Adana 18 ve 19 Eylül’de dehşet günlerini yaşadı. Mirzaçelebi, Gülpınar, Meydan ve Dağlıoğlu mahallelerinde galeyana gelen kalabalıklar Suriyeli mültecilere saldırdı. Evler taşlandı, sokaklar ateşe verildi, olaylar yağmaya kadar vardı. İHD şubesinin raporuna göre 162 dükkan tahrip edildi 12 araç zarar gördü.
Sebep, 11 yaşında bir çocuğun cinsel istismara uğramasıydı. Vaka gerçekten korkunçtu. EMEP İl Başkanı Av. Sevil Aracı’nın da dikkat çektiği üzere; son dönemde artış gösteren istismar haberleri ve birçok davada suçlulara verilen “iyi hal” indirimleri vatandaşta adalete güveni zaten sarsmıştı. Ama işin düşündürücü tarafı, olayların bir linç girişimine dönüşmesi ve aslı olmayan bir söylenti üzerinden Suriyelilere yönelmiş olmasıydı.
Çok geçmeden zanlının Suriyeli değil, birçok sabıkadan kaydı bulunan T.C. vatandaşı olduğu açıklandı. Buna rağmen Suriyelilere saldırılar durmadı.
Ne yazık ki her istismar vakasında; hedefin mülteciler, yöntemin ise linç olduğu tehlikeli bir iklime giriyoruz, hem de bütün bir memleket olarak. Elbette benzer birçok olayda olduğu gibi, son galeyan hadisesinin altında da keskin bir sınıf çelişkisi yatıyor.
Birlikte bakalım…
Geçen yıl TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda söz alan CHP Adana Milletvekili Dr. Müzeyyen Şevkin şunları dile getirmişti: “Adana hayat pahalılığında Türkiye’de 3. sırada. Bir zamanların tarım ve sanayi devi Adana’da son 10 yılda 55 büyük fabrika kapısına kilit vurdu. Son 5 yılda kapanan işletmelerin sayısı ise 6 bini geçti…”
Hemen ekleyelim; TÜİK verilerine göre Adana işsizlikte yüzde 11.2’lik oranla 10’uncu sırada.
Yani…
Bir zamanlar Adana’da BOSSA fabrikalarının; Paktaş, Milli Mensucat ve Çukobirlik’in; Güney Sanayi ve TEKEL’in bacası tüterken, bugün AVM’ler yükseliyor. İşsiz, güçsüz, üstelik çoğu diploma sahibi gençler ekonomik krizin pençesinde.
Dikkat edilirse…
Kapanan fabrikaların çoğu tarıma dayalı işletmeler ve içinde Çukobirlik gibi dev kamu işletmeleri var. Bu da iki temel gerçekliğe işaret ediyor:
1- Adana’da KİT kapsamındaki fabrikalarla birlikte orada örgütlenmiş sendikalar da çökertildi. Ki bu sendikalar (beğenelim beğenmeyelim) sermaye saldırılarına karşı bütün toplumun kalkanıydı.
2- Uluslararası tekellerin baskısı ve hükümetin altına imza attığı anlaşmalar nedeniyle tarım alanı eski gücünden hayli uzaklaştı. İşsizlik ve hayat pahalılığı arttı.
Dolayısıyla…
Sürekli göç alan şehir (özellikle doğudan alıyordu) kitlesel göç vermeye başladı. Boşluk Suriyeli mültecilerin gelmesiyle dengelenirken emek hepten ucuzladı. Tarımda ve merdiven altı üretimde sömürü koşulları korkunç boyutlara ulaştı. Ortada bu süreci göğüsleyecek işçi sendikaları da pek kalmamıştı zaten. Bu arada çok önemli bir gelişme yaşandı: Toprak sahiplerine, Suriyeli tarım işçilerini “muafiyet” belgesi karşılığında kayıt dışı çalıştırma özgürlüğü getirildi (!)
Sonuç?
Çukurova’da sendikaların çökertilmesiyle inişe geçen işçi hakları, mülteci ve göçmen emeğinin rekabet gücü de kullanılarak hızla dibe çekildi. Sermaye planı iki yanı keskin bir bıçak gibi işledi: Bıçağın bir yanı yerli işçileri, diğer yanı proleterleşen mültecileri hedef aldı. Hükümetin, 4 milyon Suriyeliyi statüsüz, korumasız halde ve karşılıklı entegrasyonun gereklerini yerine getirmeden şehir içlerine akıtması da bu süreci hızlandırdı.
Özetle…
Adana’da çoğu genç, işsiz ve örgütsüz kalabalıkları galeyana getiren şey; sadece Suriyeli mültecilere karşı birikmiş ön yargılar değil, ekonomik kriz ve yoksullaşma ile patlamaya yüz tutan sosyal patlama dinamikleriydi.
Maalesef ve tarihin bir kez daha kanıtladığı üzere; sınıf bilinci ve sınıf örgütlerinden yoksun emekçi kitlelerin öfkesi sermaye ve siyasi iktidara yöneleceği yerde, yine hedefinden sapıp mağdurun tepesine çöktü.
Ama yine de gidişat o kadar umutsuz değil!
Zira bütün bu karanlık tablonun içinde geleceğe ışık tutan örnekler de yaşanıyor.
Bunlardan ilki; 2017 ağustosunda yaşanan saya direnişidir. Nitekim, parça başı ücretlerin yükseltilmesi için yapılan iş bırakma eyleminde Türkiyeli ve Suriyeli ayakkabı işçileri ortak komitede yer almışlardı. (İki yıl sonra bugün Kayseri ve Antep’teki sayacıların, Türkiyeli-Suriyeli demeden aynı şekilde birleşmiş olmaları verdiğimiz örneğin hâlâ canlı olduğuna kanıttır)
İkinci umut veren örnek; galeyan ve linç girişimi sırasında evlerini mülteci ailelere açan Adanalılardır. Ki bu örnek bile bize, ortada bir değil iki Adana olduğunu gösteriyor.
Galeyanın Adana’sı mı? Yoksa sermayeye karşı ortak hak aramanın, yeniden sendikalaşmanın ve mültecilerle dayanışmanın Adana’sı mı?
Şimdi her birimizin sorması gereken soru budur.
Çünkü Adana bir prototip örnek olarak aslında bütün bir memleketi anlatır.
22 Eylül 2019
https://www.evrensel.net/yazi/84793/adanadaki-galeyan-neyi-gosterdi