Bir ülkeden başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan insanların, “mülteci” olarak kabul edilmesi için hangi tehlikelerden kaçmış olması gerekir? Savaş, iç savaş, dinsel ve etnik kıyımlar, açlık, kuraklık ve kitlesel hastalıklar ilk akla gelenlerdir.
Fakat burada, genel “insan” kavramı içerisinde erkek ve kadını eşitleyerek gizlenmiş, uluslararası sözleşmelere bile giremeyen bir başka mağduriyet daha vardır: “Toplumsal cinsiyete dayalı zulüm”!
Akademisyen Emel Coşkun ve Hukukçu/Gazeteci Beril Eski, mülteci sözleşmelerinde nereden baksanız yarım asırdır yer bulamayan bu gizli mağduriyete odaklanmışlar. Bir yıl boyunca yaptıkları saha araştırmaları ve sıkı okumalar neticesinde kaleme aldıkları kitap nihayet elime ulaştı. SAV yayınlarından çıkan 128 sayfalık kitabın adı “Erkek Şiddetinden Kaçarken… Türkiye’de Kadın ve LGBTİ+ Sığınmacılar”.
***
Emek ile yoğrulmuş kitap Türkiye’nin sığınma rejiminde kadınların ve LGBTİ+ bireylerin yaşadığı eziyetin de belgesi. Farklı ülkelerden gelip Türkiye’ye sığınmış insanlarla yapılan mülakatlar cinsiyetçi şiddeti çarpıcı biçimde teşhir ediyor.
Coşkun ve Eski’nin araştırmalarından anlıyoruz ki; mağdurlar için cinsiyetçi şiddetin farklı aşamaları var. Zulüm, mağdurun kendi ülkesinde, henüz bir sığınmacı olmaya karar vermeden önce başlıyor ve kaçmanın da temel nedenlerinden biri oluyor. Kadınlar “Şiddetli dini ve etnik çatışmalarda biyolojik üreme ve kültürel değerleri aktarma” özelliğine sahip oldukları için etnik temizliğin de hedefi haline geliyorlar. Kitapta İranlı Aziza’nın anlattıkları ise cinsel yönelimleri nedeniyle ameliyata zorlanan insanların, sonrasında yaşadıkları travma ve intihar vakalarını gün yüzüne çıkarıyor.
Göç yoluna adım atanlar için zulmün ikinci aşaması başlıyor. İnsan tacirleri ve şebekeler taciz ve tecavüz demek çünkü. Kadınların yola çıkmadan önce gebelik önleyici tedbirler almak zorunda kalması, kitabın en çarpıcı bölümlerinden.
Bir de sınır geçip, sığındıktan sonra yaşanan mağduriyetler var. Ki Türkiye bu konuda sığınmacıların en çok dert yandığı ülkelerden. Afganistanlı Anisa şunları anlatmış mesela: “Bana sığınma sistemi ile ilgili herhangi bir bilgi vermediler. Hamileydim, çok kötü durumdaydım. Ertesi gün bana bir bilet aldılar ve uydu kente gönderdiler. Yolda bir şey olsa kimseyi tanımıyordum! Bu riskleri dikkate almadılar. Beni sanki turistmişim gibi, normal bir vatandaş gibi gönderdiler. O zamandan beri bir kez olsun aramadılar…” Uydu kent diye tabir edilen taşra kentlerin, istismar ve tecavüz vakalarında diğer yerlerden hiç de geri kalmadığını yine kitaptan öğreniyoruz.
***
Barınma arayışı ve çalışma hayatında da sığınmacıların korkulu rüyası olmuş cinsiyetçi zulüm. Çünkü güvencesiz ve “kaçak” çalışmaya mecbur bırakılan bu insanlar, yakalanma ve sınır dışı edilme korkusuyla istismara açık hale geliyorlar. Afgan kadın Yasna şunları söylemiş: “İki gün ya da bir hafta çalışıyor, sonra her seferinde çıkmak zorunda kalıyorum. Ya para ödemiyor ya da cinsel ilişki istiyorlar, ayrıca sizi tehdit ediyorlar…” Yasna’nın anlattıkları, “Kızlarımıza yan bakıyorlar” diye mültecileri hedefe koyanların da iki yüzlülüğünü göstermiyor mu?
Bütün bu kara tablo içinde sığınmacı Nancy ise şu dramatik sonuca varmış: “Şimdi patronun kadın olduğu bir iş istiyorum. Kadınlar peşinden koşmaz, öpücük de istemez…”
Bütün bu zincirleme cinsel şiddet dalgası karşısında bazen şikayetçi de oluyor sığınmacılar. Ama cinsiyetçi ayrım ve eziyet karakollara da sirayet ediyor. Sığınmacının verdiği mülakat gayet açık: “Size sanki hapisten kaçmış, polis tarafında tekrar yakalanmış suçlu muamelesi yapıyorlar…”
***
Coşkun ve Eski’nin kitabı aynı zamanda sıkı bir Birleşmiş Milletler (BM) eleştirisi. Araştırmacılar kalemini eğmiyor. Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği (BMYK) ile birlikte, son dönem bazı yetkilerin devredildiği Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği de (SGDD-ASAM) eleştirilerden payını alıyor. Kitapta Afganistanlı kadın Anisa şunları anlatıyor örneğin: “BMMYK web sitesinde ‘İnsan hakları ve diğer konularda yardım ediyoruz’ diyor ama bu hiç doğru değil. Sadece muhtaç insanları kendilerine çekmek, diğer ülkelerin dikkatini çekmek ve bağışları almak istiyorlar. Türkiye’ye adım attıktan sonra kayıt dışında hiçbir yardım almadım…”
***
Emel Coşkun ve Beril Eski sadece tespit ve teşhirle yetinmiyor, cinsiyete dayanan zulüm karşısında sığınmacılar için çözüm önerileri de sunuyor. Not defterime kaydettiğim önerilerden öne çıkanları şunlar:
- Cinsiyete dair zulüm biçimleri mülteciliğin kabulü bakımından meşru gerekçe sayılmalı. 1951 Cenevre Sözleşmesi’nden başlayarak uluslararası mülteciler hukukunda yeni düzenlemeler yapılmalı.
- İstanbul Sözleşmesi’nin 60 ve 61’inci maddeleri, toplumsal cinsiyete duyarlı sığınma usulleri bakımından geliştirilmeli, hukuki altyapı oluşturulmalı ve diğer tedbirlerle desteklenmeli. İmzacı ülkelerden Türkiye bu konuda hızlı adım atmalı.
- Mağdur sığınmacılara temel insan haklarına erişim, sosyoekonomik ve psikolojik destek sağlanmalı.
- “Uydu kentler” çözüm değil eziyet, bu sistem değişmeli. Üçüncü ülkeye yerleştirmeler hızlanmalı.
Kitaptan edinilecek çok daha geniş bilgiler, çıkarılacak çok daha farklı sonuçlar olduğuna eminim. Bu makale benim naçizane özetim. Coşkun ve Eski’yi kutluyor, kitabın yeni çalışmalara vesile olmasını diliyorum.