Batman’daki kızına. Öyle de oldu.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ADSIZ GÖÇMENİN ÖLÜMÜDÜR
Gün ışığı yalçın kayalara, karlara vurduğunda, beni de buldu atlı askerler. Yanıma yaklaşmaya önce korktular. Kolum yoktu çünkü, kurtlar alıp götürmüştü.
Mezin’den önce mi dondum, sonra mı, hatırlamıyorum. Sakine anadan önce mi öldüm, sonra mı; onu da hatırlamıyorum.
Ben kimdim, adım neydi, soyadım ne, hatırlamıyorum. Evlatlarım var mıydı yok muydu, onu da hatırlamıyorum.
Kaydım size “isimsiz, kolsuz göçmen” olarak kaldı. Başıma bir de resmi evrak bıraktılar: “15 gün içinde yakınları bulunmazsa kimsesizler mezarlığına defnedilmesine…”
Evet, bu okuduğunuz, bahtsız üç göçmenin, üç mültecinin hikayesidir: Mezin, Sakine ana, bir de ben. Ve bu yazı, bizim hikayemiz unutulup gitmesin diyedir.
Biz öldük ey insanlık. Çocuklarımız, torunlarımız yaşasın. Kimseye acılı göç yolları, kimseye göçmenlik, mültecilik nasip olmasın. Savaşlar, yokluk, yoksulluk son bulsun. Sınırlar göç edenlerin yüzüne kapanmasın. Dalgalar kıyıya bebekleri, karlar sınır boylarına donmuş bedenleri savurmasın.
Not: Bu yazı Independent Türkçe’de yayımlanan Metin Yoksu’nun haberinden esinlenerek yazılmıştır.