Geçtiğimiz cuma, haber merkezlerine bir fotoğraf düştü. Mardin’in Mazıdağı ilçesinde Cengiz Holdinge ait bir işletmenin önünde çekilmiş. Şu salgın günlerinde bile işçilerin nasıl acımasızca kapı önüne konduğunu anlatıyor. Fotoğraf ertesi gün üç gazetenin manşetinde yayımlandı: Günlük Evrensel, Yeni Yaşam ve BirGün’de. Dönemi karakterize eden arşivlik bu fotoğraf beni de çok etkiledi. Eminim ki, her bakanda benzer duygular yaratmıştır.
Fotoğraflar her ne kadar anı dondurup kayda alsalar da öncesiz ve sonrasız değildirler. Bu nedenle onları donmuş bir anın ötesinde ve hareket halinde okumak gerekir. Ben de öyle yapmaya çalıştım. Bunun için kendime iki soru sordum:
- Fotoğrafın merkezinde bulunan, yere oturmuş ve ağzı ile burnunu maske ile korumaya çalışan işçi kimdi? O an hangi duygu ve düşünceler içindeydi?
- Fotoğrafı çeken Gazeteci Ahmet Kanbal o an neler görmüş, neler hissetmişti?
“OTURUP YERE BAKTIĞIM ZAMAN”
Kafamda bu sorularla telefona sarıldım. Ahmet’in sayesinde, fotoğrafın merkezine oturan işçi İrfan Direkli’ye ulaştım. Bana anlattıkları şunlardı:
“Toplam 118 kişi işten atılmıştık. Sonra bize 5 arkadaş destek verdi, onları da attılar. O gün eylemde 80-90 kişi vardık. Fotoğraftaki bina Cengiz Holdinge ait, yanında işçi koğuşlarımız var. Eylemde mesafe kuralına uyduk. Ben bir ara yere oturdum. Elimde su şişesi vardı, hava sıcaktı. Oraya oturup yere baktığım zaman şöyle düşündüm: Dün ne durumda idik, şimdi ne olduk? Dün bir işim vardı, şimdi işsizim. Evde 5 çocuk var. Yarın ne yapacağız?”
İrfan Direkli 45 yaşında. İki yıl önce bel fıtığı ameliyatı olmuş, ağır işlerde çalışamıyor. 55 kilometrelik demir yolu yapımında kamyon şoförü olarak çalışıyormuş. İşten atılma sebebini sordum. Anlattıkları, korona günlerinde sömürünün nereye vardığının resmiydi:
“Müdürler, şefler 20 gün önce toplantı yaptılar. ‘Korona tedbirlerimiz var, yerli olan arkadaşları eve göndermeme kararı aldık, 15 gün karantinadasınız’ dediler. Biz de ‘Madem karantina var destek verelim’ dedik. Ama baktık ki, giriş çıkışların haddi hesabı yok! Aşçı karantinaya alınmadığı halde yemek dağıtabiliyor. Araç bakım onarım atölyesindeki elemanlar evlerine gidip geliyor. Bir minibüse 17 kişi bindiriliyor. Bir maskeyi 2 hafta kullanmak zorunda kalıyoruz. (Oturma eyleminde maskeler karton karton geldi). Yetmezmiş gibi çalışma saatlerimiz uzatıldı. Günde 12 saat çalışırken birden 13 saate çıktı. Fitili ateşleyen de bu oldu. Ramazan Bayramı’na kadar böyle çalışacağımız söylendi. İtiraz edince ‘Kimseyi zorla tutmam, çalışan çalışsın’ dediler. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, korona nedeniyle esnek çalışma olacağını açıklamıştı. Ama burada tam tersi oldu.”
Peki, işten atılan Direkli bundan sonra ne yapacak? Görüşmemizin son notları da şu şekilde:
“Dört ay zam konusunu gündeme getirdik, ilerleme olmadı. Tazminat vermeyeceklerini söylüyorlar. Kenarda köşede bir paramız yok. Böyle işsiz, parasız ne kadar devam ederiz? İşsizlik maaşı da alamıyoruz. Önümüz ramazan. Korona zamanı iş bulamayız, inşaatlar durdu. Bir de şu var: Cengiz inşaat, attığı işçinin üzerini kırmızı kalemle işaretliyor! Devletten yardım etmesini bekliyoruz. İşe iade davası açacağız. Allah yardımcımız olsun, bu davanın peşini bırakmayacağız.”
İŞÇİLERİN SESİ BOĞULMASIN DİYE
Fotoğrafın içindeki dünya bu şekilde. İşçi Direkli’den sonra, deklanşöre basan kişiyi, Mezopotamya Ajansından Ahmet Kanbal’ı aradım. İşte onun aktardıkları:
“Salgın döneminde Mardin’de ulaşım sıkıntılı. O gün şehir içinde bir minibüse bindim. Kontrol noktasını geçip otostop çekebileceğim bir noktaya geldim. Köyleri dolaşan bir sütçü beni aldı, yol ayrımında bıraktı. Sonra bir tır şoförü beni aracına aldı, Mazıdağı üç yola kadar götürdü. Oradan da beni Avukat Ferhat Kılınç aracına aldı. İşçilerin davasına bakmak için gidiyordu. Araçta Evrensel’den Cengiz Bölükbaş arkadaşımız da vardı. Aslında o gün çektiğim karede hepsinin emeği var. Onlar beni ulaştırmamış olsa bu fotoğraf çıkmazdı.”
Kendi çektiği fotoğrafın başarısını, kolektif bir başarı öyküsüne dönüştürmenin ince nezaketi var Ahmet’te. Devamını dinleyelim:
“Şantiye doğa katliamının olduğu bir yer. Hem demir yolu hem maden cevher çalışması yapılıyor. Köyler etkileniyor… İşçilerle röportaj yapmaya başladık. Jandarmanın durumu dikkatimi çekti. Jandarma bölgesi olduğu halde polis TOMA’sı getirilmişti. İşçilerin karşısına bu kadar silahlı ekiplerin dizilmesi enteresandı. Bölgede siyasi eylemlerde görüyorduk ama bir işçi eyleminde bu manzara beni şaşırttı. İşçiler politik değillerdi. O sıra İrfan abiyi yerde oturmuş gördüm. O karede burjuvazinin işçiye yaklaşımı vardı. İçimden ‘Bu fotoğraf iş yapar’ dedim. İrfan abi çektiğimi fark etmedi. Bu coğrafyada işçilerin sesleri boğuluyor. Bu yüzden oradaki işçiler bize hep ‘Sesimizi duyurun’ dediler. Orada devletin işçilere ve patronlara nasıl baktığını gördüm, hem de bir salgın döneminde.”
ÜÇÜNCÜ TAMAMLAYAN
Bir fotoğrafın gücü onu çeken ya da çekilenle sınırlı değildir. Burada üçüncü tamamlayıcı unsur olarak onu seyredenler devreye girer.
Korona günlerinde işçileri kuralsız, hukuksuz çalıştıranlara karşı fiili grevler ve iş bırakma eylemleri yayılıyor. Mazıdağı’daki haklı iş bırakma eylemi de onlardan biri. Türkiye, “işçi sağlığı ve iş güvenliği grevleri”ni belki de ilk defa bu kadar yaygın yaşıyor. Gazeteci Ahmet’in objektifinden çıkan İşçi İrfan’ın o fotoğraf karesi, bütün işçilerin duygularına tercüman şimdi. Bundan sonrasını, fotoğrafın üçüncü tamamlayıcı unsuru olarak emekçi halkın ne söyleyeceği belirleyecek.
Eline sağlık Ahmet.
20 Nisan 2020