Türkiye Milli Talebe Federasyonunun (TMTF) yayın organı Devrim Gençliği, 1 Şubat 1965 günlü sayısında şu yazılara yer vermişti: “Toprak reformu”, “Türk-Sovyet İlişkileri”, “Türkiye’de Petrol Sorunu”, “İran”, “Demirel ve Ötesi”, “İrtica”, “Afrika Devrimi”, “Vietnam”, “Özel Sektör ve Yabancı Sermaye”, “Ereğli Demir Çelik Soygunu”, “Ekonomik Birleşme ve İşçi Hareketi” vs. Bu belge bize, henüz 1968’in öncesinde, öğrencilerin duyarlılık alanlarının üniversite duvarlarını aşarak diğer toplumsal alanlara doğru genişlediğini gösteriyor.
Dönemin devrimci, demokratik gençliği emperyalizmi tartışır, Türkiye’nin bağımsızlığını savunurken; ilki 1963’te İzmir’de kurulacak olan “Komünizmle Mücadele Dernekleri” sahneye sürülecekti. “Soğuk Savaş” ikliminden beslenen Türk sağı, Türkiye’yi “Ortak Pazar”a çekecek ve NATO’da kalmasını sağlayacak bir siyasal aparattı artık. Kamplarda yetiştirilen ve içlerinde şeriat düzenini savunanların da olduğu “komando” lakaplı militanlar, çok geçmeden silahlı paramiliter yapılara dönüşecekti. Perde arkasında uluslararası tekeller ve iş birlikçi sermaye sınıfı vardı.
***
1967’nin haziran ve ekim aylarında Dolmabahçe’ye demirleyen Amerikan 6. Filosu, öğrencilerin protestosuyla karşılaşacaktı. Amerikan erlerinin hırpalandığı, keplerinin çalındığı, kafalarına yumurtalar atıldığı eylemlerdi bunlar. Küba Devrimi’nden Vietnam direnişine antiemperyalist mücadelenin dünyayı sardığı ve Avrupa’da 68 fırtınasının kabarmaya başladığı yıllardı.
***
7 Mart 1968 günü İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesinde AIESEC genel kurulu vardı. 44 ülkeden 200 temsilcinin katıldığı toplantıya Süleyman Demirel’in geleceği konuşulmaktaydı. (Demirel’in yerine salona bakanı gelmişti.) DÖB’ü yeni kuran Deniz Gezmiş ve arkadaşları da salondaydı. Konuşma ile birlikte protesto başladı. Bir grup öğrenci bu yüzden tutuklanacaktı. Eylem DÖB’ün ve Deniz’in daha da tanınmasını sağladı. Tutuklama hadisesi bir başka kırılmaya daha vesile olacaktı. Tutuklu öğrencilerden Mustafa Lütfü Kıyıcı anlatıyor:
“Bu olaya kadar hapishane bizim için tabuydu. Hapishane nedir bilmiyorduk. Bilmediğimiz için de korkuyorduk. O zamana kadar herhangi bir olayda polis tarafından yakalandığımızda ya karakolda ya da savcılıkta o gün bırakılırdık. Bu olayla birlikte ilk kez hapishane gerçeğini öğrendik. Hapishanede tutuklular tarafından çok iyi karşılandık. Şöyle bir şey vardı: Biz bir devlet büyüğüne karşı gelmiş, onu yuhalamış ve protesto etmiştik…”
Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının emperyalizme, ceberut düzene karşı göstermiş olduğu tavır, bir yurtseverlik nişanesi olarak “kader mahkumları”nca da onanmıştı.
***
Temmuz 1968’de Amerikan 6. Filosu bir kez daha İstanbul’daydı. Öğrenciler Dolmabahçe’ye gelmiş, bayrakları yarıya indirmişlerdi. Yurt Amerikan “işgali”nde ise eğer, ülke ancak yasta olabilirdi. Derken polis müdahalesi, öğrenci yurtlarının basılması. İTÜ Gümüşsuyu yurdundaki 444 öğrenci, 1000 polisle kuşatılmıştı. Sonrası çığlıklar, toplu işkence ve öğrencilerin aşağıya atılması. Vedat Demircioğlu kaldırıldığı hastanede can verecekti. 5 fakültenin talebe birliği saldırıyı şu bildiriyle yanıtlayacaktı: “Amerika Türkiye’den er geç kovulacak ve yurt içindeki yamaklarını toplayarak Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi defolup gidecektir. Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!”
Protestonun da ötesine geçip, Amerikan askerlerini denize dökme çağrısı ise Deniz Gezmiş’ten gelecekti: “Akın var akın Dolmabahçeye akın / Dolmabahçe’yi zaptedeceğiz, Dolmabahçe’nin zaptı yakın!”
***
Vedat Demircioğlu’nun cenaze töreni, sembolik boş bir tabut ve arkasından onu takip eden binlerin yürüyüşüyle gerçekleşmişti. O gün, Cağaloğlu’daki MTTB binasından dışarıya “Komünistlere karşı cihat” çağrısı yapılmıştı. Çok geçmeden polis devrimci öğrencilere karşı sürek avı başlatacaktı.
Yurtsever gençler Ankara’da da boş durmamışlardı. Vietnam kasabı Commer’in arabası ODTÜ’de (Aralarında Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Ulaş Bardakçı’nın da olduğu) öğrenciler tarafından yakılacaktı. İktidarın yanıtı yine tutuklama furyasıydı.
***
16 Şubat 1969. Kanlı tertiplerin hedefinde bu kez “Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü” vardı. Sağcı militanlar saldırı için günlerdir hazırlanmaktaydı. Sağ basında şu manşetler atılmıştı: “Ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız”, “Kızılları boğmanın vakti geldi” vs.
Taksim Meydanı’nda, sivil polis gözetiminde sopa ve silah dağıtıldığı söyleniyordu. İşçiler ve öğrenciler alana girdiğinde bir bomba patlayacak, sonrasında kıyım başlayacaktı. Sonuç: 2 ölü, yüzlerce yaralıydı. O gün tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçti. Türkiye Milli Gençlik Teşkilatının Meclise gönderdiği rapora göre; “İktidar, çıkan olaylarda suçluydu. Taksim’de işçi ve öğrencilere saldıranlar Amerikan emperyalizmi tarafından beslenen Müslüman Kardeşler Teşkilatı”nın temsilcileri, şeriat özlemcileri”ydi.
***
12 Mart 1971 askeri darbesine kadar sistemli olarak kırıldı gençler. Okul boykotlarında, toprak işgallerinde, grev ziyaretlerinde faşist-paramiliter güçlerin hedefi oldular. NATO’nun kontra-terör konsepti devredeydi. Yine de gençler, Nurhak’tan Kızıldere’ye, toprağa düştükleri her yerde “bağımsızlık” şiarını yükselttiler. Filistin’e giderek enternasyonalizm bayrağını yücelttiler. 12 Mart darbesi, devrimci gençliğin ve halkın üzerinden buldozer gibi geçecekti. Ama dünya aleme ibret olsun diye, bir finale daha ihtiyacı vardı egemenlerin: darağaçlarına…
6 Mayıs 1972 şafağında dara çekilecekler, sadece Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan değildi: Montaj sanayisine hapsolmuş bir ülkeyi reddeden, tarımda bağımlılık anlaşmalarını kabul etmeyen, NATO karşıtı kampanyalar düzenleyen, ‘Ortak Pazara geçit yok’ diyen; eşitlik, özgürlük, adalet isteyen, Türkiye’nin kurtuluşunu bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde gören gençlikti. Böylece ülke gençliği, gerçek yurt sevgisini terk edecek ve Amerikan ipine bağlanmış “milli ve manevi değerler” etrafında yeniden örgütlenecekti. Cuntacıların ve Mecliste Denizlerin idamı için el kaldıranların ajandasında köküne kadar bağımlılık politikaları yazılıydı.
Bir devrim için yola çıkanlar bu devrimi zafere götürememiş olabilirlerdi. Ama darağacında sahnelenecek o görkemli final cuntacıların değil Denizlerin olacaktı! Sadece bir hukukçu değil, aynı zamanda bizlere Denizlerin manifesto niteliğindeki sözlerini taşıyan Halit Çelenk’in belleğine, idam gecesinde şu sloganlar kazınacaktı:
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye! / Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi! / Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi! / Kahrolsun emperyalizm! / Yaşasın işçiler, köylüler!”
***
Bugün yine binlerce genç Gümüşsuyu’dan Dolmabahçe’ye yürüyecek. Ankara’da, üç fidanın mezarı başında buluşacak halk, yine Denizleri bağrına basacak. 6 Mayıs etkinlikleri sadece ülke kentlerinde değil, dünyanın birçok ülkesinde yapılacak.
Bağımsızlık ve gerçek yurtseverlik bayrağı bugün, 6 Mayıs’ta yürüyenlerin ellerindedir. Bir emperyaliste karşı bir diğerine sırtını yaslayan, iş birlikçi yüzlerini “milli çıkar” makyajıyla kapatan, rüzgargülü misali bir o yana bir bu yana dönen efendiler ne derlerse desinler bu gerçek değişmeyecektir.
05 Mayıs 2019
https://www.evrensel.net/yazi/83904/bitmeyen-yuruyus-6-mayis