1 Eylül Dünya Barış Günü’ne şimdiden selam olsun. Hitler ordularının Polonya’yı işgal ettiği bu tarih aslında Avrupa’nın karanlığa gömüldüğü tarihtir. Faşizmin kanlı tarihi unutulmasın diye 1 Eylül günü Dünya Barış Günü olarak ilan edilmiştir. Değerini bilmek gerekir. Emperyalist dalaş, haksız işgaller, bölgesel savaşlar yeniden tırmanışa geçerken ekmek, barış ve özgürlük mücadelesi her zamankinden elzem.
1 Eylül 1939’da Alman Nazi ordusu Polonya’ya girdi. Faşist işgalin başında Hitler vardı. Her şey bir anda olmadı. İkinci Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyen işgal adım adım geldi. Alman emperyalizmi öncelikle kendisine ideolojik-kültürel bir savaş zemini oluşturdu. Çünkü halkın geniş katmanları, özellikle de gençler ikna edilmeden emperyalist savaşa girilemezdi.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) iki gerici fikri öne sürerek gençleri cepheye sürdü. Birincisi, “Büyük Almanya” ülküsüydü. Buna göre Almanların yaşadığı, geçtiği, iz bıraktığı bütün topraklar ilhak edilmeliydi. Polonya’nın bir bölümünde Almanca konuşan topluluklar işgalin gerekçesi yapıldı. Bunun için provokasyon tertiplendi. İkinci ülkü, Alman ırkı için uzak topraklarda “Yaşam Alanları”nın oluşturulmasıydı. Buna göre Hitler Almanya’sına dahil edilemeyen topraklar “uydu devletçikler” olarak faşist egemenlik altına alınacaktı.
Naziler içeride tek adam yönetimini pekiştirirken, yeterli birliği sağlayamamış muhalefet güçlerini bir silindir gibi ezdiler. Ülkeyi SS kararnameleri ve Hitler mahkemeleriyle yönettiler. Direnç noktalarını faşist terörle bastırdılar. Aynı dönemde ekonomik krizden bunalmış işsiz, yoksul, aç ve bitap kitleleri “milliyetçi sosyalizm” propagandasına yedeklediler. Savaş ve emperyalist yayılma çağrıları, yoksul kitleleri ve işçileri kurtaracak gerici bir hayal olarak pompalandı. Lümpen kitleler faşist terörün organize gücü haline getirildiler. Alman tekelleri hızla silah sanayisine dönüşürken yoksul Alman gençliği büyük savaş makinesinin parçaları haline getirildiler.
Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini… Faşist ittifakın çizmeleri altında Avrupa halkları büyük yıkım yaşadı. Faşist terör gestaponun işkence merkezlerinde, toplu infazlarda, toplama kamplarında, gaz odalarında milyonlarca can aldı. Komünistler, sosyalistler, demokratlar, aydınlar, Yahudiler, Çingeneler, eşcinseller yok edildiler. 25 milyon Sovyet yurttaşı Hitler faşizmine direnirken hayatını kaybetti.
Ama nihayetinde faşizmin de sonu gelecekti. Kızıl Ordu askerleri 1945’te Berlin’e girdiler ve faşist üsleri çökerttiler. Böylece Hitler’in son kalesi de düşmüş oldu. 8 Mayıs 1945’te imzalanan anlaşmayla faşizmin yenilgisi resmen kabul edildi. Büyük insanlık yeniden nefes aldı.
Faşizme karşı mücadele elbette sadece Sovyet Rusya’nın ve Kızıl Ordu’nun meselesi değildi. Avrupa’da antifaşist direnişler örgütlendi. Bulgaristan, Arnavutluk, Yugoslavya gibi ülkelerde halkın partizan mücadelesi faşizmi dize getirdi. Nazilerle birlikte iş birlikçi rejimler kovuldu. Yerine halk demokrasileri kuruldu. Komüntern’in yürütme kurulunda da yer alan Bulgaristan Komünist Partisi Lideri Georgi Dimitrov “Faşizme Karşı Birleşik Cephe” taktiğini geliştirdi. Böylece kapitalist gericiliğe ve onun terör aygıtı olan faşizme karşı sadece sosyalistlerin birliği değil, tüm halk güçlerinin birliği sağlanacaktı. Ünlü eserinde dile getirdiği şu cümleler bugüne yazılmış gibidir:
“Bugün, kitleler ve halkın sözcüsü aydınlar böylesine kötü bir durum içinde ve korkunç tehlikelerle karşı karşıya kalmaktayken, halkın partilerinin ortak mücadeleye katılmaları ve ücretler, çalışma saatleri, temel ihtiyaçlar, toprak, konut, vergiler, tazminatlar, vb. hayati sorunlarla ilgili somut ortak programlar adına beraberce sermaye saldırısına karşı koymaları gerçeğini ciddi olarak kim inkar edebilir?”
Sermaye egemenliğine, çürümüş düzene, faşist bir rejimin inşasına ve tek adam yönetimine karşı en geniş halk ittifakını örgütlemek bugünün de temel görevlerinden. Hâlâ bunu anlamayan sol, sosyalist, demokratik, ileri güçler ve aydınlar şunları bir kez daha düşünmeli:
1- Evet dünya yeni bir döneme giriyor. Ama bu dönem devrimci imkanlar kadar, emperyalist barbarlık ve faşist tehditlere de gebe. Bunun için sosyalistlerin birliği yetmiyor. Birleşik emek cephesi ve demokrasi güçlerinin birliği için daha geniş ittifaklar gerekiyor. Bu birleştirme görevi en başta sosyalist parti ve örgütlere düşüyor.
2- Emekçilerin ve halk güçlerinin ittifak ihtiyacı sanılanın aksine bir seçim denkleminin çok ötesindedir. İttifak, seçim öncesinde kitlelerin talepleri üzerinden mücadelenin yükseltilmesini, seçim sürecinin bir mücadele alanı olarak örgütlenmesini ve seçim sonrasında kesintisiz olarak halkın en geniş mücadele birliğini hedefler. Bu nedenle halk ittifakı taktiği “seçimci” ya da reformcu değil, bizim açımızdan devrimcidir. Kaldı ki 2023 seçimleri halk hareketi ve halkın talepleri bakımından da kritik öneme sahiptir. İki burjuva ittifak bloku karşısında üçüncü seçenek bunun ihtiyacıdır.
3- Millet İttifakını şimdiden iktidar görüp kendi sosyalistler birliğini “devrimci muhalefet” olarak konumlandırmak henüz çok erken bir saptamadır, hatalıdır ve şimdiden darlaşmak anlamına gelir. Seçimin ardından iktidar hangi partilerden oluşursa oluşsun, halkın talepleri doğrultusunda mücadele birliğini güçlendirmek, bağımsız muhalefet odağını büyütmek gerekir.
4- Faşist rejimin inşası yolunda Kürt düşmanlığı ve göçmen düşmanlığı yeniden yükseltiliyor. Ekonomik kriz ve yoksulluğun girdabındaki emekçiler böylece egemen siyasete yedeklenmek isteniyor. Düzen muhalefeti de buradan nemalanmak adına şoven dalgaya su taşıyor. Bu nedenle mevcut devrimci demokratik ittifak yahut güç birliği girişimleri, kıyısından dolaşmadan, Kürt halkının ve mültecilerin talepleri konusunda net duruş sergilemelidir. İki ana sorunun bugün gelip düğümlendiği yer ise Suriye’ye yönelik olası bir sınır ötesi harekattır. Savaş tezkereleri karşısında tutum ve barış mücadelesi için birlik her yapı için turnusol kağıdı işlevi görecektir. Demokrasi ve özgürlükler mücadelesi sosyalistlerin es geçeceği, küçümseyeceği konular olamaz, olmamalıdır.
Emek ve Özgürlük İttifakı bu yoldan ilerleyecektir.
Bitirirken şunu da ekleyelim:
Bugün Polonya’da burjuva hükümetin kararıyla, antifaşist mücadelenin sembolü heykeller sökülüyor. Faşizme karşı direnişi temsil eden 240 eser bir bir ortadan kaldırılıyor. Buna “dekomünizasyon” yani komünizmden arındırma diyorlar. Açıkça ifade edelim: Nerede faşizme karşı direnişin tarihi yok ediliyorsa, bilin ki orada faşist gericilik yeniden göreve çağrılıyor demektir. Tekeller ve kapitalizm kendi karanlık tarihinin çürümüş mirasını yeniden diriltirken, bizler de birleşik mücadele tarihimizi yeniden gün yüzüne çıkarmak zorundayız. Bugünün dünyasının ve Türkiye’sinin özelliklerine uyarlayarak halk güçlerinin birleşik mücadelesini örgütlemeliyiz. 1 Eylül’ün çağrısı budur.
30 Ağustos 2022
https://www.evrensel.net/yazi/91511/halk-ittifaki-yolunda-1-eylul