AKP hükümeti ve Cumhur İttifakı ülkeyi yeniden gerilim tüneline soktu. “AKP iktidarda olmazsa kaos olur” siyaseti bir kez daha devrede. “Ver iktidarı al huzuru” tehdidi de denebilir buna.
Bu şantaj siyasetinin perçinlenmesi için ardı ardına yasaklar geliyor. Canan Kaftancıoğlu’na siyaset yasağı bir kırılma noktası. Peşi gelecek. Memleket, olağanüstü hal koşullarında seçime götürülecek yine. Piknik, festival, konser yasaklarına kadar vardırdılar işi. Karanlık odaklar devrede, gazeteciler tehdit ediliyor. Karşılığında yaptırım yok. Gezi davasında yağdırılan haksız ve ağır hapis cezaları ise halka gözdağı niteliğinde.
İktidar bunları yapmayacak da ne yapacak? Yüksek enflasyon ve zam yağmuru durdurulamıyor. Halk alım gücünü hızla kaybediyor. Emekçilerin ücret artışları derman olmadı, enflasyon buldozer gibi. Ay başında cebe giren para, para değil pul oldu. İktidar ekonominin dibe vurduğu dönemleri dahi patronlar için fırsata çevirmenin peşinde. Halk yoksul ama tekeller kâr rekoru kırıyor. Kur korumalı TL mevduatı uygulaması, para babalarını ihya etti. Aradaki fark halkın sırtından toplanan vergilerle ödeniyor. Bakanların gözleri her ışıldadığında yeni oyunlar devreye giriyor. “Enflasyon korumalı borçlanma” uygulaması basına sızdırıldı, tartışma açıldı. Zengin daha zenginleşir, fakir daha fakirleşirken hükümet bu çürümüş düzeni sürdürebilmek için zor ve baskı politikalarına sarılıyor.
İşçi ve emekçiler, halk güçleri bu kara denklemden çıkmak için birleşik emek cephesini örmek, talepler etrafında mücadele etmek zorunda. Emek ve demokrasi güçlerinin omuz omuza, yan yana durarak saldırıları püskürtmesi her zamankinden elzem.
İktidar bloku sadece baskı ve zor yoluyla değil yalana dayanan propaganda sayesinde de ayakta duruyor. Dün Evrensel gazetesinde Eren Ergine ve Murat Uysal’ın haberi bu bakımdan oldukça çarpıcıydı. AKP ve MHP’ye oy veren emekçiler, ekonominin iyi olmadığını kabul etmekle birlikte bunun geçici olabileceğini söylüyorlar. İktidar partisinin propaganda ettiği iki konu emekçiler üzerinde hâlâ ciddi etkiye sahip görünüyor. Bunlardan ilki, ekonomik krizin sadece bizde değil bütün dünyada yaşandığı ve bu bakımdan AKP’nin tolere edilebileceği şeklinde. İkincisi ise, 2023 yılının bir milat olduğu ve 100 yıl önce yapılan kimi bağımlılık anlaşmalarının sona ereceği, böylece memleketin düzlüğe çıkacağı şeklinde.
Oysa ekonomik kriz, sadece bir düzen partisinin uygulamalarından değil (onunla birlikte) kapitalist düzenin kendisinden kaynaklanıyor. Türkiye’de giderek bir mali kriz riskine doğru ilerleyen ekonomik kriz alametleri, dünya ülkelerinde aynı düzeyde olmasa da çeşitli biçimlerde kendini hissettiriyor. Dünya genelinde baş gösteren enflasyonist politikalar da buna işaret. Burjuva düzen partileri bütün dünyada (iktidarda ya da muhalefette olsun) eski düzenin devamı ya da restorasyonu için çalışıyor. Fark şu ki, krizin yükünü işçi ve emekçilere yıkmak konusunda AKP dünya ölçeğinde en fütursuz burjuva partilerden birisi.
Dolayısıyla kapitalist sömürü yasalarına karşı mücadele etmeden, sermaye programını karşısına almadan ya da sermaye programlarından herhangi birine bel bağlayarak çıkış yolu bulmak, işçi ve emekçiler için mümkün değildir. İşçilerin, kapitalist saldırılara karşı, kendilerini uluslararası işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olarak görmeleri gerekir. İşçilerin taleplerini elde edebilmeleri için sermayeden bağımsız bir sınıf olarak davranmaları gerekir. AKP karşısında düzen muhalefetinin söyleyemediği gerçek budur. Burjuva muhalefet sözcülerinin zaman zaman “Neoliberalizme biz de karşıyız” söylemleri inandırıcılıktan uzaktır. Çünkü onlar, konu ne zaman ekonomiye gelse uluslararası sermayeye güven vermekte, kendi iktidarlarında Türkiye’ye sermaye yağacağını iddia etmekteler. Kurtuluş reçetelerinde daha ötesi yoktur. Dolayısıyla devreye bir başka siyasetin, işçi sınıfı siyasetinin girmesi gerekir.
2023 melesine gelince… AKP’nin önceki düzen partilerinden devraldığı miras ekonomide Türkiye’nin daha fazla bağımlı hale gelmesi oldu. Tarımda kendi kendine yeten ülkeler sıralamasından tarımı çökertilmiş, tohumdan gübreye hemen her alanda dışa bağımlı hale gelmiş bir ülke başka nasıl izah edilir? Yabancı ve iş birlikçi yerli tekellerin doğayı talanı bir başka göstergedir. Hazinedeki delik, mali kırılganlık ve daha birçok örnek verilebilir. Bırakalım yüz yıl önceki anlaşmaları, AKP’nin 20 yıllık iktidarı döneminde memleketi çöküşe sürükleyen modern Duyun-u Umumiye borçlanmalarına imza atılmadı mı? Kapitülasyonlar yani başka devletlere tanınan ayrıcalıklar, AKP’li yıllarda uluslararası tekeller için ayrıcalığa dönüştürülmedi mi?
Kaldı ki, “Yeni Dünya Düzeni” çökmüş olan kapitalist emperyalizm, son Ukrayna savaşı örneğinde de görüldüğü üzere, dünya düzenini silahla yeniden yazmaya soyunuyor. 20’nci yüzyıla ait anlaşmalar emperyalist barbarlığın ve silahların gölgesinde hükmünü kaybediyor. Emperyalistlerin savaş arabasına binenlerin sonu hüsran oluyor. Dolayısıyla AKP’nin yaymaya çalıştığı 2023 hayalleri içi çürük bir yumurta kabuğundan öte anlam taşımıyor. Mesele, bu gerçekliği emekçi kitlelere anlatmak meselesidir.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılını “sınıfsız ve zümresiz bir toplum” olarak inşa edeceğini söyleyen düzen muhalefeti, burjuva egemenliğine ses çıkarmıyor. Burjuva şirketlere, özel sektöre akıl dağıtıyor, liyakat dersleri veriyor! Yandaşa, 5’li çeteye meydan okumaya eyvallah. Ama iş TÜSİAD’a, TİSK’e, G20’ye, patron örgütlerine gelince “sınıfsız ve zümresiz” lafları hafıza kaybına uğruyor!
Özetle: İktidar blokundaki çözülme sınıf siyaseti ile birleşmeden köklü bir kopuş ve doğru bir siyasal rotaya giremez. Emek ve demokrasi mücadelesi ve halk ittifakı tartışmalarında da üzerinden atlamamamız gereken bir gerçekliktir bu.
24 Mayıs 2022
https://www.evrensel.net/yazi/90975/secim-gecim-ve-akpnin-iki-yalani