İstanbul’da gün ağarmadan yola çıkan işçi servisleri, ışıltılı caddelerin kenarından kendilerine bakan devasa billboardlarda bu aralar ilginç bir film afişi görüyorlar: “Irishman”.
Ne yazık ki sinemada gösterilecek ya da televizyonda izlenebilecek bir film değil bu. Sadece Netflix’te, yani paralı kanalda izlenebiliyor.
Irishman, “İrlandalı adam” anlamına geliyor. Film, İkinci Dünya Savaşına bir asker olarak katılan, savaştan sonra ise kamyonuyla taşımacılık işine giren İrlandalı bir adamın hikayesini anlatıyor. Irishman (Frank Sheeran) bir mafya organizatörüyle tanışınca bütün hayatı değişiyor. Yolsuzluk, tetikçilik, mafya ilişkileri sarmalında eli kana bulanan İrlandalı şoför, bir süre sonra kendini Kamyon Şoförleri Sendikasında karanlık bir tezgahın içinde buluyor. Onun tetikteki parmağı bu saatten sonra sendika genel başkanı Jimmy Hoffa için çalışmaya başlıyor.
1957 ile 1971 döneminde Kamyon Şoförleri Sendikasını yönetmiş olan Hoffa, hem Amerikan “derin devleti” hem de onunla iç içe geçmiş mafya bağlantıları sayesinde, yaklaşık 1.5 milyon üyesi olan sendikanın mutlak hakimiyeti haline geldi. Bu dönemde işçilerin emeklilik fonu ranta çevriliyor, devlet başkanlığına aday olan muhafazakar liderlerin kasasına 500 bin dolar rüşvet indiriliyor vs. 1975 yılında ortadan kaybolan, cesedi dahi bulunmayan Hoffa’nın yine bu karanlık ilişkiler içinde öldürüldüğü sanılıyor.
Yönetmenliğini Martin Scorsese’nin yaptığı, ilerlemiş yaşlarına rağmen Robert De Niro, Al Pacino ve Joe Pesci’nin olağanüstü işler çıkardığı 209 dakikalık bu film, izleyiciyi Amerikan tarihinde 40 yıllık bir kesite götürüyor. Irishman’e işletilen seri cinayetler etrafında gösterilen karanlık bir tarih bu.
***
Peki sendika, yolsuzluk, mafya, “derin devlet” bağlamında bizim memleketin tarihinde neler var? Belki de bunun için bir “Turkishman” filminin çekilmesi gerekiyor. Ya da Charles Brant’ın yaptığı gibi önce filme uyarlanacak bir romanın yazılması. Zira silahların çekildiği ve sendikacıların “kim vurdu”ya gittiği olaylar (Amerikan tarihi kadar olmasa da) bizde de az değil ve araştırılmaya muhtaç.
Çok uzağa gitmeden, sadece 2012’den bugüne sendikacı cinayeti ile sonuçlanmış başlıca haber ya da davalar bile bu konuda fikir verebilir:
– “İskenderun Demir Çelik fabrikasında (İSDEMİR), 40 yaşındaki İşçi Temsilcisi Osman Özdemir, (Hak-İş’e bağlı) Çelik-İş İskenderun Şube Sekreteri 53 yaşındaki Mustafa Özdemir’i tabancayla öldürüp, aynı silahla başına ateş ederek yaşamına son verdi. (Habertürk / 29-03-2012)
– “DİSK Lastik-İş Sendikası Genel Başkanı Abdullah Karacan, (Arifiye’de) fabrika bahçesindeki sendika temsilciliğine geldi. İşçilerin sorunlarını dinlemeye başladı. Bu sırada işçilerden Sedat U. (33), görüşmeye çağırıldı. İddiaya göre, fabrikadaki çalıştığı kısımdaki yeri değiştirilmek istenen Sedat U, Abdullah Karacan ile görüştüğü sırada öfkelendi. Sedat U. ile Lastik-İş Sendikasının Genel Başkanı Abdullah Karacan tartışmaya başladı. Sedat U, Karacan’ın belinde bulunan tabancayı çekip aldıktan sonra art arda ateşledi… Abdullah Karacan ile yanındaki İşyeri Temsilcisi Osman Bayraktar ve Lastik-İş Sendikası Sakarya Şube Başkanı Mustafa Sipahi, kanlar içinde yere yığıldı…” (Cumhuriyet / 13 Kasım 2018) Karacan ölmüş, Sedat U. gözaltına alınmıştı.
– “Türk- İş Eski Genel Sekreteri, Genel Maden İşçileri Sendikası Eski Genel Başkanı Şemsi Denizer’i öldüren Cengiz Balık, cezaevinden izinli çıkıp basın toplantısı düzenledi… Gazetecilerin, ‘Şemsi Denizer’i planlayarak mı öldürdün?’ şeklindeki soruya Balık, şöyle dedi: … Şemsi Denizer’e kardeşlik yaptım. Bu iş planlı olmadı. Planlı değil. Daha önceden tasarlanmış da değil… Kimse ‘bu olayı siyasidir’ demesin, bu işin polemiğine girmesin… Cengiz Balık, cezaevindeyken kurum emanet para hesabına yatırılanların listesini gazetecilere verdi. Yakınlarının da aralarında bulunduğu 140 ismin yer aldığı listede Alaattin Çakıcı’nın da farklı dönemlerde toplam 4 bin 500 lira para yatırdığı görüldü.” (Hürriyet /11-05-2015)
– “DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler 22 Temmuz 1980’de İstanbul’da evinin önünde öldürüldü. Cinayetle ilgili aranan Ünal Osmanağaoğlu yurt dışına kaçtı. 1992’de Türkiye’ye geldi, serbest kaldı. 1999’da hem bu cinayetten hem de 1978’de Ankara’da 7 Türkiye İşçi Partili öğrencinin öldürülmesi olayından tutuklandı. 3 kez beraat etti. Yargıtay 3 kez bu kararları bozdu. 2010’da dava zaman aşımından düştü. 2012’de cezaevinden çıkan Ünal Osmanağaoğlu 2014’te öldü. Danıştay, İçişleri ve Adalet bakanlıklarının failin yakalanması ve yargılanmasında özenli davranmaması nedeniyle tazminata hükmetti.” (NTV / 01-06-2018)
Kemal Türkler davası dışta tutulmak kaydıyla (çünkü onun siyasi bir cinayet olduğu aşikâr) bu tip olayları sendikalarda kişisel husumet, çekişme veya güç savaşı olarak tanımlayanlar da var elbette.
Fakat şu soruları da sormadan edemiyor insan: Sendikalarda bu kadar silah bu kadar kurşun ne geziyor, sendikacılar neden bellerinde silahlarla dolaşıyor? Racon, silahla hesaplaşma kültürü nereden besleniyor? İşçiler, işçi temsilcileri zora girdikleri yerde kendi örgütlü güçlerini harekete geçirmek yerine neden aynı hesaplaşma yöntemlerine meyletmek durumunda kalıyor? Bu tip cinayetlerde mafyatik ilişkiler nerede başlayıp nerede bitiyor? Katiller için basın açıklaması hürriyeti ya da zamanaşımı gibi koruyucu şemsiyeler nasıl hukuki zemin bulabiliyor? vesaire.
***
Sinema eleştirmeni arkadaşım Şenay Aydemir, Gazete Duvar’daki yazısında Irishman için şöyle demişti: “Belki bir başyapıt değil ama tam bir klasik!”
Tamamen katılıyorum. Bu klasik filmi imkan bulan her işçi ve emekçinin izlemesini temenni ediyorum. Keşke mücadeleci sendikacılar bir imkan bulup buna öncülük yapsa. Elbette Irishman’i izlerken Türkiye’deki sendikaların durumunu, sendikalara sirayet etmiş burjuva iş birlikçisi yapıları düşünerek izlemekte fayda var. Çünkü ülkemizde “soğuk savaş” döneminde sosyalizme karşı yapılandırılan işçi sendikaları uzun yıllar “Küçük Amerika” hayalinin içinde salınıp durdu. Ve ondan en lanet şeyleri öğrenerek bugünlere geldi.
Son söz: Sendikalarda olup biten karanlık işleri elbette işçilerin sorgulaması başka burjuvaların sorgulaması daha başkadır. Çünkü burjuva medya bunu yaparken, işçileri sendikalardan soğutmak ve bir emek örgütü olan sendikaları karalamak için yapar. İşçiler ise sendikaları sorgularken bunu sendikalardan kurtulmak için değil; sendikaların başına çöreklenmiş çıkar gruplarından, ihanet şebekelerinden kurtulmak için yapmalıdır.
16 Aralık 2019