Hiç unutmam; lisede Coğrafya Öğretmenim Cavidan Hanım sınıfta beni ayağa kaldırıp şu soruyu sormuştu: “Söyle bakalım Ercüment, tarih tekerrürden mi ibaret?”
Tekerrürün tekrar anlamına geldiğini biliyordum. İyi de bu soruya ne yanıt verecektim? Tarih, doğal devinimi içinde kendini tekrar etmez miydi? Bu yüzden “evet” dedim. Ama bu yanıt, bütün bir ders boyunca tarihin neden tekerrür edemeyeceğini, bütün tarihsel koşulların birbirinden neden farklı özellikler taşıdığını dinlememize vesile olacaktı.
Tarihin tekerrür ettiği savı gerçekten de ancak metafizik düşüncede kendine yer bulabilir. Bununla birlikte geleceğe dair öngörülerde bulunmak için tarihsel akışa bakmak ve tarihsel deneylerden faydalanmak gerekir.
Son birkaç yıldır dünyada 100’ncü yıl anmaları yapılıyor. 2014’te, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması, 2018’de de savaşın sona ermesine dair anmalar yapıldı. 2017’de Ekim Devrimi’nin 100’üncü yılı kutlandı vs.
2018’de dikkatlerden kaçan bir 100’üncü yıl anması daha vardı ki, bugün tüm dehşetiyle onun varlığı ile karşı karşıyayız: Pandemi!
SPİNNEY’İN HATIRLATTIĞI GERÇEK
1918’de Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Avrupa başkentlerinde yapılan kutlamaların neşesi fazla sürmemişti. Çünkü savaştan yorgun ve yaralı çıkan halklar, kendilerini bu kez amansız bir salgının pençesinde bulmuşlardı. 18 ay boyunca dünyayı kasıp kavuracak olan “İspanyol Gribi” 50 milyon insanın hayatına mal olacaktı. Salgından ölenlerin sayısı savaşta ölenlerden fazlaydı.
“1918 İspanyol Gribi Dünyayı Nasıl Etkiledi?” isimli kitabın yazarı Laura Spinney, salgının 100’üncü yılı vesilesiyle BBC News için kaleme aldığı yazıda şöyle diyor:
“…Salgın bir gerçeği ortaya çıkardı: Yoksullar ve göçmenler arasında ölümler daha fazla olmakla beraber kimse hastalıktan muaf değildi. Tek tek bireylere yönelik koruyucu önlemler bulaşıcı hastalıklar söz konusu olduğunda işe yaramıyor, sorunu tüm toplum seviyesinde ele almak gerekiyordu. 1920’lerden itibaren bu algı değişimi kamu sağlığı stratejilerine de yansıdı. Birçok ülkede sağlık bakanlıkları yeniden düzenlendi, daha iyi hastalık takibi yapılmaya, sağlık hizmetlerinin ihtiyacı olan herkese ücretsiz sunulması anlayışına kucak açılmaya başlandı. İngiltere’de bunun meyveleri 1948’de Ulusal Sağlık Hizmetlerinin (NHS) kurulması ile alındı. Rusya’da ise böyle bir sistem 1920’lerden itibaren işlemeye başlamıştı. Başlangıçta kent halkına yönelik olan bu hizmetler zamanla kırsal bölgelere de yayıldı. Bu büyük başarının ardında Lenin vardı…”
Spinney’in, Sovyetlere hakkını teslim ederek sunduğu bu hatırlatma, pandemi konusunda 100 yıllık derslerle dolu. Bu derslerin başına şunu yazabiliriz: “Pandemi sonrası oluşan kamusal sağlık, temel itki gücünü uluslararası işçi hareketinden ve Rusya’da sosyalizmin kazanımlarından almıştır.” Ne var ki, günümüz dünyasına gelene kadar bu kazanımlar “özelleştirme”, “piyasalaştırma” adı altında adım adım tasfiye edildiler. İnsanlık bir sonraki pandemiye yani koronavirüse yakalandığında ise kamusal sağlıktan geriye pek bir şey kalmamıştı.
Son kertede geldiğimiz yer, hükümetlerin peş peşe Boris Johnson’ın “sürü bağışıklığı” tercihine onay verdikleri akıl dışı bir yer! Sağlık yerine ekonomik menfaatleri başa koyan bir kumar, çılgınca bir zar atışı bu. Parkların kapalı ama fabrika ve AVM’lerin açık olduğu Türkiye’de ise 11 Mayıs belki de bir milat sayılacak.
OTORİTERLEŞME VE FAŞİZM
Bir yanda İspanyol Gribi diğer yanda emperyalist savaşın geride bıraktığı yıkım. 100 yıl önce bu iki faktör ekonomiyi de derinden sarsacaktı. Başını ABD ve Avrupa’nın çektiği kapitalist ülkeler, çözümü “Kemer sıkma politikalarında” ve sömürünün amansız biçimde yoğunlaştırılmasında buldular. İşçilerin milliyetçi akımlara yedeklenmesi, yabancı düşmanlığının kışkırtılması ve faşist hareketlerin güçlendirilmesi de bu döneme denk geldi. Hemen her hak arama eylemi, her işçi grevi “Sovyet maşası” olmakla suçlandı, “hainlik” damgası yedi. Yahudiler, etnik azınlıklar, göçmen işçiler, sendikacılar, komünistler ırkçı/faşist saldırıların hedefi oldular. 1922’de İtalya’da, 1933’te Almanya’da faşist partiler iktidar yürüyüşlerini taçlandırdılar. 1939’a gelindiğinde faşist orduların Polonya işgaliyle İkinci Dünya Savaşı başladı.
Bu kısa tarih özeti pandemi sonrası bizi nasıl bir hayatın beklediği konusunda uyarıcı ipuçları veriyor. Elbette bugünün dünyası 1920’li, 30’lu, 40’lı yılların dünyasından çok farklı. Ama kapitalizmin kâr hırsı, insanlığın sağlık ve refahını hiçe saymaya devam ediyor. Salgın sonrası milliyetçiliğin tırmanması, otoriter yönetimlerin palazlanması bugün sadece sol, sosyalist kesimlerin tartışma konusu da değil üstelik. Şiddet ve ayrımcılığın mülteciler ve göçmen işçiler üzerinden devreye koyulması ise pis kokular saçıyor.
Geçtiğimiz 8 ve 9 Mayıs günleri, 1945 yılında Avrupa’da faşizmin ezilmesinin şerefine, “zafer günü” olarak kutlandı. 1918 İspanyol Gribi’nden 1939 İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına uzanan o gerici dalganın bir daha hortlamaması için, işçi sınıfı ve dünya halklarının olabildiğince örgütlü olması gerekiyor. Korona faturasının emekçilere yıkılması ve yeni bir emperyalist boğazlaşmanın durdurulması buna bağlı. 1945’te olduğu gibi faşizmin yenilmesi ve uzun bir süre tarih sahnesinden çekilmesi de buna bağlı.
Özetle, tıpkı dünya savaşları gibi pandemiler sonrası hayatın nasıl şekilleneceğini sınıf mücadelesinin seyri belirleyecek. Tarafsız, örgütsüz ve hazırlıksız yakalanan geleceği kaybeder.
11 Mayıs 2020