“Yeşil Kuşak” projesi, sosyalist SSCB’yi kuşatmak için ABD tarafından devreye konan bir hamleydi. Cihatçı savaş örgütleri bu amaçla ve her bakımdan desteklendi. SSCB Afganistan’ı işgal ettiğinde Rusya, sosyalizmi çoktan terk etmişti. Revizyonizmin ve işçi sınıfına sırt dönen bürokratik yönetimin Rusya’da vardığı yer emperyalist yayılmaydı.
Bugün ismen dahi SSCB yok. Afganistan’daki işgalin adı uzun yıllar ABD ve NATO oldu. Ülkenin yer altı ve yer üstü kaynakları yağmalandı. Halk, yoksul ve aç bırakıldı. Taliban bu siyasal iklimde güçlendi. Elbette bu kez İran, Rusya ve Çin’in desteğiyle.
Kısa bir süre önce ABD emperyalizmi, ordularını Afganistan’dan çekme kararı aldı. Bu hamle Bosna ve Ruanda’da olduğu gibi yeni boğazlaşmalara kapı açabilir. Günün sonunda NATO’ya “insani müdahale” için yeni bir alan açılabilir. Bu arada ABD, Çin’e karşı ilan ettiği “soğuk savaş”ta ordularını başka merkezlerde tahkim edebilir. Öyle ya ABD emperyalizminde oyun çok.
Türkiye’ye sığınan ya da göçmen işçi olarak çalışan Afganistanlılarla konuştum. Ülkede çatışmaların artması, Taliban’ın ilerlemesi ve kitlesel kırımdan endişe ediyorlar. Aileleri ile irtibat halindeler. Tam bir panik hali söz konusu. Konuştuğum bir mülteci kadın kuzeninin üç hafta önce başının kesildiğini söyledi. Ailesini Türkiye’ye getirmenin yollarını arıyor ama nafile. Zira göçmen kaçakçıları kişi başı transfer ücretini 800 dolardan 3 bin dolara çıkarmış.
Afganistan’dan sınıra gelip Türkiye’ye giriş yapan mülteci sayısı medyada en çok tartışılan konulardan. Bana gelen bilgiler özellikle Afganistan-İran sınırındaki köylerde büyük yığılmanın olduğu yönünde. İkinci yığılma hattı İran-Türkiye sınırında yani İran tarafındaki köyler ve yaylalarda. Hükümet ve devlet sözcüleri sosyal medya haberlerine karşılık vererek Türkiye’ye ciddi sayıda geçişlerin olmadığını savundu. Oysa sınırın diğer tarafında ciddi birikme yaşanıyor. Şebekeler “istasyon”larda, gayriinsani koşullarda beklettikleri mültecileri transfer etmek için fırsat kolluyor. Uluslararası insan kaçakçılarının sınır boylarında rüşvet mekanizması üzerinden kamu görevlilerini de suça ortak ettikleri bir sır değil.
AKP Afganistan’da ne yapmak istiyor? İç ve dış politikada sıkışan Erdoğan Hükümeti, Afganistan’da ABD ve NATO’nun “ileri karakolu” olmayı kabul ederek yeni manevra alanı bulmak istiyor. Ümmet kardeşliği vurgusu, AKP’nin Suriye’den de bildiğimiz emperyalistlerle iş birliği halinde savaşa katılma gerekçesi. Taliban ile devlet güçlerini “Müslümanlık değerleri” üzerinden mutabakata çekebileceğini iddia eden AKP iktidarı aslında suya yazı yazıyor, halka yalan söylüyor. Çünkü Afganistan’da NATO’nun bir kolu olarak hareket ettiğinizde barışın değil savaşın ve işgalin gücü olarak anılırsınız.
Hatırlarsak, Şam’da Emevi Camii’nde fetih namazı kılmak üzere memleketi Suriye’de savaş bataklığına sokan AKP iktidarı, başlarda göçten gayet memnundu. Çünkü amaçlanan şey rejimin altındaki nüfus desteğinin kaymasıydı. Bir diğer amaç da sığınmacı sayısı 100 bine ulaştığında bunu savaşa dahil olmanın gerekçesi yapmaktı. AKP’nin bu tecrübeyi (Birebir aynı biçimlerde olmasa da) Afganistan sahasında uygulamaktan geri durmayacağını not düşmek gerek.
Bu süreçte işçi ve emekçilerin, halkımızın alması gereken tutum, tereddütsüz şekilde Afganistan savaşına alet olmaya karşı çıkmaktır. ABD’nin ve iş birlikçi burjuvaların çıkarı için ölecek tek gencimiz yok! Ayrıca bilelim ki Afganistan’a gidecek her savaş gücü yeni yıkımlara neden olacak, giden askerlerin çarpan sayısı kadar insan göç yollarına düşmek zorunda kalacak.
Peki ya muhalefet? “Yerli ve milli” tutum adına Mecliste savaş tezkerelerine evet oyu verenler AKP’nin ekmeğine yağ sürmeye devam ediyor. Millet İttifakı içinde merkez sağa oynayan İYİ Partinin göçmen ve mülteci karşıtlığı biliniyor. CHP’de farklı eğilimler olmakla birlikte son günlerde göçmenlere yönelik ayrımcı açıklamalar göze çarpıyor. Erken seçim tartışmalarıyla birlikte gaza basan parti sözcüleri “Suriyelileri evlerine göndereceğiz”, “Onlar zaten misafir”, “Daha ucuza çalışıp işimizi elimizden alıyorlar” türünden açıklamalar yapıyorlar. Genel Başkan Kılıçdaroğlu da bu çerçevede bir konuşma yaptı.
CHP’nin faklı bir kanadında yer alan Fikri Sağlar da agresif söylemlere imza attı. Fikri Sağlar, laiklik ve demografik değişim endişesini dile getirerek göçmen haklarını savunan solcuları, sosyalistleri “romantizm” yapmakla eleştirdi.
Biz sosyalistler romantik değiliz. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere; AKP’nin iş birlikçi, gerici, Neoosmanlıcı politikaları için yeri geldiğinde göçü ve mültecileri kullanmaktan geri durmadığını ifade ettik. Bu yüzden hem emperyalist işgale ortak olmaya hem de yurdundan göç ettirilenleri mülteci haklarından mahrum bırakan ve onlara “misafir” sıfatını yakıştıran iktidar politikalarına karşıyız. Peki sizin “gerçekçiliğiniz” en azından savaş tezkerelerine karşı mı? AKP ile bu konuda neden ayrışamıyorsunuz? Göçe zorlanan, mülteci hakları tanınmayan, sürgünde katmerli sömürüye uğrayan insanlara neden sizler de Erdoğan ve AKP gibi “misafir” diyorsunuz?
Biz sosyalistler din farkı bilmeyiz, dil farkı bilmeyiz. İşçi sınıfının uluslararası kardeşliğini savunuruz. Burjuva egemenliğine ve şovenizme karşı enternasyonalizmi temel alırız. Suriyeli, Afganistanlı işçileri burjuva rekabete karşı ortak hak mücadelesinde birleşmemiz gereken, aydınlatmakla sorumlu olduğumuz sınıf kardeşlerimiz olarak görürüz.
İktidarın diliyle ve Avrupa sağını hatırlatırcasına Suriyelilere “misafir” demek, tek çözümü “Geri göndereceğiz”e bağlamak; insanca çalışma koşullarını bütün emekçiler için savunmak yerine Türkiye’de iki kat sömürülen Suriyeli ve Afganistanlı işçileri suçlamak, sosyal demokrasiye ne kadar yakışıyor? Sosyal hak savunuculuğu nerede kaldı? Biliyorum, mülteciler ya da mülteci karşıtlığı konusunda bütün sosyal demokratlar aynı fikirde değil. Bu yüzden sosyal demokratların içsel bir tartışma başlatması gerekiyor.
19 Temmuz 2021