8 Mayıs 1945’te Berlin düştü, Hitler orduları yenilgi anlaşmasını imzaladı. Böylece Avrupa ve dünya faşizm dehşetinden kurtuldu. Yahudilerin, Çingenelerin, yabancıların, sosyalistlerin, muhaliflerin milyonlar halinde katledildiği o kara tarih geride kaldı. Her yıl “Faşizme Karşı Zafer Günü” bu nedenle kutlanır.
Faşizmin geride kalması onun yok olduğu anlamına gelmez. Kapitalizm yok olmadığı sürece faşizm tehlikesi her zaman vardır. En kanlı devlet terör sistemi olarak faşizm, kapitalist kriz dönemlerinde uç verir. Düzeni sürdürmek için kimi zaman liberal restorasyon kimi zaman da faşist devlet sistemine ihtiyaç duyulur. Şiddet ve zoru esas alan faşist yönetimler, patron örgütlerinin, tekellerin emrinde çalışır. Bunun için önce propaganda temeli örülür. Faşist propagandanın amacı işçilerin birliğini parçalamaktır. İşçilerin ve yoksul halkın talepleri kurnazca istismar edilir. Faşist ideoloji kitle desteği sağlamak için demokrasi güçleri arasında da kafa karışıklığı yaratır. Faşist propaganda aygıtları halkın birikmiş öfkesini, taleplerini kullanmaya başlar. Yabancı düşmanlığı, göçmen düşmanlığı en klasik faşist propaganda yöntemlerinden biridir. Böylece işçileri sefalete sürükleyen patron kulüpleri aklanır. Ekonomik krizin, yoksulluğun suçu göçmenlerin, sığınmacıların üzerine yıkılır.
Faşist parti ve ideolojiler kanlı geçmişe sahiptir. O nedenle “faşist” ismiyle ortaya çıkmazlar. Savundukları düşünceye “faşizm” demezler. Hatta savunduklarına faşizm denmesini hakaret sayarlar. Irkçılık ve yabancı düşmanlığını sistematik olarak yapan parti, grup ya da oluşumlar, bunu “ulusun çıkarı” için yaptıklarını söylerler. Çember genişlediğinde sosyalistler, muhalif gazeteci ve akademisyenler, Kürtler, Aleviler, Ermeniler ulusun karşısında birer “tehdit” olarak hedefe konurlar.
Faşist politika bir zehir gibidir. Suya karıştırılmış zehir nasıl gözle görülmez ve içeni felç ederse o da hasmını öyle felç eder. Sonra, hasmını taraftar haline getirerek yönetmeye başlar. Nasyonalizm böyle bir şeydi. Hitler ve Propaganda Bakanı Goebbels, kitlelerin karşısına “nasyonal sosyalizm” diye çıktılar. Yani milliyetçi sosyalizm. İşçi sınıfının kapitalizme duyduğu öfkeyi ve sosyalizme olan ilgiyi böyle yedeklediler. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi ilk seçimlerde başarılı olamadı. 1928 seçimlerinde yüzde 2.5’te kaldı. Ama ekonomik kriz buhrana dönüştüğünde durum değişti. Hinderburg’un da önünü açmasıyla Hitler’in partisi iktidara yürüdü. 1932 seçimlerinde yüzde 37.3’le en büyük parti haline geldi.
Popüler adıyla “aşırı sağ”, bilindik adıyla faşist parti ve akımlar bugün de yükselişteler. Hem dünyada hem Türkiye’de. Yeni tehlike neonasyonalizmdir. Yüksek enflasyon, derin yoksulluk ve zam yağmuru altındaki emekçi kitleler yeniden kara çemberin içine çekilmek isteniyor. Eski düzenin devamı için liberal arayışlar kadar faşist arayışlar da gündemde. Burjuva muhalif partiler bir yandan yoksulluğa karşı mücadeleyi frenliyor. Diğer yandan öfkeyi en kolay yere, en alttakilere, mültecilere yönlendiriyor. Sağcısından “sol”cusuna, muhafazakarından seküler olanına kadar düzen partileri burada ortak ve büyük bir gri alan yarattılar. Her şey seçimler ve kutsal sandık için! En uzlaştıkları mesele ise mültecilerin hedefe konması. Zafer Partisi gibi uç ve radikal çıkışlar dahi hoşgörüyle karşılanıyor. Kararlı ve tutarlı olmayan “sol” hızla sağcılaşıyor. Neonasyonal rüzgar sol/sosyalist, demokrat, ilerici güçleri de kuşatmak istiyor. Bu rüzgarın “sol”daki en büyük etki alanı ise sosyal demokrat taban. Çünkü yöneticiler bu rüzgara prim veriyor, nemalanmaya çalışıyor. İçlerinde itiraz eden isimler siyasal lincin ortasında bırakılıyor.
Neonasyonalizmin kalemşoru gibi çalışan sözde “sol”cular, “ulusalcılar” medya ve sosyal medya üzerinden sosyalistlere de saldırmaya başladılar. İddiaları özetle şu şekilde: “Sosyalistler romantik, gerçekleri görmüyor. Sosyalistler ABD-AKP yapımı Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) alet oluyorlar. Göç dalgasıyla Türkiye selefist ülke haline geliyor, Türklerin demografik yapısı değişiyor.”
Sosyalistlerin romantik olduğu falan yok. Gerçekleri görmeyenler, şoven propaganda ile kol kola yürüyerek gerçekleri çarpıtanlar aslında bu iddiaların sahipleri. Sosyalistler, örneğin EMEP, AKP’nin göç politikasını yerden yere vururken bunların gıkı çıkmadı. Mülteci pazarlığı üzerinden AB ile imzalanan Geri Kabul Anlaşması’nı ilk ifşa edenler sosyalistlerdi. Bu gerici anlaşmaya karşı İzmir’de İstanbul’da eylemler yapılırken bunları gören yoktu. Pazarkule’de sığınmacılar üzerinden muharebe yapan AB ve AKP’nin politikalarına karşı çıkanlar, Trakya’dan ses çıkaranlar yine sosyalistler, dost örgütler, akademisyenler ve hak savunucularıydı. Bu kara çalıcıların esamesi bile okunmadı. Kapitalizmin küresel göç stratejisini açığa çıkaran, AB Göç ve İltica Paktı’nı ilk ortaya çıkaranlar kimlerdi? Elbette biz sosyalistler. O pakt ki, Türkiye’yi hem göçmen deposu yapıyor hem de kalifiye göçmen işçi yetiştirme merkezi haline getiriyor.
Sınır boylarında rüşvet mekanizmasının açığa çıkarılması için kamu görevlilerinin mal bildiriminde bulunması gerektiğini bizler gündeme getirdik. Göçmen tacirlerine, insan kaçakçılarına yönelik cezasızlık politikasına son verilmesine biz sosyalistler dikkat çektik.
Soruyoruz: AKP eliyle yapılan “Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkındaki Kanun” düzenlemesinde tehlikeye ilk kim işaret etti? Yine bizler, yani o sevmedikleri sosyalistler. O kanun ki, çalışma izni başvuru hakkını patronlara vererek göçmen işçileri modern köleler haline getiriyor. Bu sayededir ki, sadece 38 bin Suriyeli çalışma iznine sahipken 2 milyon mülteci/göçmen işçi sigortasız ve kayıt dışı çalıştırılıyor. Türkiye’de, Almanya’da ve dünyanın her yanında, yerli-göçmen ayrımı yapmadan işçileri kapitalist düzene karşı ortak mücadeleye çağıran, örgütleyenler de sosyalistlerdir. Çünkü sosyalizm ırk, din, dil ayrımı yapmaz. Dünyanın bütün işçileri birleşiniz, der.
Biz sosyalistler diyoruz ki; AKP’nin göç politikası hem halkımızı hem de 10 yıldır Suriyeli sığınmacıları/mültecileri mağdur etti. Çünkü AKP hükümeti, göçü yeni Osmanlıcı hayallerin aracı olarak kullanıyor. Ucuz iş gücü olarak görüyor. Bizim ne söylediğimiz bellidir, nettir. Büyük Ortadoğu Planı’na gelince… AKP hükümeti Suriye, Afganistan, Libya için savaş tezkerelerini gündeme getirdiğinde, insanları yerinden yurdundan eden, halkları mülteci durumuna düşüren bu savaş tezkerelerine ilk karşı çıkanlar sosyalistler oldular. Sosyalistlerle omuz omuza yürüyen demokrasi ve barış güçlerini de unutmayız elbette. O dönemde savaş tezkerelerini hararetle alkışlayanlar bugün kalkıp “BOP planı” zırvalarıyla sosyalistlere çamur atmaya kalkıyorlar. Ama yalanları işte buraya kadar!
Demografi deyince bu ülkede yaşayan Kürtleri, azınlıkları ağzına bile almayan bu zevatın, mültecileri hedef göstererek, “Türkler Araplaştırılıyor, Türklerin demografik yapısı değiştiriliyor” propagandası da tam bir ikiyüzlülük.
Sonuç olarak, göç ve mülteciler konusu sadece insanlığa karşı bir görev değil; emperyalizme, tek adam yönetimine ve düzen muhalefetine karşı mücadelenin de bir konusudur. Çözümsüz değiliz. Çözüm önerimiz devrimcidir, sınıf perspektiflidir, külliyatımızda mevcuttur. İsteyen açıp bakabilir. Neonasyonal rüzgar karşısında en küçük tereddüde mahal yok. Şoven dalgaya prim yok. Emek, demokrasi, özgürlük güçleriyle el ele, göç alanında da ortak mücadeleyi örgütleyeceğiz.
10 Mayıs 2022
https://www.evrensel.net/yazi/90894/gocmenler-sosyalistler-ve-neonasyonalciler