Ülkemizde yaygın ama yanlış bilinen bir görüş, Filistinlilerin yaşadığı zulmün İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’dan Filistin topraklarına getirilen Yahudi mültecilerle başladığı görüşüdür. Oysa Filistin topraklarında daha önce de Yahudi nüfus vardı. İlk çete oluşumları ve katliamlar İngiliz emperyalizmi himayesinde gerçekleşti.
1916 Sykes-Picot Anlaşması ile Ortadoğu’nun haritası yeniden çizildi. Cetveli elinde tutanlar emperyalistlerdi. 1917’den itibaren bölgede siyonist bir devlet inşa etme fikri örgütlendi. İkinci Dünya Savaşıyla birlikte İngiltere ve Fransa Ortadoğu’da güç kaybetti. Batı kapitalist blok içinde hakimiyet ABD’nin eline geçti. ABD Ortadoğu’ya barış getirmediği gibi ezilen ulus ve halklara özgürlük de getirmedi. Amerikan pragmatizmiyle malul Wilson prensipleri, Filistin halkının ulusal haklarını yok saymak için kullanıldı. 1948’de kurulan İsrail devleti ABD’nin jandarma karakolu olacaktı.
Yahudi sermayesi, dinci fanatizm ve ırkçılığın iç içe geçtiği yayılmacı siyonist politika ile ABD emperyalizmi artık stratejik ortaktı. Avrupa’da faşizmden kaçan Yahudi mülteciler siyonizmin demografik dayanağı yapılmaya çalışıldı. Filistinlilerin çoğu yerinden sürülerek mülteci durumuna düştü. Arap, Yahudi, Ermeni, Hristiyan vd. halklar birbirine düşman edildi. Amaç bölgedeki petrol, pazar ve askeri hakimiyet alanlarının ele geçirilmesiydi.
Ülkemizde bilinen bir diğer yanlış görüş, “Filistinlilerin güvenilmez bir halk olduğu ve topraklarını siyonistlere sattığı” şeklindedir. Emperyalizmin bölgede uyguladığı “böl-parçala-yönet” politikaları görülmediği için durum böyledir. Bir yanda işgal ve sistematik devlet terörü, diğer yanda abluka, sürgün ve yurdundan edilmiş ezilen bir halk gerçeği. İşte bütün bu olgular yan yana getirilmediğinde ve mesele sadece “Evini satmaya zorlanan insanlar”a indirgendiğinde, gerçeklik yerini algı yöneten tehlikeli bir yalana bırakıyor.
Filistin davasını desteklerken yapılacak en tehlikeli tartışma, hangi halkın ne kadar üstün ya da “soysuz” olduğu şeklindeki tartışmadır. Tam aksine, yapılması gereken, emperyalizme ve siyonist burjuva gericiliğe karşı halkların ortak tutum almasını sağlamaktır. İsrail devletinin işgalci zulmüne karşı sonuna kadar Filistin halkının yanındayız. Ama Filistinli ya da Yahudi halkını aşağılamak gibi her türden şoven savrulmaya da karşıyız.
Filistin halkına destek verirken, Türkiye’de bulunan 4 milyon Suriyeli mülteciyi aşağılamak da bir başka tutarsızlıktır. Zira Filistin davası, çeşitli ülkelere dağılmış 5.2 milyon Filistinli mülteciden bağımsız ele alınamaz. Filistin’in gözyaşları bugün sadece patlayan bombalar, parçalanan bedenler, çöken binalarla sınırlı değildir. Aynı zamanda hep kanlı, hiç durmadan akan ve maalesef kuşaktan kuşağa devrolan “vatansızların” gözyaşıdır.
1948’de İsrail devleti kurulurken en az 700 bin mülteci yerinden edildi. 1967’de Batı Şeria ve Gazze Şeridi işgal edildi, Filistinli mültecilere 300 bin kişi daha eklendi. BM Genel Kurulunda kabul edilen 194 sayılı karar, evlerine geri dönmek isteyen mültecilere izin verdi. Dönmeyi tercih etmeyenlere ise tazminat vadedildi. Ama bu haklar kağıt üzerinde kaldı, BM kararı Filistinlileri mülksüzleştirmek için kullanıldı.
Bugün 2 milyon Filistinli kendi topraklarında mülteci durumunda! Evlerine 100 kilometre uzakta yaşamak zorundalar. Gazze yıllardır kuşatma altında. Mısır sınır kapısı kapatıldı, geçiş tünelleri yok edildi. Dünyanın en yüksek işsizlik oranlarından biri de Filistin’de. Haliyle emek ucuz. Kentleri kana bulayan siyonist rejim, İsrail’de çalışan 130 bin Filistinli işçiye kovid-19 aşısı yaptırmak zorunda kaldı.
Gelelim Ürdün’e. Buradaki Filistinli mülteci sayısı 2 milyonu aştı. 10 mülteci kampında 400 bin mülteci yaşıyor. Elbette hepsi yoksul. Filistinlilerin çoğu geçici pasaportla yaşıyor. Çalışma, mülk edinme, sağlık ve eğitime erişim büyük sorun.
Lübnan’da ise 400 bin civarında Filistinli mülteci yaşıyor. Ülkede doğan Filistinli mülteciler vatandaş olamıyor. Vatansız doğan yeni bir jenerasyon söz konusu. Mülk edinme, miras bırakma hakkı olmadığı gibi tam 39 mesleğin icrası Filistinlilere yasak.
Ve Suriye… Burada da 500 binden fazla Filistinli mülteci yaşıyor. Tamamı insani yardıma muhtaç. 2011’de Suriye’de patlak veren savaş Filistinli mültecileri de vurdu. Yani bugün Türkiye’ye sığınan Suriyeliler yıllarca Filistinli mültecilerle yaşadı.
Filistinliler bugün farklı ülkelerde bulunan 60’a yakın mülteci kampında yaşıyor. Koşullar insani değil. Üstelik her siyasi krizde mülteci kampları hedef oluyor. 1982’de yapılan Sabra ve Şatilla katliamları en korkunç olanıydı. “Kasap” ünvanlı Savunma Bakanı Ariel Şaron, Hristiyan falanjistlerle birlikte burada 3 bin Filistinliyi katletti. En son Şati Mülteci Kampı’nda 10 mülteci katledildi.
Filistinli şair Mahmud Derviş “Sürgünden Mektup” başlıklı şiirinde Filistinli mültecilerin ortak ıstırabını şöyle dile getirir:
“Annem, babam, kardeşlerim, dostlarım,
belki hayattasınız,
belki ölü.
Belki de nerede olduğunuz belli değil,
benim gibi.
İnsanın ne değeri olabilir;
evsiz barksız,
yersiz yurtsuz,
bayraksız,
ne değeri?”
Unutmayın; her nerede bir mülteci görürseniz, onun portresinde yakılmış, yıkılmış bir ülke ve esaret altında tutulan bir halk görürsünüz. Mazlum bir halkı sevmek, onun diğer yarısı olan mültecileri sevmeyi de gerektirir.
5.2 milyon Filistinli mülteciye yenileri eklenmesin,
Ve bir tek Filistinli dahi evinden, yurdundan uzak yaşamasın diye,
Şimdi Filistin halkıyla dayanışma zamanı.
17 Mayıs 2021
https://www.evrensel.net/yazi/88738/filistinin-diger-yarisi-filistinli-multeciler