Sene 1998… Yer Adana.
Ambar ve taşıma işçileri sendika istiyor. Berbat çalışma koşullarından kurtulmak için TÜMTİS’e üye olacaklar. Ama ortada ciddi bir sorun var: işçilerin sigortası yok! Öyle ki, içlerinde 5 yıl hatta 10 yıl çalıştığı halde bir tek gün sigortası yatmamış işçiler var. Bu durumda işçilerin sendikaya üye olması yasal olarak mümkün değil. Kısacası, sendika için önce sigorta girişi şart.
Sendikacılar soruyor: “Bunca yıl neden sigorta girişi yaptırmadınız?”
İşçilerin yanıtı şu oluyor: “Abi valla patrona söyledik; eşeğin sigortası mı olur diye bize bağırdı.”
Öyle hiç kendinizi üzmeyin…
Çünkü bu hikâyenin sonu tatlı bitti. İşçiler bütün engelleri aşarak işyerine sendikayı soktular. Yasal mevzuatı aşmak için sendikacıların bulduğu yöntem ise muazzamdı: Sendika üyelik formundaki sigorta sicil numarası bölümüne uyduruktan rakamlar yazılmış, noter de bunu tasdiklemiş.
O dönemde sendika üyeliği noter şartına bağlıydı. Bu elbette sendikalaşmanın önünde engeldi. Ama ambar işçileri bu durumu kendi lehlerine çevirmeyi başarmışlardı. Şöyle ki; noterle gelen (ve sahte sigorta girişli olan) üyelik belgelerine patronların itiraz etmesi öyle kolay değildi. Çünkü birbirine şahitlik eden işçiler, o işyerinde kaç yıl çalıştıklarını tescil edebilir, patronları ağır para cezaları ile yüz yüze bırakabilir hatta işyerinin kapanmasına bile neden olabilirlerdi.
İşçilerin yaptığı direnişler ve iş bırakmalar da buna eklenince nihayet o güzel final gerçekleşti: “Eşeğin sigortası mı olur?” diye höyküren patronlar, işçilerin elini sıkmak zorunda kaldı. Elbette hayatlarında hiç unutamayacakları bir ‘medeniyet dersi’ alarak.
***
Bu hikâyeyi niye anlattım?
“Suriyeli işçinin sigortası mı olur?” diye höyküren ve mültecileri yıllarca kayıt dışı çalıştıran günümüz patronları için.
Bakın…
Bugün Türkiye’de yaşayan 4 milyon Suriyelinin 1.4 milyonu işçi konumunda. Ama bunların neredeyse yüzde 99’u sigortasız! “Yabancı işçiler için Çalışma Kanunu” da işe yaramış değil. Çünkü sigortası yapılan mülteci/göçmen işçi sayısı sadece 50 bin civarında.
Hazır yeri gelmişken sizinle bir gözlemimi paylaşayım…
İsteyen gidip bakabilir: İstanbul’da Habipler ile Demirkapı yolunda her sabah binlerce göçmen işçi akar. Varmak istedikleri hedef Eski Edirne Asfaltı üzerindeki sanayi siteleridir. Tramvaylarla, otobüslerle, minibüslerle değil ama “tabanvaylar”la!
Kilometrelerce yürür Afganistanlı, Pakistanlı, Suriyeli, Afrikalı işçiler. Çünkü evlerinde çocukları aç beklerken yahut ülkelerinde aileleri üç kuruşa muhtaçken yola verilecek para lükstür onlar için. Ve istisnasız hepsi kayıt dışı ve sigortasız çalışan/çalıştırılan işçilerdir.
Şimdi soru şu…
Türkiye’de bugüne kadar (tam 8 yıldır) sigortasız, tazminatsız çalıştırılan mülteci işçilerin gasp edilen hakları ne olacak?
Yenmiş, iç edilmiş kıdem haklarının, ihbar tazminatlarının, emeklilik hakkının üzerine bir bardak su mu içilecek?
Şöyle bir düşünün…
Aynı işyerinde, bir Suriyeli işçi ile bir Türk işçi yıllarca birlikte çalışsın. Türk işçinin sigorta primi yatarken Suriyeli işçiye hiç yatırılmasın. (Ki sigortası yatırılmayan Türkiyeli işçiler de az değil) Bu durumda bütün hakları gasp edilmiş Suriyeli işçi için iş hukuku ne der? Hangi hakları tanır? Müktesep yani kazanılmış haklar geriye doğru işletilebilir mi? Nasıl işler?
Yine örneğin iş kazalarında ya da iş cinayetlerinde ölen, yaralanan mülteci/göçmen işçilerin geride kalan hakları nedir/nelerdir?
Bir biçimde ülkesine dönmüş ya da dönecek olan Suriyeli emekçilerin Türkiye’de iç edilmiş hakları ne olacak? Dava konusu mu olacak yoksa üzerine sünger mi çekilecek?
Naçizane çağrım…
Safını emekten ve işçi sınıfından yana belirlemiş avukatlar bu konuyu gündem yapsınlar. Mümkünse emsal davalar açsınlar.
Emekçinin haklarını dert edinen milletvekilleri konuyu Meclis gündemine taşısınlar.
Dil, dil, ırk, yerli-yabancı ayrımını bir kenara bırakan sendikalar mülteci işçilerin göz göre göre gasp edilen haklarını mücadele konusu etsinler.
***
Kıssadan hisse…
“Eşeğin sigortası mı olur” diyenlerle Suriyeli işçilerin haklarını iç edenler aynı sınıfın evlatları: yani acımasız patron takımının, kayıt dışı sömürüyle palazlanan burjuvaların.
Şüphe yok ki birinciler kadar ikincilerin de bugün esaslı bir ‘medeniyet dersi’ne ihtiyacı var. Bu dersi verecek olanlar ise kol kola girmesi gereken yerli, mülteci, göçmen işçiler.
İSTANBUL’DAKİ OPERASYONLAR
Son 10 gündür İstanbul’da mültecilere operasyon üzerine operasyon yapılıyor. Mülteciler il dışı ve sınır dışı edilme korkusu ile evlere, atölyelere kapandı. Elbette kimliksiz yaşayan mültecilerin kayıt altına alınmasında ve kaçak yoldan işçi çalıştırmanın önüne geçilmesinde bir tuhaflık yok.
Ancak sorun şu…
Büyük kentlere gelen mülteciler daha çok çalışmak için geldiler ve ailelerini geçindirmek zorundalar. Dolayısıyla “mülteci statüsü” tanınmadan, temel yaşamsal ihtiyaçları çözülmeden yapılacak her operasyon, mültecileri daha çok korsan çalışmaya ve daha fazla suç şebekelerinin ağına itecektir. Aradan geçen 8 yılda son derece karmaşık hale gelen bu sorun, sadece basit operasyonel metotlarla ve sosyal çözüm yolları -örneğin en temel hak olan sigortalı çalışma hakkı- geliştirilmeden çözülemez. Böylesi bir uygulama her iki toplum için de yarardan çok zarar getirir.
22 Temmuz 2019
https://www.evrensel.net/yazi/84403/esegin-sigortasi-mi-olur