Pazarkule Sınır Kapısı’ndan dönen mülteciler düş kırıklığı içinde. Söylendiği gibi olmadı, kapılar açılmadı! Nehir kenarına dizili ağaçların arasında toplaşmış aileler. Çocuklar ateş başlarında oyun halkaları oluşturmuş. Bebek arabaları ve tekerlekli sandalyelerle bu insanlar ne yapacak, daha ne kadar ilerleyecek? Üstelik gece yaklaşıyor, soğuk bastıracak…
Düş kırıklığı olsa da geriye bakmak istemiyor mülteciler. Önlerinde Meriç, ileride Avrupa’ya ayak basma umudu. “Çocuklar okuyacak, karınları doyacak” diye geçiriyor içlerinden işçi babalar.
‘Kapılar açılacak umudu’ o kadar sirayet etmiş ki mültecilere, elinde meyve suyu kutusu ile bir minik “Bu iş tamam” işareti yapıyor. İyi de şu korkunç nehir nasıl aşılacak? Bu tehlikeyi minik çocuklara kim anlatacak?
Radyolarda, televizyonlarda utanmadan/gururla geçilen, sınırı geçenler bilançosu.
KADINLAR VE ÇOCUKLAR EN SESSİZ, EN MAĞDURLAR
Bebeklere mont lazım, uyku tulumu ve battaniye. Süt de lazım, mama, bisküvi de. Sabahı öksürük ve ateşler içinde karşılayacak onlar. Ateş düşürücü şuruplar da lazım bu yüzden, hem de çok sayıda. Anneler gazetecilerle pek konuşmuyor, kadınların sesi pek duyulmuyor. Çoğu zaman bebeklerinin arkasından bir kaçak göz anlatıyor imdat çığlıklarını: Bize el uzatmasanız da olur, çocuklarımıza yardım eli uzatın!
Gözlerimiz Edirne’ye, Ege kıyılarına uzanacak dayanışma ellerini arıyor: Dernekleri, sendikaları, arkadaş gruplarını…
HAYALLERİ MODERN İŞÇİ OLMAK
Ateş başlarında öbek öbek toplaşmış genç işçi grupları, gece karanlığını bekliyor. Gözleri masmavi Cezayirli Yusuf’un. Bir bota uzanmış. Kardeşi yanında. Faslı iki arkadaşı daha var.
“Neden gitmek istiyorsun?” diye soruyorum.
“Geleceğim için, bir macera olsa da denemek istiyorum” diyor.
“Ne olmak istiyorsun gelecekte?” diye soruyorum.
“Makine…” diyor.
“Mühendislik mi?” soruma; “Yok, makine işçiliği diyor”. Meslek eğitimi almak istiyor Yusuf, Avrupa’da.
Doyran köyüne 500 metre kala, çukur bir bölgedeki ağaçların arasında, bir başka genç işçi grubu görüyoruz. Konya’dan gelmişler. Gençler Türkiye’de çocuk yaştan beri çalışıyor. Ateş’in başında poz veren, boyacılık ve inşaat işlerinde çalıştığını söylüyor. Düzensiz, en alttaki işlerden bıkmış. Düzenli para alamamaktan yakınıyor. “Türkiye’de insanlar iyi ama para yok, gelecek yok, fabrika da göçmenleri almıyor” diyor. Meriç’in karşı yakası, düzenli bir iş ve fabrika demek Afgan gençler için.
Özcesi, “alt işler” diye anılan işlere koşulmaktan bıkmış göçmenler. Meslek, dil öğrenenler kısmen hayata tutunsa da en alttakiler tutunamıyor. Zincirleme göçün bariz nedeni bu. Avrupa yolları; düzenli bir iş, modern bir işçilik demek onlar için. Hayata tutunmak, saygı görmek, saygı gören işçilerin arasında olmak demek aynı zamanda. Bütün hayaller bundan ibaret, daha fazlası değil.
Bu kez soruyu onlar soruyor:
“Abi sence kapı açılır mı?”
Cevap vermek istemiyorum. Üsteliyorlar.
“Pek sanmam” diyorum sonra sıkılarak.
“Bak abi, şimdi yıktın hayallerimizi” diyorlar.
Kıvırıyorum, “Ne bileyim, inşallah açılır” diyorum. Ne diyeyim, kararlılar, geçecekler belli.
“Şimdi oldu işte abi!” diyorlar, yüzlerinde gülücükler açıyor.
DOYRAN KÖYÜNÜN KÖPEKLERİ
Meriç’ten kaçıncı geçiş bu, kaçıncı bot batması, kaçıncı ölüm riski? Doyran köyünün gençleri buluyor beni. Diyorlar ki; “Abi bir de Yunan polisinin zulmü var, sorma gitsin. Kaç tanesini don atlet döverek geri yolladılar…”
Yamaçtan aşağıya, su kenarına iniyor çocuk, kadın ve yetişkin mülteciler. Doyran köyünün sevimli köpekleri yerde uzanmış, onları izliyor. Köpeklerin gözünde derin bir hüzün.
BİR GÜN SONRA, SABAH
İpsala sınırında sabah 09.07. Bir mültecinin Yunanistan askerlerince vurulduğunu geçiyor ajanslar. Hangi miniğin babası o, umutlara koşan hangi gencin adı? Kaçak gözlerle yardım isteyen mülteci kadınlardan hangisinin eşi, yahut kardeşi?
03 Mart 2020
https://www.evrensel.net/haber/398551/meric-suyu-aynasinda-multeci-portreleri