“Adalet” ve “kalkınma” sözcüklerinin bolca “özgürlük” sosuna bulandığı yıllardı. AKP, kuruluşundan 15 ay sonra iktidara gelmiş; üstüne 12 Eylül darbesiyle hesaplaşmayı, AB şemsiyesi altında özgürlüklere uzanmayı vadetmişti. Parti kurmayları, liberal çevrelerle birlikte solu da yanlarına çekme derdindeydi.
İktidarının üçüncü yılında, Milas’ta, Nâzım Hikmet şiiri okuduğu için gözaltına alınan liseli Ç.C olayı yaşandı. Bu hadise AKP için yeni manevra alanı demekti. AKP Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz, liseli gencin gözaltına alınmasına neden olan ‘Vatan Haini’ adlı şiiri TBMM Genel Kurulunda okumakta gecikmedi: “Fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan / Vatan tırnaklarıysa ağalarınızın …/ Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:/ Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Ne var ki, 17 yıl boyunca devam edecek AKP iktidarlarında, iş cinayetine kurban giden işçi sayısı en az 22 bini bulacaktı! Grevleri yasaklanan işçi sayısı ise 200 bine varacaktı.
***
2007’ye gelindiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, 23 Nisan kutlamaları için yabancı ülkelerden gelen çocukları konuk etmekteydi. Nâzım Hikmet’in atom bombasını teşhir eden ‘Kız Çocuğu’ şiiri Erdoğan’ın yardımına yetişmişti: “‘Çalıyorum kapınızı/ Teyze, amca bir imza ver/ Çocuklar öldürülmesin / Şeker de yiyebilsinler.” Okuduğu şiirin üstüne Erdoğan şu temenniyi paylaşmıştı: “Evet çocuklar öldürülmesin. Büyüklerin yol açtığı savaşların faturası çocuklara kesilmesin.”
Balistik füzelere, nükleer silahlanmaya ve militarizme karşı çıkmanın prim yaptığı yıllardı. Ve ortada henüz “F-35 mi, S-400 mü” pazarlıkları yoktu.
***
Türk sağının hep ‘vatan haini’ diye damgaladığı Nâzım Hikmet, bu kez AK Parti hakkında açılan kapatma davasında yardıma çağrılmıştı(!) Dönemin parti sözcülerinden Cemil Çiçek Anayasa Mahkemesinde yaptığı sözlü savunmada, yasakların anlamsızlığına dikkat çekmek için “Nâzım Hikmet” ve “AB” örneklerini vermişti.
***
AKP iktidarı tam 6.5 yılı geride bırakmıştı. Erdoğan ve partisi, istediği yasal düzenlemeleri Meclisten geçirmek için muhalefete yüklenmekteydi. Yine Nâzım Hikmet’in dizeleriyle tabii:
“Bakın Nâzım Hikmet ne güzel söylemiş… Ben yanmazsam / sen yanmazsan / nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa… Yıllar boyunca bu söz, adeta bir slogan gibi tekrarlandı durdu. Elbette ki yanacağız. Yandım, piştim, oldum var ya… İşte o… Başka türlü olmaz…”
***
Hedefe ulaşmak için de olsa; bağra taş basıp Nâzım’dan dizeler okumak muhafazakar-sağ bir parti için öyle kolay değildi. Olmadı da. AKP iktidarının 10’uncu yılında, partinin Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ’ın yayımladığı kitap adeta ayağa dolanacaktı. “Vakitsiz Yazılar” isimli kitap Nâzım Hikmet’e ağır sözler sarf etmekteydi: “Nâzım Hikmet’in naaşı Kurtuluş Savaşı topraklarını kirletir.” Üstelik Nâzım “vatanın ve dinin düşmanı”, “ahlaki yapısı tartışmalı” ve “komünistliğin sergerdesi” olarak nitelenmekteydi. Özdağ, Nâzım Hikmet’in vatandaşlığa iadesini gündeme getiren Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a da sert sözler söylemişti.
***
AKP bünyesel olarak Nâzım Hikmet’le doku uyuşmazlığı (karşıtlığı) içinde olsa da, Erdoğan siyasal pragmatizmden ödün vermiyordu: “Peki şimdi soruyorum; Nâzım Hikmet’i sürgüne gönderen orada ölmesine neden olan kim? CHP. Peki Nâzım Hikmet’e vatandaşlığını geri veren kim? AKP.”
Erdoğan, 2014’teki Antalya mitinginde CHP’ye Nâzım Hikmet ve Dersim üzerinden böyle yüklenmişti. Elbette bu sözler 31 Mart 2019 seçimlerinden çok önce söylenmişti. Ve Dersim’de belediyenin tabelasının değişmesi henüz engellenmemişti. Nâzım Hikmet’in yurt dışına çıkmak zorunda bırakılmasında ise DP iktidarının baskıları hatırlanmayacaktı bile.
***
“Stratejik Derinlik” kitabıyla parlatılan Davutoğlu, Nâzım’a sarılan bir diğer AKP’li Başbakan olacaktı. Türk-Japon yapımı “Ertuğrul 1890” adlı filmin galası, şüphe yok ki onun agresif ve pro-aktif dış siyaseti için bulunmaz bir fırsattı. Başbakan galada yaptığı konuşmada, Nâzım Hikmet’ten dizeler okudu: “Hiroşima’da öleli / Oluyor bir 10 yıl kadar / 7 yaşında bir kızım / Büyümez ölü çocuklar.”
Davutoğlu, yeni-Osmanlıcılığın gücüyle ve emperyalizmle yeni ittifaklar tazeleyerek “yedi düvele” henüz meydan okumamıştı. Ve sonrasında yaşanacağı üzere; Ortadoğu’da duvara toslayan doktriniyle birlikte henüz yedek kulübesine alınmamıştı.
***
Yeni ve son Başbakan Binali Yıldırım da Nâzım şiirini kullanmaktan geri durmadı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Yenikapı mitinginde, (CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile birlikte) şairden dizeler okudu. Darbe girişiminin başarısız olması önemliydi. Ne var ki, sonrasında uygulanacak OHAL süreci ve kararnameler rejimi henüz muhalefetin üzerinden bir buldozer gibi geçmemişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Yıldırım’a üstün başarı nedeniyle Devlet Şeref Madalyası vermesi de yine bir Nâzım şiiriyle taçlanacaktı: “Namuslu bir kitap gibi güler / Alnımızın terini silersin / O gider, bu gider, şu gider/ Dostluk, sen yanı başımızda kalırsın..”
***
‘AKP’nin Nâzım’lı yıllarında’ Erdoğan’ın okuduğu en şaşırtıcı şiir şüphe yok ki ‘Güneşi İçenlerin Türküsü’ oldu: “Şair ne diyor: Sıçradık şimşekli rüzgarlara bindik /Süvariler kamçılıyor şaha kalkan atlarını/ Akın var akın güneşe akın / Güneşi, zaptedeceğiz güneşin zaptı yakın.”
Bu dizeleri 2018 yılında, partisinin İstanbul İl Başkanlığı İstişare ve Değerlendirme Toplantısında okudu Erdoğan. Lenin önderliğinde, Sovyet yönetiminde ve iç savaş yıllarında toprağa düşen kızıl bir süvarinin dövüşerek ölümünü anlatıyordu oysa şiir. Ama ne gam!
Erdoğan, tutuklanacak ve haklarında dava açılacak Boğaziçili öğrenciler için de henüz şu sözleri söylememişti: “O komünist, vatan haini, terörist gençlere okuma hakkı vermeyeceğiz.”
***
Hoş, bir yıl önce hem de Trabzon’da “Davet” şiirini okumuştu Erdoğan. Yine partisini motive etmeye çalıştığı bir toplantıda. Ne var ki “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan/Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim” dizeleriyle başlayan şiirin “Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim” bölümündeki “cehennem” kelimesi atlanmıştı.
Memleketin cenneti anlatılabilirdi belki ama yoksulluğu, ızdırabı, cehennemi anlatılamazdı(!)
***
Bütün bu Nâzım güzellemelerinin sonunda AKP’nin gerçek yüzünü ortaya koyan final Bursa’dan gelecekti. Öyle ki, 31 Mart 2019 seçimlerinde AKP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Alinur Aktaş, CHP’li rakibini eleştirirken Nâzım Hikmet, Uğur Mumcu, Türkan Saylan ve Bahriye Üçok’u ‘Devlete ve bayrağa savaş açmış, din ve diyanetle problemli adamlar’ diye niteleyecekti.
***
Acaba Nâzım bugün yaşasa bütün bu zırvalıklara nasıl yanıt verirdi? Bunu bilmemiz elbette mümkün değil. Ama onun yaşayan şiirleri bize bu konuda ipuçları verebilir. Yalan propagandalar hakkında hem okura, hem yazara, bilcümle usumuza bakın nasıl sesleniyor şair:
“İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.”
Ve 3 Haziran’a bir kez daha ağlayıp, onun anısı önünde saygı duruşuna kalkarak yazının finalini yapalım. Onun eşsiz şiiri “En Mühim Mesele” ile:
Aldanıp aldanmamak,
İşte mesele.
Aldanmazsak: varız!
Aldanırsak: yok!
03 Haziran 2019
https://www.evrensel.net/yazi/84085/isine-gelince-dunya-sairi-gelmeyince-vatan-ve-din-dusmani-n-zim