İstanbul, Suriyeli mültecilerin en kalabalık yaşadığı şehir. Resmi rakamlar 496 bin diyor. Kayıtlı ve kayıtsız toplam sayı için 963 bin rakamı veriliyor. Bu nedenle İstanbul’da yapılan anket çalışmaları genellikle ülke geneli için de çok şey söyler.
İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü (İstanPol) koronavirüs salgını öncesinde önemli bir anket yaptırdı. “İstanbul’da Suriyeli Sığınmacılara Yönelik Tutumlar” başlıklı rapor geçtiğimiz Perşembe yayınladı. Raporu detaylı inceledim. Açıkçası sonuçlar iyi değil: Göçün 9. yılında Suriyeli mültecilere ilişkin bakış negatif yönde ilerliyor. Daha vahimi; toplumsal endişenin hemen arkasında, küçümsenmemesi gereken bir öfke ve nefret birikmesi yaşanıyor.
GETTOLAŞMA DERİNLEŞİYOR
Hatırlarsak, daha önce KONDA’nın 3 yıl arayla yaptığı iki anket çalışması benzer sonuçlar vermişti. Buna göre; Suriyelilerle “Aynı şehirde yaşayabilirim” diyenlerin oranı yüzde 72’den 40’a inmişti. “Aynı mahalle” denince oran yüzde 57’den 31’e, aynı apartmanda, komşulukta veya arkadaş olarak yüzde 41’den yüzde 21’e, aynı eve gelince yüzde 14’den 7’ye düşmüştü.
İstanPol’ün son araştırmasına geldiğimizde, katılımcıların sadece yüzde 17’si Suriyelilerle aynı binada yaşadığını söylüyor. Yüzde 78’i ise herhangi bir Suriyeliyle temasta olmadığını belirtiyor. Aslında bu temas zayıflığı gettolaşmaya işaret ve bu durum ön yargıyı büyüten bir olgu. Mültecilerin kent içlerinde gettolar halinde yaşaması, iktidarın sağlıklı bir mülteci politikası oluşturmadığını gösteriyor.
BİRİNCİ SORUN EKONOMİ, İKİNCİSİ ‘SURİYELİLER’!
Araştırmaya katılanların yüzde 58.3’ü “Ülkenin birinci sorunu ekonomidir.” diyor. Sıkı durun, ülkenin en önemli ikinci sorunu “Suriyeliler” çıkmış! Adalet/demokrasi sorunları ise üçüncü sırada. Araştırmanın Ocak ayında yapıldığını belirtelim. Ekonomik krizin işçi sınıfı ve yoksul halka yansımasına bakınca birinci sırada “ekonomik sorunu” görmek anlaşılır. Peki, neden ikinci sırada “Suriyeliler” var? Çünkü işsizlik arttıkça, vasıfsız/alt/gündelik işlere dahi muhtaç hale gelen emekçiler, mülteci işçileri bir rekabet gücü olarak algılamaya başlıyor.
Ankete katılanların yüzde 78’i “hükümetin Suriyelilere Türk vatandaşlarına davrandığından daha iyi davrandığını” düşünüyor! Peki, objektif olmayan bu algı halkta nasıl oluştu? Yoksul halk ücretsiz sağlık, eğitim, burs, sosyal ödenek vb hakları kaybettikçe, (iktidara karşı örgütlü tepki gösteremediği için) tepkisini daha çok mülteciler üzerinden ifade ediyor. Bu, baskıcı ortamda iktidara tepki gösterebilmenin de güvenli yolu. Suriyelilere temas da zayıf olduğu için mültecilerin yaşadığı kayıt dışı sömürü ve ağır yoksulluk görülmüyor.
“Suriyelilerin ülke ekonomisine yönelik tehdit algısı”nda, partiler bazındaki şu yoğunluk oranı da hayli çarpıcı: 10 üzerinden: İYİ Parti 8.9, CHP 8.4, MHP 8.1, HDP 7.8, AKP 7.2. Yani Meclis’te grubu bulunan bütün partilerin seçmen tepkisi ortalamanın üzerinde!
ARAŞTIRMA PARTİLERE NE SÖYLÜYOR?
AKP seçmenleri Suriyelilere tepki konusunda diğer partilere göre oransal olarak daha aşağıda görünse de onlar da ortalamanın üzerinde! Yani 9 yıl sonra “ensar-muhacir” söylemi AKP seçmeni için eskisi kadar frenleyici bir unsur değil. Taban belirsizlik, oyalama değil çözüm bekliyor.
Farklı ittifak çatısında olsalar da MHP ve İyi Parti seçmeni Suriyeli mülteciler konusunda ikiz kardeş gibi davranıyor ve tepkisellik oranlarında zirveye birlikte oturuyorlar. Kimi anket sorularında zirveye ikinci parti olarak CHP’nin oturması ise onun açısından büyük handikap. HDP seçmeninde ise mültecilere tepkisellikte iki unsur göze çarpıyor: ekonomi ve demografik değişim endişesi. (İkincisi raporda yer almasa da saha gözlemleri bunu doğruluyor). Sonuçta HDP seçmeni de mültecilere yaklaşım konusunda hiç de küçümsenmeyecek bir oranda milliyetçi söylemin rüzgârına kapılmış görünüyor.
‘GERİ GÖNDERME’ SÖYLEMİ PRİM YAPIYOR AMA
Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı partileri 30 Mart yerel seçimlerinde “Suriyelileri geri göndereceğiz” söylemine daha çok sarıldı. Öyle ki, AKP, kendi seçmenini tutmak için mültecileri Suriye’de ‘güvenli bölgelere’ ya da sınır kapısını açarak Avrupa’ya göndermekle yol almaya çalıştı. Elbette altı boş ve popülist söylemlerdi bunlar. Ama yine de milliyetçi söylemin halkta belirli bir karşılığı var. Öyle ki, İstanPol araştırmasında her 10 kişiden 6’sı Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesi gerektiğini söylüyor. İYİ Parti seçmeninde bu oran 7.6, HDP seçmeninde 7.3, MHP’de 7.2. Uzun süreli oturum izni ve vatandaşlığa destek oranları ise tersine oldukça düşük.
Geri gönderme söylemleri halkın gerçekçi ve kalıcı çözüme odaklanmasını zorlaştırıyor. Suriyeli sığınmacıların “geçici koruma’ kapsamında sabitlenen “geçicilik” hali uzadıkça uzuyor. Ve bu durum toplumsal endişeyi artıyor. Daha da kötüsü geriden öfke ve toplumsal nefret duygusu geliyor.
EN KÖTÜSÜ: IRKSAL ÖN YARGILAR
Araştırma sonuçlarına göre, “Suriyeli mülteciler daha az yetenekli bir ırktan geliyor” diyenler (orta ve yüksek oran toplamı) yüzde 49’u buluyor. Rapor bu durumu “endişe verici” olarak değerlendirse de bence korkunç! Amerika ve Avrupa’da siyahlara bakışla bir geçişkenliği yok mu bu eğilimin? Belirli ölçülerde var ve Türkiye’de mültecilere duyulan tepkinin ırkçılığa doğru ilerlediğini bir kenara not etmeliyiz. Ayrıca CHP ve HDP seçmeninde de bu eğilim kırmızı sinyal veriyor.
İstanPol raporundan sadece bir grafik seçtim. Suriyelilere Yönelik Kolektif Eylemler başlıklı grafikte de görüleceği üzere; “Suriyelilere karşı toplu yürüyüş” eylemine yüksek katılma eğiliminde olanlar yüzde 34.3. Çok çok yüksek bir oran bu! “Suriyelilere karşı toplu imza veririm” diyenler daha da fazla: yüzde 42.6. Bu iki eğilimin kimi linç vakalarıyla geçişkenlik düzeylerini de göz ardı etmemek lazım. Suriyelilere yönelik toplu maddi yardım (dayanışma) eğilimi ise sadece yüzde 7,4’te kalmış. (Pandemi döneminde mültecilerin açlıkla baş başa kaldığını düşünürsek dayanışmanın önemini daha net hatırlarız.)
Raporda “öfke”, “nefret” ve “endişe” eğilimleri ise şöyle yansıtılmış: “Suriyelilerle ilgili katılımcılarda en çok hissedilen duygu endişeyken, en az hissedilen duygu nefrettir. Fakat yoğun öfke hissedenler yüzde 33’e, yoğun nefret hissedenler yüzde 24’e ulaşmıştır. Acıma duygusunu yoğun hissedenlerin (yüzde 35) yoğun endişe hissedenlerin gerisinde olması (yüzde 47) dikkate alınması gereken bir bulgudur…” Araştırma koordinatörleri “Eğer bu anketler 2013’te yapılsa oran daha düşük çıkardı” diyor. O halde zaman ve çözümsüzlük uzadıkça nefret duygusu güçleniyor. Bir nefret suçu olarak ırkçılık da bu kaynaktan beslenemiyor mu zaten?
Araştırmada atlanmaması gereken şu iki veriyle tamamlayalım: “Suriyelilerin savaş mağduru olmadığı”na inananların oranı yüzde 36’ya varmış. Katılımcılara sunulan bir şiddet senaryosunda, “tacizci” ve “yankesici” Suriyeli olunca tepkiselliğin arttığı gözlenmiş!
SONUÇ
Suriyeli mültecilerin önemli bölümü Türkiye’de kalıcı. Kalıcı çözüm konusunda uzatmalara oynamak, toplumsal endişeyle birlikte nefret, öfke ve ırkçılığı büyütüyor. İstanPol araştırması da buna kanıt. Pazarkule hadisesi ve salgın sonrasında geri gönderme eğilimi güç kazanmış olmalı. Irkçılık sadece kültürel bir sorun değil. O aynı zamanda ekonomik kriz, işsizlik ve yerli/yabancı işçilerin amansız rekabetini kullanan milliyetçi propagandadan besleniyor. İşçi sınıfı ve emekçilerin, mülteci düşmanlığına prim vermeden, sermayeye karşı hak temelli bir mücadeleyi geliştirmesi gerekiyor. Irkçı eğilimin kırılmasında ancak böylesi bir mücadele anahtar olabilir.
15 Haziran 2020
https://www.evrensel.net/yazi/86554/istanbulun-suriyelilere-bakisinda-kirmizi-alarm