İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza, halkın seçme ve seçilme iradesine vurulan darbelerden biriydi. İktidarı kaybetmemek için her şeyi göze alan hükümet vites artırdı ve İBB hakkında “terör dosyası” açtı. Kürt kentlerinden sonra İstanbul’un tepesinde kayyum kılıcı sallanıyor.
Peki, ne yapmalı?
Şu ana kadar ortaya konan pratik, daha “Ne yapmalı?” sorusuna gelmeden “Ne yapmamalı?” sorusuna cevap oldu. Geniş bir halk hareketiyle bu saldırıyı boşa çıkarmak mümkün olduğu halde, süreç altılı masanın iç hesaplaşmalarına, adaylık tartışmalarına kurban edildi. Sandık bazlı burjuva siyasetin aciz görünümlerinden biridir bu. Geniş toplumsal muhalefetle halk iradesini meydanlara dökmek varken, “mağduriyetin” sandığa yansıtacağı avantajlar öne alınarak adeta frene basıldı. Israrla, “Bu işi altılı masa mitingleriyle sınırlamayın” denmesine rağmen altılı masa mitingiyle Saraçhane’deki eylemler sonlandırıldı.
Oysa EMEP 15 Aralık’ta şu çağrıyı yapmıştı: “Tek adam yönetimi gönderilecekse; bu sadece seçim günü değil, bugünden örgütlenecek mücadele birliğiyle sağlanabilir. Önceki saldırı dalgasının bir parçası ve devamı olan İmamoğlu hakkında verilen siyasi karar değiştirilmelidir. Ne var ki bu sadece altı partiyle, Millet İttifakı mitinglerine sıkışmış protestolarla mümkün değildir. Bunun için acilen tüm emek, demokrasi ve halk güçlerini kapsayacak bir mücadele platformunda birlikte yürümeliyiz…”
Millet İttifakı mitinginin ardından CHP ve İBB yönetiminden ne Emek ve Özgürlük İttifakına ne Sosyalist Güç Birliğine ne de sol demokratik ilerici çevrelere bir toplantı çağrısı geldi. Kaldı ki bu çağrının tüm sendikal çevreleri ve demokratik kitle örgütlerini de kapsaması gerekirdi.
Kürt kentlerinde, Boğaziçi Üniversitesinde ya da İBB’de fark etmez; halk iradesine indirilen darbelere karşı birlikte hareket edilmelidir. Ayrı politik çizgilerde olmak, ayrı ittifak anlayışlarına sahip olmak buna engel olmamalı. “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” programının bir burjuva restorasyon projesi olduğu bize göre açıktır ve Millet İttifakı ile yollarımız ayrıdır. Buna karşın tek adam yönetiminin planlı saldırıları ve irade gasbı karşısında halkın birleşik mücadelesi için ortak platformlar açmak gerekir. Olmayan, olması için eleştirdiğimiz konu budur.
Peki, birleşik halk hareketiyle saldırılara cevap verilmediğinde ne olur? Tek adam iktidarının “böl-parçala-ez-yönet” taktiği önümüzdeki kritik aylarda müspet sonuçlar alır ve gericilik egemenliğini bir kez daha tahkim etmiş olur.
Halk iradesinin gasbı kime yönelirse yönelsin, tutarlı demokratik tavır yanında durmayı gerektirir. İmamoğlu kararının açıklandığı gün yanında durmak kadar, örneğin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eş başkanlarının yanında durmak da aynı kapsamdadır. Geçtiğimiz hafta tutuklu Belediye Eş Başkanı Dr. Selçuk Mızraklı’nın ailesini ziyaret ettim. İfade etmek gerekir ki daha bölge illerine kayyumlar atanırken ve belediye başkanları kumpas davalarla “terör listeleri”ne alınırken tavır koymak gerekirdi. Ama batıdan, batıdaki belediye yönetimlerinden sembolik açıklamaların ötesinde gerekli demokratik tepki gelmedi. Mızraklı ailesini ziyaretimiz sırasında söyledim, bir daha söyleyeyim: İstanbul, yanına Diyarbakır’ı almadan bu kuşatmayı kıramaz. “Kürtler sadece bize oy versinler, saldırıya da uğrasak aman HDP’liler yanımızda görünmesinler” mantığıyla bu karanlık aşılmaz.
Kritik seçimlere giderken, AKP toplumsal muhalefeti “terör torbası”na doldurarak yol temizliği gayretinde. DBP eş genel başkanının tutuklandığı siyasi operasyona TTB Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklu yargılandığı dava ekleniyor. Yetmiyor TTB Merkez Konsey üyelerine dava açılıyor. TTB, TMMOB ve barolara yönelik yapısal müdahalede son hazırlıklara gelindi. HDP’nin kapatılması, HDP’lilere siyasi yasak ve finansmana el koyma gündemi, İBB’deki “terör soruşturması”yla aynı süreçte ilerliyor. Bu zincire muhalif diğer belediyelerin eklenmesi işten bile değil. Milletvekilleri için düzenlenen fezlekeler de Demokles’in kılıcı gibi tepede sallanıyor. Tek merkezden ve topyekun yapılan tüm bu saldırıları boşa çıkaracak ve püskürtecek şey ise birleşik bir halk hareketi. Bu gerçeği göremeyenler, tek adam hükümetinin gidişini en fazla rüyalarında görürler.
Bugün İmamoğlu’nun demokratik siyaset hakkını savunmak ne ise Demirtaş’ın siyaset hakkını savunmak da odur. Selahattin Demirtaş ve diğer tutuklu milletvekilleri, cezaevlerindeki belediye başkanları özgür olmadan, en azından onların özgürlüğü savunulmadan demokratik bir seçim ortamından söz edilemez. Sandık ve seçim güvenliği sadece teknik bir konu değildir. Bunun için demokratik siyaset üzerindeki her türden vesayete de karşı çıkmak gerekir.
Toplumun öne çıkan temel taleplerinden biri adalettir. Roboskî’den Şenyaşar ailesine, Gezi aileleri ve tutuklularından 10 Ekim ve Suruç ailelerine, yine Soma, Ermenek, Zonguldak ve Amasra’da madenci ailelerine kadar adalet mücadelesi birleştirilmek zorunda. Adalet mücadelesi tek adam yönetimine karşı demokrasi ve değişim mücadelesinin de temel taşlarından biridir. Çıkarcı burjuva politik saiklerle adalet mücadelesine mesafeli durmayı süreç asla affetmez. Zira adalet mücadelesi ülkenin kaderinin değişmesinde siyasal bir sorun haline gelmiştir.
Tek adam yönetimi ve arkasındaki sermaye güçlerinin bu kadar fütursuzca saldırması, onların gücüne değil güçsüzlüğüne işarettir. Ekonomik gidişat, emekçi halkın hızla yoksullaşması kitlelerdeki hoşnutsuzluğu arttırıyor. Dolayısıyla, İBB örneğinde olduğu gibi halkın iradesine ipotek konulmasına karşı mücadele, emekçi kitlelerin ekmek ve özgürlük mücadelesiyle birleşmek zorunda. Fakat örneğin Bekaert metal işçilerine konan grev yasağı karşısında aynı duyarlılığı göremedik. Oysa İBB üzerindeki kuşatma ve belediyelere uygulanan kayyum ne ise işçi grevlerinin yasaklanması da vesayet rejiminin bir başka yüzüdür. Saldırılar ancak ortak mücadeleyle püskürtülebilir. Bekaert işçileri fiili grev yaparak yasaklar karşısında adeta buzkıran gemisi oldular. İzlenecek yol, birleşik halde ve bu türden fiili mücadelelerin topyekun yükseltileceği yoldur.
1930-40’ların Alman papazını hatırlayalım. Şöyle diyordu papaz: “Önce Yahudileri götürdüler, ses çıkarmadım. Sonra komünistleri, sosyalistleri, Çingeneleri. Yine ses çıkarmadım. Sıra bana geldiğinde ses çıkaracak kimse kalmamıştı!” Bugün Kürtlere, demokratik güçlere ve işçi sınıfına yönelen saldırılara ses çıkarmayanların benzer akıbete uğramayacaklarını kim garanti edebilir?
2023’ü kazanabiliriz. Fakat işçi sınıfı ve halk hareketini yok sayarak, siyasal değişimi masalara ve “Başkan adayı kim olacak?” tartışmasına boğarak 2023 kazanılamaz. Tek adam yönetimini, her türden vesayeti ve başkanlık koltuğunu tozlu raflara kaldıracak olan temel dinamik birleşik halk hareketidir.