Üç yaşındaki Alan bebeğin cansız bedeni Bodrum’da kıyıya vurmadan önce, pek çok kişi için denizde ölen mülteciler sıradan haberdi. Ege ve Avrupa kıyılarında güneşlenen turistler mültecilere ait şişmiş cesetlerle yan yana güneşlenebiliyordu üstelik!
2015 yılının 2 Eylül sabahı, DHA Muhabiri Nilüfer Demir’in çektiği Alan bebeğe ait o dramatik görüntüler, küresel bir vicdan anaforu oluşturmuştu nihayet. Hatırlayalım; o zaman gazetelerde “Kıyıya vuran insanlık diye” atılmıştı manşetler. Sosyal medyada kampanyalar açılmıştı.
Geldik bugüne…
Bugün de benzer bir çelişki içinde büyük insanlık. Mülteci ölümlerinde, denizlerden sonra yeni bir kapı açıldı. Türkiye-İran sınırında kar, fırtına, tipi yüzünden ölüyor insanlar. Donmak üzereyken kurtarılanlarsa ayak ve el parmakları kesilmek üzere ameliyathane kuyruğunda bekliyor. Mezopotamya Ajansı (MA) Muhabiri Adnan Bilen’in Van’da bir hastanede çektiği fotoğraflara bakıp da irkilmemek mümkün değil! Sargılı ellerini kaldırarak poz veren mültecilerin her biri ayrı bir dram. İçlerinde 3.5 yaşında bir çocuk var ki, ona bakınca Alan Kurdi’yi hatırlıyor insan.
Adnan Bilen’i aradım. Ona fotoğrafı çekerken ne hissettiğini sordum. Şöyle anlattı: “Tercüman aracılığıyla çocuğa sargılı ellerini göstermesini istedim. Asker görmüş gibi, teslim olma şeklinde kollarını kaldırdı. Gözlerinde korku vardı. Bu hareketi önceden çalışmış gibiydi. Sanki ona bu durumda ne yapması gerektiği öğretilmişti. Ben de bir babayım, 3.5 yaşında çocuğum var. Tabii çok etkilendim…”
İNSAN TACİRLİĞİ YÜKSELEN TREND
Bu durumda gazeteler ne manşet atmalı?
“Buza kesen insanlık” ya da “Van’da kara saplanan insanlık” … Hepsi mümkün, daha fazlası da. Ama sorun şu ki, yereldeki gazeteciler haber yapınca egemen medyada yer bulamıyor. İnsani bir kriz olan mülteci dramında bile maalesef durum böyle.
Van’da en son 13 mültecinin donarak öldüğü ihbarı yapıldı. Afgan, Pakistanlı, Bangladeşli 300 kişilik mülteci grubunun tipide dağıldığı ve 13 değil en az 40 kişinin öldüğü de gelen bilgiler arasında. Olumsuz hava koşulları nedeniyle jandarma ve AFAD ihbarın yapıldığı bölgeye gidemiyor. Bilgileri teyit etmek şimdilik zor.
Fakat Van’da mülteci ölümleri yeni değil. Daha önce Başkale’de 25, Çaldıran’da 16 ceset bulunmuştu. Bahar aylarında, karlar eridiğinde bulunan cesetler kötü durumdaydı. Muhtemelen hayvanlar tarafından parçalanmıştı. (Başkale’deki olayı Gazeteci İsmail Saymaz da haberleştirmiş, Van Barosu Göç ve İltica Komisyonu tarafından açıklanan rapor Hürriyet’te yayımlanmıştı) Dram mı diyelim, utanç mı diyelim bilemedim ama kardan cesedi çıkan mülteciler ne yazık ki kimsesizler mezarlığına defnedildi.
Van Barosu Göç ve İltica Komisyonundan Av. Mahmut Kaçan birkaç gün önce MA’ya şu demeci verdi: “İnsan kaçakçılığı bir endüstriye dönüştü. Yakalansalar dahi çok kısa süre için tutuklama tedbirine başvuruluyor. Tacirlik yükselen trend haline geldi.”
Gazeteci Adnan Bilen’den aldığım bilgiler ise göçmen tacirliğinin ceset satma boyutuna geldiğini gösteriyor. İnsan tacirleri karda kalmış mültecilerin ailelerini aramışlar ve şöyle demişler: “Hava koşulları çok zor. Devlet, asker zaten çıkıp orada bir arama yapamaz. Ama biz yaparız, tabii parasını verirseniz…”
Peki kim bu insan kaçakçıları? Göçmenleri Türkiye sınırına kadar getirenler bunların bir kolu. Diğer kolda ise sınırın bu tarafındaki iş birlikçiler var. Kişi başı fiyat tarifesi 700 dolar. Örneğin son ceset getirme teklifinde bulunanlar telefonda hem Kürtçe hem Arapça konuşmuşlar. Arayan numaralar Türkiye’de kayıtlı. Ama sınır hattı olduğu için “İki tarafta da kullanılabilir” deniyor.
Evrensel Van Muhabiri Zelal Sari ile de konuştum. Tacirliğin sadece karada değil Van gölü üzerinde yapıldığına vurgu yapıyor. Şöyle diyor Zelal: “İran-Türkiye sınırında, özellikle Başkale, Çaldıran ve Özalp’ta geçiş noktaları belirlemişler. Kontrol noktalarından kaçmak için gölde tekne kullanmaya başladılar. Olumsuz hava koşulları nedeniyle donma ve boğulma riski büyük. Bu yüzden bazen ara veriyorlar…”
Daha önce Van Gölü’nde bulunan İnköyü Yarımadası’na bir tekne sığınmış, ne hazindir ki yol boyunca kaçtıkları askerlere kendilerini ihbar etmek zorunda kalmışlar. Donmaktan son anda kurtulmuşlar. Yine gölde 7 kişinin öldüğü bir tekne faciasında 64 mülteci kurtarılmış. Sonrası sınır dışı!
ORTAK PLATFORM VE KRİZ MASASI ACİL İHTİYAÇ
Van’da uzun yıllardır serbest gazetecilik yapan Ruşen Takva yerel basına yaptığı haberler kadar onları ulusal platformlara da taşımaya çalışıyor. Kendisine mülteci dramını ve yereldeki durumu, halkın konuya nasıl baktığını sordum.
Takva’ya göre son dönem geçişlerin karlı, tipili havalara denk gelmesi tesadüf değil. Zira mülteciler denetimlerin zayıfladığı, termal kameraların etki gücünün azaldığı olumsuz hava koşullarını daha avantajlı görüyor. Tacirler de bunu teşvik ediyor. Açık ki bu durum, mültecileri bir güvenlik sorunu olarak gören sınır politikalarının ölüm riskini de arttırdığını gösteriyor. Denizde uygulanan tedbirler nasıl ölümcül rotalar getirdiyse, karada uygulanan tedbirler de ölüm riskini arttırıyor.
Takva’nın aktarımına göre Van halkı mültecilerle dayanışma duygusu içinde. Onlara yardımda bulunan, para veren, evine alanlar olmuş. Halkın bir talebi de belediye misafirhanesinin mültecilere açılması olmuş. En çok ihtiyacı olan mülteci aileler misafirhaneye alınmış. Ama belediyeye kayyum atanması sonrasında durum değişmiş. Takva, BM’den ve uluslararası kurumlardan da şikayetçi. Şöyle anlatıyor: “Onlar en fazla resmî kurumlarla görüşüyor, sivil alana ilgisizler. Biz gazetecilerin haberleri görmezden geliniyor. İktidar da zaten bize karşı ön yargılı, bu mülteci haberlerine de yansıyor. Vicdan ve ahlak mücadelesi yapıyoruz. İktidar, kentte en fazla oya sahip ve belediyeyi kazanmış HDP’yi de görmezden geliyor…”
Ne kadar acı bir durum değil mi?
İnsani bir kriz karşısında böyle bir bölünme, böyle bir ayrıştırma kabul edilebilir mi? Oysa yapılması gerek şey çok açık: Uluslararası kurumlar, devlet, hükümet, valilik, Van Barosu, İHD, yerelde en çok oyu almış ve belediyeyi kazanmış bir parti olarak HDP, diğer siyasi partiler, sendikalar ve yereldeki gazeteciler ortak bir çalıştayda buluşabilmeli örneğin. Bölgedeki insani kriz üzerine sempozyumlar yapılmalı, hem de acilen. Ve kentteki bütün yerel güçlerin ve halkın dahil olacağı insani kriz masaları kurulmalı.
Elbette sınır kentlerinde yaşanan insani dram, sadece yerelde çözülebilecek bir sorun da değil. Bunun için bütün bir toplumun duyarlı hale gelmesi ve bilgilendirilmesi gerekiyor.
Mayıs ayı geldiğinde, karlar erimeye başladığında kaç mülteci cesedi daha sayacağız? Bu soruyu sormak için yeni bir Alan Kurdi dramına ihtiyaç yok. Çünkü Van’dan gelen görüntüler de bir bu kadar ağır.