Seçim yakın. Adayların dilinde bolca vaat. Ama konu mültecilere bir türlü gelmiyor. Ne de olsa onlar vatandaş değil, seçmen değil! Daha vahimi: “Biz başa gelince mülteciler gidecek” diyen de az değil. Hükümet onlara “Geçici koruma altındakiler” derse, BM de kalıcı hale gelmiş statüsüzlüğü tasdiklerse olacağı bu.
Muhalefet partilerine gelince… Onların çoğu mültecileri “göndermek” konusunda Avrupa sağı ile yarışıyor! Memleketin belediyeleri de bu iklimden besleniyor, mültecileri kentin üstünden atılacak yük olarak görüyor. Ortak kent yaşamına dair kalıcı çözüm önerene pek rastlanmıyor. Oysa belediyeler, vatandaşlarla sınırlı olmayan, kentte yaşayan bütün insanları içine alan bir hizmet ve yönetim anlayışına sahip olmalı.
Yerel yönetimlere dair bu ilk yazıda konumuz mülteci işçiler. Sonraki yazıda daha genel bir başlıkta “kent/yerleşim hakkı ve mülteciler”i konuşacağız.
***
Türkiye’de 4 milyona yakın Suriyeli mülteci yaşıyor. Diğer ülkelerden gelenlerle sayı 5 milyonu aştı. Mülteci/göçmen işçi sayısı ise 1.5 ile 2 milyon arasında. Kayıt dışı çalıştırıldıkları için tam sayı belli değil.
Peki, yerel yönetimlerle mülteci/göçmen işçiler arasında nasıl bir bağ var?
Atık kağıt işçilerini ele alalım: İstanbul’da 100 bin, Türkiye’de 500 bin atık kağıt işçisi var. Aileleriyle birlikte 2 milyon insan bu işten ekmek yiyor. Çöp konteyneri karıştıranların içinde çocuklar hayli fazla. Son dönem kadınları da görür olduk. Göçten sonra ‘çekçek’leri daha çok mülteciler çeker oldu: Özellikle de Afganlar, Suriyeliler. Geri dönüşüm emekçilerinin sigortası, sosyal güvencesi yok. Eğer mültecilerse hak talep edebilecekleri kimlikleri de yok! Günlük kazançları 60-80 lira: Aya vursan asgari ücret bile değil! Meslek hastalığına bağlı ölümler, ağır hastalıklar da cabası. (İşçilerin bir bölümü atıkları evde depoluyor!) Merkezi iktidar ve ilgili bakanlıklar duruma seyirci. Yerel yönetimler sorumluluk almaktan kaçıyor. Yaptıkları sadece, lisansı olmayan depolardan atık madde satın alana göstermelik ceza kesmek. Sorun çözüldü mü? Çözülmedi. Peki, işçileri düşünen var mı? Yok.
Çöplerdeki dram bu ülkenin gerçeği, sınıfsal çelişkinin resmi. Elbette bütün işçiler insan onuruna yakışır işlerde çalışmalı. Ama acilen 500 bin insan için sigortalı, düzenli, güvenceli çalışma ortamı sağlanmalı. En alttaki bu emekçi topluluk devletin, belediyelerin güvencesi altında olmalı. Belediyeler TMMOB, TTB, işçi sendikaları ve atık kağıt işçilerinin temsilcileri ile çözüm mekanizmaları oluşturmalı. Çocukların ve mültecilerin sırtından zenginleşene kayıtsız kalmamalı/kalamaz.
***
Bir başka mesele: Fabrika ve işyeri yangınları…
Ankara Siteler’de 5 Suriyeli işçi yanarak can verdi. Esnaf odası başkanı “Sitelerde 15 bin atölye var, tek yangın merdiveni yok” dedi. Peki, yanan işyerlerine ruhsatı kim veriyor? Belediyeler. Öyleyse bakanlıklar kadar yerel yönetimler de bu durumdan sorumlu.
Geçen yıl İstanbul Çağlayan’da 8 katlı bina yandı. İçinden 500 işçi çıkartıldı. Toplu bir facia kıl payı atlatıldı. Adamlar 70 kişinin yaşayacağı eski apartmanı fabrikaya çevirmişler! Bir katını da kiralık odalara! Bekar odası dedikleri bir harabe. Denetim var mı: yok. İyileştirme var mı: o da yok. Çökmeye yüz tutmuş binalar, bodrum katlarda kolonları kesilmiş atölyeler, yanıcı/patlayıcı malzemeyle iç içe çalışan çocuk işçiler… Bütün bunlardan da elbette belediyeler pay sahibi. Ve yapabilecekleri tonla iş var.
İş cinayetinde en yüksek oranlar inşaatta, tarımda. ‘Alt işlerde’ artık mülteciler ölüyor; kayıtsız, kuyutsuz. Tarımda ölümler çoğunlukla servis kazalarından. Patates çuvalları gibi savruluyor işçiler. İnşaatta ise ölüm en çok yüksekten düşmekten. Servis düzeninden, inşaat ruhsatına kadar belediyelerin etkide bulunacağı onlarca mevzu var.
***
Sayada çocuk işçiler solüsyon, bali, tiner kokluyor. Atölyeler ciğer çürütüyor. Parmaklar kötürüm. İzbe bodrumlar rutubetli/havasız. Meslek hastalıklarının her biri denetim konusu. Ama söz konusu mülteci olunca icraat hak getire. İşçi yemekhaneleri de aynı şekilde; beslemiyor, doyurmuyor, çoğu zaman zehirliyor. Mülteci işçiye sağlıklı yemeğin yanında toplu çamaşırhaneler de lazım. Bütün bunlar neden yapılmasın?
***
Bütün bunlar yapılır yapılmasına da; kentlere önce işçiden yana halkçı, demokratik yerel yönetimler lazım. Kentte yaşayan bütün insanların (mülteciler dahil) sorgulayabildikleri, denetleyebildikleri ve karar mekanizmalarında yer alabildikleri belediyelerle olur çünkü bu iş.
O zaman belediyeler bir adım daha öne geçer; en az üç dilde mesleki eğitim verirler. Ayrımsız bütün işçiler sendikalı olur. ‘Karşılıklı entegrasyon’ için; belediye önce kendi personelini eğitir. Belediye bünyesinde “göç bakanlığı” olur, yönetim ve icra organlarında ise göçmen temsilciler.
Sonuç: İşçiler (ve mülteci işçiler) belediye yönetimlerinde söz sahibi olurlarsa bu haklara sahip olurlar. Olamazlarsa; yönetime gelenlere karşı bu talepleri savunur, bunun için mücadele ederler.
10 Mart 201
https://www.evrensel.net/yazi/83519/yerel-yonetimler-ve-multeciler-1