“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin / 1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin / Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm, ölsem de gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstat…”
Nâzım Hikmet, Küba devrimini selamladığı dizelerinde ressam arkadaşı Abidin Dino’ya işte böyle sesleniyor.
Geçen hafta Kocaeli’de, akşam vakti bir vardiya çıkışında, Arapça bildirilerle karşılaşan Suriyeli kadın işçinin yaşadığı sevinç, bana Nâzım’ın o eşsiz dizelerini hatırlattı.
Emek Partisi (EMEP) Kocaeli İl Örgütü tarafından hazırlanan bildiri, Türkçe ve Arapça olmak üzere iki dilde basılmıştı. Suriye göçünün 10. yılında, Kocaeli’de ilk defa Arapça bildirilerle karşılaşan Suriyeli işçilerin neler konuştuklarını merak ettim ve bildiriyi dağıtan partilileri aradım.
Bildiriyi hazırlayan gençler dağıtımdan önce bir deneme yapmaya karar vermişler. Suriyeli iki işçiyi seçerek, bildiriyi önce onlara okumuşlar. Bildiride salgın koşullarına dikkat çekiliyor. 21 gün tam karantina ve buna karşılık ücretli izin talep ediliyor. Maske, dezenfektan malzeme ve yaygın test talebi dile getiriliyor. Fikri sorulan Suriyeli işçiler, bildiriyi çok beğendiklerini söylemişler. Ama patronların bu talepleri karşılayacağına inanmadıklarını da eklemişler.
Gelelim hikayenin fabrika önüne, bildirilerin dağıtıldığı sahneye.
Arapça bildiriyi görünce sevincini izlediğimiz Suriyeli kadın işçi, yanındaki diğer mülteci işçiye şöyle demiş: “Şu bildiriyi okuyan adam var ya, aynı futbol spikeri gibi.” Konuştuğu işçi de ona Arapça “21 gün evde oturursak parasız kalırız” diye yanıt vermiş. Suriyeli işçi kadın, “Evde oturun, işsiz kalın demiyorlar. Bizim için o parayı da istiyorlar” diyerek arkadaşını rahatlatmış. Bu sırada bir grup Suriyeli işçi de servislerden inerek Arapça bildirileri almaya gelmişler. EMEP bildirisi Suriyelilerin Facebook sayfalarında da paylaşılmış.
***
Şimdi isterseniz biraz da mültecilerin salgın koşullarında nasıl bir çalışma hayatı içinde olduklarına bakalım. Zira Suriyeli işçilerin bildiri sevincinde sadece kendi ana dillerinde bildiri okumanın mutluluğu yok; vahşi çalışma koşullarına karşı öne sürülen taleplerin yarattığı heyecan da var.
Malum, ekonomik kriz ve pandemi en çok sanayi havzalarındaki işçileri vuruyor. Fabrikalar adeta yangın yeri. Dilovası’dan Başiskele’ye kadar uzanan Kocaeli sanayi havzasında, yerli ve mülteci yüz binlerce işçinin yaşadığı cefa bu.
Birçok fabrikada, özellikle de büyük işletmelere üretim yapan yan sanayide, salgın dolu dizgin. Ama maskeye erişim mümkün değil. Patronlar işçilere “Maskeyi kendi paranızla alın” diyebiliyor. İşyerlerinde dezenfektan malzeme hak getire. Derdi yerli ve göçmen işçiler birlikte çekiyor. Kısıtlama günlerinde işçilere, “Fabrikaya bisikletinle gel” deniyor. Üç bin lira ceza yememek için işe gelmeyi göze almayan işçiden, iki yevmiye kesiliyor.
Kocaeli’den gelen bilgilere göre; fabrikalardaki mülteci oranı da oldukça yüksek. Burada mülteciler inşaat, tarım, tekstil gibi enformel çalışma alanlarında çokça gördüğümüz üzere; modern sanayide de ciddi bir nüfusa erişmiş durumdalar. Metal, petrokimya gibi ağır iş kollarında mültecileri kitlesel görmek mümkün. Kimi fabrikalarda oran yarıya yaklaşmış! Ne var ki modern sanayi de olsa mülteci işçilerin yüzde 99’u yine sigortasız. Patronlar hem krizin hem de pandeminin acısını işçilerden çıkarıyor. Mülteci işçiler ise en ucuz, güvencesiz emek gücü. Türkiye’de yabancı işçiler için çalışma izni var ama fabrikalarda buna rastlamak pek mümkün değil. Kocaeli havzasında da, denetim zamanı işçiler ya yemekhaneye ya da depolara saklanıyor.
Mülteci işçilere boya/gaz maskesi, iş güvenliği malzemeleri de yok. Türkiyeli işçiler bu kötü koşullarda çalışmak istemiyor. Buna karşılık Suriyeli işçilerin ağır sanayide bile aldığı ücret 2 bin, 2 bin 500 lira. Elbette sigortaları yapılmıyor! Çoğu AB menşeli ana fabrikalara sorsanız, “Biz kayıt dışı mülteci işçi çalıştırmayız” diyorlar. Ama onlara parça üreten işletmeler yoğun biçimde kayıt dışı mülteci işçi çalıştırıyor. Dolayısıyla bu sömürü zincirinden ana işletmeler de sorumlu.
Bu karanlık tablo içinde, hak almaya yönelen örnekler görmek de mümkün. İşçilerin aktardığına göre; kendi içinde gruplaşan Suriyeli işçiler kimi zaman topluca iş bırakıyor. Katmerli sömürü karşısında yapılan bu iş bırakma eylemlerini gıptayla karşılayan Türkiyeli işçiler de var. “Neden biz de aynısını yapmıyoruz” diyorlar. Patronlarsa katmerli sömürüyü birazcık esneterek mülteci eylemlerinin son bulmasını sağlıyor. Elbette şimdilik.
***
Emek Partisi 9. Kongresini “Sömürüye, Salgına, Savaşa Karşı; Birlik, Mücadele, Dayanışma” şiarıyla tamamladı. Bu slogan, sadece yurttaş işçilerin değil onlarla birlikte mülteci işçilerin ortak mücadelesini örgütlemeyi de görev olarak saptıyor. Çünkü mülteciler dram yaşayan bir topluluk olmanın ötesinde; üreten, hak mücadelesinde özne olarak görülmesi gereken emekçiler. Onlar Türkiye işçi sınıfının bir parçası. EMEP kongresinin sonuç deklarasyonunda şu ifadeler yer alıyor:
“Suriye savaşı ve göçün 10. yılı vesilesiyle ırkçı, şoven politikalara ve kışkırtmalara karşı yerli ve mülteci işçilerin ortak hak mücadelesini ilerletmek, Türk, Kürt, Arap bütün milliyetlerden işçiler arasında birlik, kardeşlik ve enternasyonal dayanışmayı yükseltmek zorunludur.”
Parti merkezine bağlı Göç ve Mülteciler Bürosunun kurulması ve Suriye göçünün 10. yılında çalıştay ve kampanyaların örgütlenmesi de EMEP kongresinde karar altına alındı.
Dün İstanbul Çağlayan’da, Adana ve Antep’te; bugün Kocaeli’de, yarın Bursa ve diğer sanayi kentlerinde Suriyeli işçilerin yaşadıkları/yaşayacakları sevinç, sınıf partisinin çizdiği enternasyonalizm rotasında izlediğimiz muhteşem bir mutluluk sahnesi.
Sevinmek elbette bizim de hakkımız.
İşçi sınıfına bu sesleniş tarzının; sendikalara, dost parti ve örgütlenmelere, göçmen derneklerine örnek olması, katkı sunması dileğiyle.
06 Aralık 2020
https://www.evrensel.net/yazi/87695/emek-partisi-ve-multeci-isciler